İslamcılık başarısız olmuştur
Geçen yazımda İslam ve İslamcılık arasındaki operasyonel ayrımdan yola çıkarak, bundan sonra bizi bekleyen en önemli soru(n)un İslam’la bugünkü tarihsel, sosyal, kültürel, ekonomik konjonktürde nasıl sağlıklı bir irtibat sağlanacağı olduğunu belirtmiştim.
Başlıkta
İslamcılığa dair daha net bir cümle kurdum. Şimdi İslamcılığın niçin başarısız
olduğunun sebeplerine değinmek gerekiyor. Öncelikle İslamcılık deneyimlerinde
gelinen noktanın pozitif bir yerde durmadığını söyleyebiliriz. Bununla da
bağlantılı olarak İslamcılığı devam ettirecek yeni nesilde ardılların
olmadığını da göreceksiniz. Bunu gençlerin söylemlerine ve ufuklarına bakarak
çok kolaylıkla anlayabilirsiniz.
19.
yüzyılda Batı sömürgeciliği karşısında dünyanın farklı coğrafyalarında başlayan
İslamcılık hareketinin temel söylemi; “bu yenilgi ve sömürge koşulları
müslümanların İslam’dan uzaklaşmaları sebebiyle meydana gelmiştir. Dolayısıyla
suç İslam’ın değil Müslümanlarındır” şeklinde ifade edilebilir. İslamcılar
sömürge ve yenilgi koşullarını aşabilmek üzere üç ana hedef belirlediler.
Bunlar; “Kur’an ve Sünnet’e dönüş”, “pratikte kapanmış olan ictihad kapısının
yeniden açılması” ve “cihad ruhunun uyandırılması.” Elbette bu üç maddenin dışında
detaylarda hedef ve önerileri bulunmakta idi.
Tabii
ki Kur’an ve Sünnet’e dönüş hedefi, müslümanların tarihsel süreç içerisinde
sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. açılardan zayıf düşmesinin sebebini ele
vermekteydi: “Kur’an ve Sünnet’ten uzaklaşma.” Dolayısıyla yeniden Kur’an ve
Sünnet’i içinde yaşanılan çağda “hayati” kılmak üzere bir hedef
belirlenmekteydi.
Aslında
aynı kökten gelen cihad ve ictihadla ilgili iki hedef birbirini tamamlayıcı
nitelikte idi. Öncelikle cihad müslüman toplumların o günkü sömürge
koşullarından kurtuluşu için de bir anlam taşımaktaydı. Zira geniş bir
coğrafyada Batı’nın tasallutu söz konusu idi. İctihad ise, müslümanların
çözmesi gereken sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel problem karşısında
aktifleştirmesi gereken bir kavramdı.
Bilindiği
üzere Batı modernliğe geçişle birlikte tabii bilimlerden sosyal bilimlere kadar
geniş bir spektrum içerisinde bilgiye, dünyaya ve insana egemen olmuştu. Bu
egemenlik ve tasalluttan kurtulmak üzere ictihadın aktifleştirilmesi gerekiyordu.
Bu bağlamda “ictihad” denilen mekanizmanın geniş bir düzlemde cari olması
gerektiği anlaşılmaktaydı.
19.
yüzyıldan günümüze gelinceye kadar İslamcılık birtakım kesintiler ve kırılmalar
yaşamıştır. Bu kesintiler gerçekte “İslam” parantez içine alındığında nasıl
formlar oluşacağına dair sonuçları bize göstermiştir. Batıcılığın modern dünya
ile başa çıkmada yaşadığı sorunlar, her defasında İslam’ı tekrar işaret
etmiştir. Diğer yandan İslamcılığın yaşadığı esas kırılma, sosyal, siyasal,
ekonomik, kültürel potansiyelleri temel hedefleri doğrultusunda bir imkana
çevirememe şeklinde gerçekleşmiştir. Hatta daha ileri giderek bugün gelinen
noktada islamcılığın hedeflerinin liberalizm, küreselleşme ve post/modern dünya
karşısında araçsallaş(tırıl)mış görünmektedir.
İslamcılar
kendilerini sabitledikleri fikirsel noktayı artık terkettiklerinden, bugün cari
olan devasa sorunlar karşısında ortada entelektüel ve felsefi tartışmalar
yapılamamaktadır. Halbuki 1990’lı yıllarda bile bu tartışmalar zayıf ve cılız
gücüne rağmen devam etmekteydi. Bugün sorunların devasa haline gelmesinin bir
sebebi küresel dünyanın etkin gücü ise, bir diğeri dünya toplumlarını bu gücün
tasallutu altına almasıdır.
İslamcılık
üzerinden İslam ile irtibat kurma biçiminde problemler olduğu daha net
görülmektedir. Böyle bir konjonktürde giderek başka bir dünyanın mümkün
olduğuna dair inanç zayıflamaktadır. Bugün için İslam ile sahih bir irtibat
kurmak, öncelikle başka bir dünyanın imkanına, Tanrı, insan ve dünya ile daha
ahlaki bir ilişki kurmanın gereğine kuvvetle inanmakla başlayacaktır.