Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
05 Ağustos 2012

İslamcılık öldü mü?

Son zamanlarda kısmi de olsa İslamcılık üzerine yazı ve konuşmaların sesi duyulmaya başlandı. Perşembe günkü yazımda bilhassa sivil entelektüel muhalefetin olmayışından bahisle, "İslamcılık yoksa öldü mü?" diye bir soru sormuştum. Açıkça söylemek gerekirse, ben bu soruyu sorarken Ali Bulaç ve Mümtazer Türköne'nin tartışmalarından haberdar değildim. Sadece İslamcılığın Türkiye ve hatta giderek dünya ölçeğinde itirazını yükseltmesi gereken küresel olaylarla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Türkiye özelinde ise, belki farklı saiklerle rehavet dönemi içinde yaşadığını da görmek lazım. Türköne, herhalde ikinci durumu gözönüne alarak İslamcılığın öldüğüne hükmetmiş. Dostum Milat gazetesi yazarı Abdülaziz Tantik, Timetürk'de bunun bir temenni olduğundan haklı olarak bahsediyor.

Benim "İslamcılık yoksa öldü mü?" şeklindeki sorum, daha çok İslamcılığın potansiyel imkanlarına dair yapabilecekleri üzerinedir. Tıpkı Mehmet Akif merhumun;

"Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi / Ağzım kurusun yok musun ey Adl-i İlahi" beytindeki halet-i ruhiyeye benzer. Şimdi gelelim bu meselenin niçin böyle olduğuna.

Aslında İslamcılık isim ve mevcut formelleşmiş hareket biçimi itibarıyla konjonktürel olarak görülebilir. Osmanlı'nın son dönemlerinde, belli bir ihtiyacın içerisinden çıkmıştır. Normal şartlar altında bir müslüman memleketinde İslamcılık sanki tuhaf bir şey gibi duruyor. Ama dönemin yapısını iyi düşündüğümüzde İslamcılığı ortaya çıkarak koşulları daha iyi anlayabiliyoruz. Bu bağlamda, batıcılığın külli bir bakış açısına dönüştüğü, yeni kıble ayarlamalarının yapıldığı, dinin primitif bir olgu olarak görüldüğü, modernizmin bir yaşam tarzı olarak yaygınlaşmaya başladığı bir ortam söz konusudur. Bundan sonra "İslam ile asla olmaz" diyenlere karşı "asıl İslamsız olmaz" tezini işleyen İslamcılık, zor zamanda İslam'ı bir dünya görüşü, bütünsel bir hayat projesi olarak savunmuştur. İslamcılığın bugüne kadarki serencamında öz budur. Aslına bakılırsa, bugün de hala bu yöndeki tartışmaların sonuçlandığını düşünmüyorum. Yani İslamcılığı var eden koşulların hala devam etmekte olduğunu belirtmeliyim. Tek fark, şimdi iktidar koşullarında yaşıyorlar. (Tabii buradan AK Parti'nin İslamcı olduğu gibi bir sonuç çıkarmamak lazım)

İslamcılar şu anda bazı istisnalar olmakla birlikte bir rehavet durumunda yaşıyorlar. Asıl yönelim, hedef ve kimliklerini tebellür ettirecek, onu ete kemiğe büründürüp somutlaştıracak bir proje, kimlik ve öneri ortaya koyma noktasında sıkıntıları var. Liberalizm ve postmodernliğin tüm dünyada kol gezdiği ve yaşam biçimlerini dönüştürdüğü bir ortamda, kendine ait bir söylem ve felsefe üretme bakımından farklılıklarını ortaya koyamıyorlar. İktidarın korunaklı alanlarında ve sınırlarından öteye geçemiyorlar. Bir de belki İslamcı entelektüellerin, mevcut devr-i iktidarla birlikte kazanım olarak gördüklerini kaybetme ve devr-i sabıkın tekrar hortlamasına karşı emniyet talepleri, onları bir temekkün (irca ya da maslahat) siyaseti içerisinde tutuyor.

Felsefenin üç temel konusu vardır; Varlık (Ontoloji), bilgi (epistemoloji) ve değerler. Bir felsefe/düşünce/din diğerinden bu üç boyuta bakışıyla ayrılır. İslamı, karşısında sayısı ne kadar fazla olursa olsun özellikle seküler ideolojilerden ayıran şey; farklı bir varlık, bilgi ve değer anlayışı olmasıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, İslamı insan için varoluşsal bir mesele olarak görmek, ona bütünsel bir proje olarak bakmak ve İslam'ın bir dünya görüşü sunduğunu kabul etmek İslamcılık ile diğerleri arasındaki kırılma noktasını oluşturur. İşte tam da bu nokta, son yüzyılda ete kemiğe bürünmüş bir hareket olarak İslamcılığa konjonktürel nitelikler yüklese de, onu içerik olarak canlı ve hayati kılmaya devam eden hayatın içinde önemli soru(n)larla bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Bugün Türkiye ve dünya gündeminde tartışılan hangi konuyu ele alırsanız alın, gelip iş buraya dayanır.

Bugün Türkiye'de asıl sorunu görünmez kılan şey, muhafazakarlığın İslam'ın bir similasyonunu üretmesidir. Bu durum, Süleymaniye Camii'nin maketine bakarak gerçeğini görmüş gibi sahte tatminler yaratmaktadır. Görünen o ki; hayatın içinde meydana gelen tüm krizler, gelecekte insanları bir tercihle yüzyüze bırakacaktır. İnsanların neyle yüzleşmeleri gerektiği, işte tam da bu noktada aşikar olacaktır.