İslam ve hayat ilişkisi
İslam, hem Müslümanlar hem diğer insanlar tarafından yoğun bir şekilde tartışılan bir dindir. İslam, şiddet, modernite, Batı, DAİŞ, cihat, kadın, devlet gibi konular arasındaki ilişki yoğun olarak konuşulmaktadır.İslam, yoğun bir şekilde tartışılmasına rağmen, İslam ve hayat arasında sahici ve sahih bir ilişkinin nasıl kurulacağına dair başarılı bir perspektif ve pratik ortaya konmuş değildir. İslam ve hayat arasında sahih bir ilişkinin nasıl kurulacağı, sadece Müslümanların sorunu değildir. Bütün insanlığın kaderi, İslam ve insanlık arasında kurulacak ilişkinin niteliğine bağlıdır. Günümüzde insanlık, İslam'la kuracağı ilişkinin niteliği konusunda ciddi bir çaba sarf etmelidir.
İslam, insanlar arası ilişkiyi nasıl bir anlayışla ele almaktadır sorusu önemlidir. Günümüzde din, dil, mezhep, kültür, örgüt ve ideoloji gibi aidiyetler, bütün insanları Allah'ın eşit kulları ve Adem'in çocukları olarak gören anlayışın önüne geçmiş bulunmaktadır. İnsanlar, kabilelerini, ırklarını, kültürlerini ve tarihlerini fıtri aidiyetlerinin önüne geçirmiş durumdadırlar. Kimliklerimiz, birer fanatizm kaynağına dönüşmüş durumdadır. Suriye'de Arap, Nusayri, Sünni, Türkmen, Kürt, Asuri gibi kimlikler, barış içinde bir arada yaşamak yerine, birbirini yok etmenin tek çıkış yolu olduğuna dair bir anlayışı içlerinde barındırmaktadır. Kimlikleri çatıştıran aidiyetler fanatizmi, İslam'ı kendisi için meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmaktadır. İslam, hiçbir kimlik fanatizminin aracı olamaz. İslam ve hayat arasında sağlıklı bir ilişki kurmak için, İslam'ın yapay kimliklerimizi besleyen bir araç olmaktan çıkarılması gerekmektedir.
İslam'ın dünyaya dair açık olarak niteleyebileceğimiz yaklaşımı iyi anlaşılmalıdır. Allah, bütün dünyayı insan için yaşam alanı olarak yaratmıştır. Bütün dünyayı Allah'ın kendisine sunduğu büyük bir nimet olarak görmek yerine, günümüzde insanlık dünyaya tahakküm edilecek bir olgu olarak bakmaktadır. Dünya, insanın hakim kurması gereken bir yer değildir. Dünya üzerinde küresel hakimiyet kurmak gibi amaçları gerçekleştirmeye çalışmak, yıkım ve kandan başka bir sonuç üretmemektedir. İslam, insanın dünyayı imar ve inşa etmesini istemektedir Aleme nizam vermek veya din adına dünyada egemenlik kurmak tehlikeli bir illüzyondur. İslam, insanın dünyaya değil, kendisine nizam vermesini, kendisini değiştirmesini ve geliştirmesini istemektedir. DAİŞ, gibi bir çete, dünyaya nizam vermeyi kendilerinin kutsal görevi ve hakkı olarak görmektedirler. Ancak DAİŞçiler, dünyayı değiştirmek için her türlü barbarlığı işlerken kendilerini değiştirmeyi unutmaktadırlar. İslam, dünyevileşme karşıtlığı adına dünyayla savaşan bir ideoloji haline getirilemez.
İslam, hayata hakikate şahitlik tecrübesi olarak bakmaktadır. Hakikate şahitlik etmek ile hakikat adına hayatı yok etmek arasında çok ciddi fark vardır. Şahitliği, ölme ve öldürmeye indirgemek büyük bir saptırmadır. Şahitlik, hakikati yaşama ve yaşatmadır. Şahitlik kavramının hayatla birlikte ele alınması gerekmektedir. Şehitlik ve şahitliğin, Kaide, Taliban ve DAİŞ gibi örgütlerin elinde bir ölüm teolojisine indirgenmesi büyük bir yanlışlıktır.
İslam ve hayat arasındaki ilişki yanlış anlaşıldığı için İslam'dan korkulmaktadır. İslamofobi, İslam-hayat ilişkisi konusundaki büyük yanlış anlayışın bir ürünüdür. İslam, bir fobi veya korku kaynağı değildir. İslam, bir umut, müjde ve kolaylık tecrübesidir. İslam'ı hayatı kolaylaştıran, müjdeleyen ve birleştiren bir hidayet yolu olarak anlamak lazımdır.
İslam ve siyaset arasındaki ilişki eskiden beri tartışılan çok gerilimli bir konudur. İslam'ın siyasetçilerin ve yöneticilerin elinde bir araca dönüştürülmesinden hep şikayet edilmiştir. İslam, iktidar olmanın aracı değildir. İslam, politik bir dine indirgenemez. İslam, ahlak ve akıl ile insana hidayet yolunu gösteren fıtrat dinidir. Siyaset, din olmadığı gibi, dinin siyaset olması da düşünülemez. Siyaset ve dinin birbirinin yerine ikame edilmemesi ve özdeşleştirilmemesi gerekmektedir.
Din, fıtrata ve ahlaka uygun bir hayatı yaşama tecrübesidir. Dindarlık tecrübesi, soğuk, donuk ve dondurulmuş bir olgu değildir. Her yaşantı, dindarlığı ve dini anlayışı güçlendiren ve yenileyen bir kaynaktır. Kişi, yaşadıkları çerçevesinde dindarlığının içini doldurmalı, beslemeli ve derinleştirmelidir. İnsanın selefizmin tuzağına düşmeden dindarlığını sürekli olarak beslemesi ve geliştirmesi gerekmektedir. Canlı tecrübelerle beslenilmeyen bir dindarlık, tarihin ve hayatın gerisinde ve dışında kalma tehlikesiyle yüz yüzedir. Hayatın dışına ve gerisine atılan dini fikirler, selefizm, cihadizm gibi adlar altında Taliban ve DAİŞ gibi çetelerin ürünü olarak hayatı yıkmak üzere geri gelebilirler. Selefizm ve ritüalizm, dindarlığın akıl ve kalp boyutlarının devreden çıkarılmasını içermektedir. İnsanın taklitçilik yönelimi, dini alanda zahirilik ve ve selefilik olarak ortaya çıkmaktadır. Selefizm, din adına hayatı ve insanı inkar etme ideolojisidir. Selefizm, sadece insanı değil, aynı zamanda İslam'ı da inkar etmektedir. İnsanı ve hayatı inkar eden selefizmin en önemli özelliği dini, insandan ve hayattan soyutlamasıdır.