İslamcılığın Kritiği
İslamcılık kritiklerinde özenle altının çizilmesi gereken iki noktaya öncelikle dikkat çekmek gerekir. Birincisi, İslamcılık tüm içerimleriyle islam ile özdeş olmayıp İslam’ı bir kavrayış ve ele alış biçimidir. İkincisi, yine İslamcılık bir parti, dernek, cemaat vb. ile özdeşleştirilmemeli; daha çok bir entelektüel hareket şeklinde değerlendirilmelidir. Buna bir üçüncüsü eklenebilir; dönemsel olarak insanlığın gelişim aşamaları ve değişen dünya konjonktürü çerçevesinde islam’ın farklı kavranışları mümkündür ve İslamcılık İslam’a dair yegane öneri değildir.
İslamcılığa dair sonuç cümlesini
ilkin söyleyecek olursak, İslamcılık bir pragmatizmin içinde kıvranıp
durmaktadır. Bir felsefe olarak pragmatizmin bile “fayda” ve “zarar” üzerinden
hareket eden bir felsefesi vardır. Fakat İslamcılık için dile getirdiğimiz
pragmatizm katı bir muhafazakarlığın tüm tezahürleriyle izlenebildiği bir
popülizmi içermektedir. İslamcılık son 40-50 yıl içinde daha öncesinde ne kadar
haklı olarak itiraz ettiği unsurlar varsa, hepsini bu muhafazakarlık ve
popülizm içerisinde meşrulaştırmış görünmektedir.
Batı’da modern zamanlara geçişte,
daha öncesinden farklılaşan felsefe, siyaset, bilgi anlayışlarının yeniden inşa
edildiğini görmekteyiz. Elbette bunların hepsini onaylıyor olmasak da, netice
itibarıyla kendi içinde tutarlı bir seyir izlediği de görülmektedir. Sözgelimi;
Machiavelli, Hobbes ve Locke gibi isimler siyaset teorileriyle ortaya
çıkmışlardı. Kopernik Devrimi’nden Descartes ve Spinoza’ya kadar evrenin
yeniden okunuşu, insanın konumlanışı üzerine bir felsefeyi öncelikle görmek
lazımdır.
Ancak İslamcılık özelde 1970’lerden
bu yana varolan sorunların temel bir felsefesini oluşturamamıştır. Söz gelimi;
hala büyük bir teyakkuzla üzerinde durduğu başörtüsü sorunu aynı zamanda bir
çoğulculuk meselesidir. Giderek küreselleşen dünyada İslamcılığın çoğulculuk
konusuna yaklaşımının felsefi bir zemini yoktur. Öyle ki, çoğulculuk konusunda
çoğu zaman refleksif tutumlara kaymakta ve içine kapanmaktadır. Yine farklı
düşünce ve hareketleri “ifsad edici” olarak görürken, bunlarla ilgili felsefi
bir zeminde hareket eden görüşler oluşmamakta ve ortaya çıkan popülizmler ise tutarlılık
göstermemektedir.
İslamcılığın varolan
entelektüalitesi 1990’lı yıllardan sonra ortadan kaybolmuş görünmektedir. Zaten
2000’li yıllardan sonra kendisinden istifa edilen bir hareket haline gelmiştir.
Fakat nominal olarak İslamcılıktan bağımsız olarak İslam’ı bir dünya görüşü
olarak hala önemseyen bir entelektüalite var mı diye sormak gerekir. Buna
dünyanın ve insanlığın ciddi sorunları karşısında böyle bir entelektüalitenin
cevabı var mıdır? Sorusunu ekleyebiliriz. Sadece İslam dünyasına bile kısa bir göz
gezdirirsek, bu sorulara kolaylıkla cevap verebiliriz.
Bugün gündelik hayattaki olaylara
“İslami tepki!”ler dikkatle takip edildiğinde, bunların daha çok sonuçlarla
uğraşmak olduğunu ve esasa müteallik bir duruma tekabül etmediğini rahatlıkla
gözlemleriz. Bunun temel nedeni, meselelerin köklü bir şekilde ele alınmadığı
ve temel felsefenin ortaya konulmadığıdır.
Açıkçası bugün Müslüman bir dünya
görüşünü hala önemseyenlerin en temel soru(n)ları yeniden ele almaları
gerekmektedir? İnsan nedir? Evren nedir? Para nedir? Yaşamak nedir? Adalet
nedir? Devlet nedir? Siyaset nedir? Bu soruları çoğaltabiliriz. Bu sorularla
ilgili felsefi zeminde cevaplarımız yeterli olmadığı için (ya da cevaplarımız
olduğu zannedildiği için) eşya ve insanla sağlıklı bir ilişki de
kurulamamaktadır. Tüm bunlar bize işe başlamamız gereken yeri, yani eğitim ve
üniversiteyi işaret etmektedir. İslamcıların çokça eleştirdikleri Batı’ya bir
de bu gözle bakılmalıdır.