İslamcılığın hesabı ortada mı kaldı?
Epey zamandır İslamcılık üzerine farklı tartışmalar yapıldı. Kimileri ölümünü ilan ettiler; kimileri çöktüğünü söylediler. Özellikle İslamcıların iddiaları ile gerçekleştirimleri arasında oluşan mesafe sonucu, daha önce bir şekilde kendisini İslami dünya görüşü ile ilgili gören kişilerin yavaş yavaş hesabı ödemeden ortadan sıvışmalarına şahit olmaktayız.
Şunu öncelikle belirtmeliyiz ki, “yanıldık”, “zaten İslamcılık düzgün bir kavram değil; ne öyle bir şey mi satıyoruz?”, “bu zaten külliyen yanlış bir kavrammış” türünden sözlerle yıllardır basında yazan, çizen hatta ucundan kıyısından rantından faydalananlar böyle çekip giderek hesaptan kurtulacaklarını zannetmesinler. Biz de tarih de onları kaydetmeye devam ediyor. Daha önce İslamcı iken solcu ya da liberal olmaya karar veren arkadaşımız varsa, onlar bunu kamuoyunda deklare etmeliler. Dürüst entelektüellik bunu gerektiriyor. Ancak Müslüman bir dünya görüşüne sahip bütün aydın, entelektüel, alim vb. kim varsa onlar İslamcılığın hesabını vermekle mükellefler.
İslamcılık konusunda analizlerimizle bağlantılı şu noktaları hatırlayalım. İslamcılık, Osmanlı’nın son döneminden itibaren modernitenin iddiaları karşısında İslam ile bir irtibat kurma biçimidir. İslam’ın dünyada var ve iddiaları olduğunu belirtmenin bir adı olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda İslamcılığın modern dönemin bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
İkincisi, İslamcılık entelektüel bir harekettir. Bu arada İslamcı aydın denir mi denmez mi bunu tartışmayacağım. Onun entelektüel bir hareket olması demek, halkın İslamcı olarak adlandırılamaması anlamına gelir. Diğer yandan, Müslümanlık genel bir kategori olup İslamcılıkla umum husus ilişkisi vardır. Yani her İslamcı müslümandır ama her Müslüman İslamcı olmayabilir. “İslamcı” gibi bir isim ona dışarıdan verilmiştir. Bu ismi kekremsi bulanlar olabilir. Aslında isme fazla takılmamak lazımdır. Bu isimde İslam’ı bir dünya görüşü olarak kabul edip etmemek esastır.
Yetkin Düşünce dergisinin 8. Sayısında “İslamcılık Ne Önerdi?” başlıklı yazımda İslamcılığın Türkiye’de entelektüel anlamda ne önerdiğini analiz etmeye çalışmıştım. Orada İslamcılığın entelektüel bir zayıflık yaşadığını belirtmiştim. Özellikle yakın dönemde İslamcılığın 1970’li yıllarda sağın içinden çıkarak kristalize olduğu zamandan itibaren çok yönlü iddiaları olmuştu. Tarım, eğitim, kültür, gündelik sorunlar konusunda mevcut duruma itirazlarda bulunmakta ve bu sorunların bir zihniyet sorunundan kaynaklandığını düşünmekteydi.
Özellikle 1990’lı yıllar birlikte yaşamaktan, devlet, insan ve gündelik sorunlara değen entelektüel İslamcı tartışmalara şahitlik etti. Zayıf da olsa bu tartışmalar, en azından geleceğe doğru bu tartışmaların yoğunlaşacağı ümidi vermekteydi. O dönemlerde yaşanan siyasal, kültürel, toplumsal gelişmeler de “İslam” üzerine tartışmaların yoğunlaşmasını getirmişti.
Fakat daha sonraki süreçte kabaca iki gelişmeye şahitlik edildi. Birincisi, az çok varolan İslamcı entelektüeller bürokrasinin içinde görevler alarak kayboldular. İkincisi, bürokrasi ve devlet içinde yer alma, farklı güç merkezleriyle mesafelerin korunmasını güçleştirdi. Hatta daha önce itiraz edilen birçok şeyler İslamcıların refleksleri haline geldi. Kendileri için yol haritası olabilecek entelektüel birikimin zayıfladığı oranda, geleceğe ve hatta bugüne olan projeksiyonlar da zayıfladı.
Böyle bir konjonktürde hesabı ödememek üzere yan çizmeler başladı. Şunu belirtmek gerekir ki, Müslüman olmak bu dünyaya dair iddiaları olmak demeye gelir. Bundan dolayı her bir Müslüman dünyada bu yükümlülükle beraber varolduğunu bilmelidir. Hele Müslüman aydınların sorumlulukları kesinlikle daha ağırdır. Dolayısıyla Müslümanların içinde bulunduğu durumun, yaptıklarının ve yapamadıklarının hesabından kaçmaları söz konusu değildir.