İslam ve bilim çalıştayı
Geçtiğimiz hafta sonu 03-04 Haziran
tarihlerinde Türkocağı İstanbul Şubesi tarafından İslam ve Bilim Çalıştayı
gerçekleştirildi. Caferağa Medresesi’nde icra edilen çalıştay 20 bilim adamının
katkılarıyla vücut buldu.
Öncelikle böyle bir çalıştayın
gerçekleştirilmesi konusunda Türkocağı İstanbul Şubesi’nin evsahipliğinin ve
şube başkanı sayın Cezmi Bayram’ın özverili gayretlerinin bir teşekkürün çok
ötesindeki takdirleri hak ettiğini belirtmeliyim. Çalıştayın akademik kısmını
ben üstlenmiştim ve bu bağlamda ikinci önemli teşekkür de entelektüel
ilgisizliğin bu derece yoğunlaştığı ve kendisini belirginleştirdiği bir zaman
diliminde katılımcı akademisyen hocalarımız için olması gerekiyor.
Bu çalıştayda iki bildiri sunuldu.
İlki, kıymetli velud akademisyen Prof.Dr. Fuat Aydın tarafından sunulan
Ziyauddin Serdar’ın İslam Bilimi anlayışına yönelik bir analizi içeren bildiri.
İkincisi de, benim “islam Biliminin İmkanı-Bir Tartışma” başlığıyla bir
problematiği çözümlemeye çalışan bildirim. Bildirilerin her biri iki farklı
günde sunularak serbest müzakereler gerçekleştirildi.
Çalıştayımıza bildiri sahipleri
dışında, Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, Prof. Dr. Ali Durusoy, Prof. Dr. Mevlüt
Uyanık, Prof. Dr.B. Ali Çetinkaya, Prof. Dr. Abdulkadir Çüçen, Prof. Dr. Celal
Türer, Prof. Dr. İ. Latif Hacınebioğlu, Prof. Dr. Hakan Poyraz, Prof. Dr. M.
Hakkı Akın, Prof. Dr. Kadir Canatan, Prof. Dr. Mehmet Gönenç, Prof. Dr. Zeki
Özcan, Prof. Dr. Mustafa Küçükaşçı, Prof. Dr. İhsan Toker, Doç. Dr. Fatih
Yaman, Dr.Öğr.Üyesi Abuzer Dişkaya, Dr.Öğr.Üyesi Süleyman Gümüş, Dr.Öğr.Üyesi
Mikail İpek hocalarımız yaptıkları müzakerelerle gerçekten önemli katkılarda
bulunmuşlardır.
“İslam ve Bilim”, “İslam ve Sosyal
Bilimler” ilişkisi söz konusu olduğunda bazı çevrelerin tipik negatif
refleksler gösterdiğini biliyorum. Her şeyin başına “islam” kelimesinin
getirilerek konuşulması, gerçekten yüzeysel olduğu durumlarda bir sonuç
getirmez. Bunun tamamen farkındayım. Dolayısıyla konunun bir boyutu da
“İslamileştirme” olarak dikkat çekmektedir. Fakat bu söz gelimi; batılıların
yemek yerken sol ellerine aldıkları çatalı, sağ elimizle kullanma gibi bir
değişimle, ya da her şeyi “yeşil” renge boyamakla halledilecek bir mesele
değildir.
Meseleyi tamamen sonuçlardan başa
doğru takip ederek gelirsek, en azından içinde bulunduğumuz durum itibarıyla
kanaatimizce bir yol ayırdımına gelmiş bulunmaktayız. Bir kere dünyada varolan
sömürgeleştirme faaliyeti hız kesmeden devam etmektedir ve hatta giderek rafine
yöntemlerle derinleşerek ilerlemektedir. Bu bağlamda özelde sosyal bilimlere
dair Batı’da geliştirilen teorilerin batı dışı toplumları açıklamadığı gerçeği
bir yana, aynı zamanda bu içeriklerin başta Müslüman toplumlar olmak üzere batı
dışı toplumları temellük ederek zihni sömürgeleştirmelerini
kuvvetlendirmektedir. Bundan kurtulmanın yolu ise, özelde Müslüman toplumların
kendilerini, kendi gerçeklikleri içinde ve kendi teorilerini oluşturmaktan
geçmektedir. İslam ve Bilim tartışmaları, meseleyi başa dönerek ele alma
açısından iyi bir fırsat sunmaktadır.
Bu bağlamda kendisini gösteren
önemli problemlerin başında yeni neslin artık bugün yaşanan ve adına “islam”
denilen ve büyük oranda cari olan kültürde bir gelecek görmemeleri; dolayısıyla
geleceklerini Batı’da görmeleridir. Bu ise zihni sömürgeleşmeyi
hızlandıracaktır.
Sosyal medyada “islam en iyi dinse
eğer, niçin Müslümanlar bu durumda?” şeklinde dolaşan bir soru var. Bazıları
buna “çünkü halklar Müslüman değil” şeklinde cevap vermişler. Bu cevap
kanaatimizce yanlıştır; zira halklar müslümandır. Bu soru için bizim verecek
cevabımız; “çünkü dünyayı inşa edecek bir Müslüman aklı”nı öncelikle kurmamız
gerekir şeklinde olacaktır.