İslamcılığın kendisiyle yüzleşmesi
Son zamanlarda İslamcılıktan istifa ederek pişmanlıklarını ifade eden insanların sayısında giderek artışlar görülmektedir. İslamcılıktan istifa edip nereye gidildiği biraz çeşitlilik arz ediyor. Kimileri nereye gittiğini söylemiyorlar, kimileri de ben sadece Müslümanım diyerek konumlarını revize etmekle yetiniyorlar.
İslam gerek
tarihsel gerekse çağdaş dönemde dünyaya dair iddiaları olan bir dindir. Nitekim
Hz. Peygamber (SAV)’in irtihalinin ardından günümüze kadar medeniyete kadar
giden yapıların varlığı bir kere İslam’ın iddialarının somut görünümleridir.
Bütün dinler
dünyaya karşı (karşıt değil) bir tavır alırlar. Bu, öncelikle dünyanın nasıl
kurulacağına dair iddiaları içermektedir. İslam da dünyadaki üç büyük din
arasında bu iddiadan uzak değildir. Bunu müslümanların söylemlerinde de takip
etmek mümkündür. Bu söylemlere bakıldığında, ekonomik, sosyal, siyasal,
kültürel vb. bütün alanları kapsıyor görünmektedir.
Modern
zamanlarda müslümanların iddia olarak dünyaya yetememeleri ile birlikte farklı
arayışlar kendisini göstermiştir. Müslümanların modern dünyaya yenilmeleri
sonucu İslamcılık da İslam’ın dünyaya
dair iddialarını sürdüren bir perspektif, düşünce ve harekettir. Elbette kendi
içerisinde çeşitlilik barındırmakla birlikte, son kertede İslam’ın tüm dünyaya
yetebilecek bir düşünce ve hayat tarzı olduğu iddiasını tekrarlamaktadır.
Osmanlı’nın son
zamanlarından günümüze kadar bilhassa modern dünyanın bunalımları karşısında
retoriği güçlü bir söylemle kamuya hitap etmiştir. Söz gelimi; 1970’lerden
itibaren düşünüldüğünde siyaset alanında başlayarak gündelik kültürel ve
toplumsal hayata kadar bu retorikleri modernliğin bunalımları ölçüsünde etkili
olmuştur. Bu söylemlerde müslümanların tarımdan kültüre, siyasetten ekonomi ve
bilime kadar her alanda mevcut buhranı aşabilecekleri iddiasında olmuşlardır. Bu
toplum nezdinde de sempatiyle karşılanmıştır; çünkü toplum nezdinde bu iddialar
dinle barışık bir dünya teşebbüsü olarak algılanmışlardır. Hatta bütün
zamanlarda İslamcıların kimi “gelenek” düzleminden taşan söylemleri,
tartışmalar içinde törpülenerek bir toplumsal zemine oturtulmaya çalışılmıştır.
Bir daha tekrar
edelim ki, İslamcılık ile Müslümanlık arasında umum husus ilişkisi vardır. Yani
her İslamcı aynı zamanda müslüman iken, her müslüman İslamcı değildir. Bu
bağlamda bir entelektüel hareket, düşünce ve perspektif olarak İslamcılık,
İslam’ın iddialarını bu konjonktürde ve geliştirdiği söylemlerle ortaya koymaya
çalışmıştır.
Burada iki
noktanın altını çizmek gerekir. Birincisi, İslamcılığın farklı bir tarzda
hareket etmesi tabii ki mümkündü. İkincisi, İslamcılık bugün geldiği noktada
başarısız olduğunu göstermiştir. Zira herşeyden önce kapsamlı iddiaları ile
olan derin mesafesi açıkça görülmektedir. Bu durumda İslamcılık açısından
yapılması gereken öncelikli şey, tarihi ve iddiaları ile yüzleşmek ve kendisini
kritik etmektir.
Şimdi bu
noktada İslamcılığı pişmanlıkla bıraktığını ifade edenler, öncelikle İslam’ın
iddialarının artık olamayacağını mı söylemek istiyorlar? Nitekim postmodern
küresel dünyaya açık ve örtük “credo” sunanları gözlemlemekteyiz. Müslüman
olmak zaten dünyada başlı başına bir iddia ve yükümlülük sahibi olmak demektir.
Dolayısıyla İslamcılığı bırakmak, onu bırakanların yükümlülükten azade olmaları
anlamına gelmez. Bir şarkı sözünde geçtiği şekliyle söyleyelim: “Gelmişsin
dünyaya katlanacaksın.”
Bir kere
İslamcılık terkedilmekle iş bitmiyor. İslamcıların kendileriyle yüzleşerek
bunun hesabını ödemeleri gerekiyor. Meseleyi İslamcılık kategorisinden
çıkararak tüm Müslümanları kapsayacak şekilde söyleyelim. Tüm dünya insanını
siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel anlamda buhrandan ve krizden kurtaracak
önerileri müslümanların ilmi ve ameli olarak sunmaları gerekiyor.