İslam Şehirlerine Düzenlenen Suikastlar
“Müminler kardeş” olduğu gibi Müslümanların
kurduğu İslam şehirleri de kardeştir. Kanlı emperyalizm, İslam şehirlerini ve
medeniyetlerini tek tek yok etmeye çalışıyor.
İslam dünyası alev topu gibi. Gündemde
hep yakılan, yıkılan, tahrip edilen İslam şehirleri ve içlerine yaşayan
Müslümanlar var. Dün Bosna, Bağdat ve
Yemen. Bugün Gazze, Lübnan, Şam ve Halep! Gözü dönmüş olan kanlı emperyalist
ülkeler, sadece Müslüman kardeşlerimizi şehit etmekle kalmıyor, onlarla
birlikte asırların birikimini üstünde taşıyan, medeniyetimizin yüz akı güzel
şehirlerimizi de bir bir bombardımana tabi tutarak yakıp yıkıyorlar. Camilerimiz
ve kütüphanelerimiz başta olarak bütün kültürel ve mimari mirasımıza ağır
biçimde saldırıyorlar. Bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü
topraklarda ecdadımızın bin bir emekle Müslümanlara kazandırdığı tarihî eserler
de yok edilmeye çalışılıyor. Bu soysuz tahribat üzerine, başta UNESCO olmak
üzere bütün dünyanın sanat çevreleri ayaklanması gerekirken her yere bir ölüm
sessizliği çökmüş âdeta. İnsanlığın kahredici suskunluğu hüzün verici.
FİLİSTİN’E
CAN BORCUMUZ
Abdurrahman Uzun’un Allah Kalp İstenileni Verir Ne Eksik Ne
Fazla kitabını okuyorum. “Filistin ve Can Borcu” başlıklı yazısında bizi,
hepimizi, aslında bütün Müslümanları uyarıyor ve diyor ki:“Etrafı duvarlarla
çevrili Filistin toprakları, oradaki her bir can için bir Hira vazifesi
görüyor. En yaşlısından küçüğüne ‘Bizim kanımız Aksa için helal olsun. Gerekirse
hepimiz burada ölmeye hazırız.’ diyorlar. Üstelik bu sadece bir söylem değil
hâlleriyle, tavırlarıyla, gözlerindeki o vakur bakışlarla söylediklerinin
hakikat olduğunu tüm dünyaya haykırıyorlar. Bizim kolaylıkla ‘çok güçlü’
olduğunu kabul ettiğimiz terör devletine, dünyanın ‘süper güç’lerine,
‘yenilmez’ ordularına, ‘delinmez’ demir kubbelerine kafa tutup bütün insanlığa
‘Allah var!’ diye haykırdılar. ‘Gök kubbenin sahibi demir kubbenin sahibinden
daha kudretlidir.’ Hâliyle merak etti insanlar, gök kubbenin sahibini ve çok
sayıda şehadet videosu izledik. İslam, Filistinli kadınların dillerinden, erkeklerinin
metanetinden çocukların masumiyetinden, gençlerin gözlerindeki cesaretten ve
yüzlerindeki gülümsemeden yayıldı bütün dünyaya, ‘Ya İstiklal ya Ölüm!’,
Özgürlük ya da şehadet!”
Biz
Müslümanlar Hiçbir Zaman Hiç Kimsenin Kölesi Olmadık
İnanmanın özgürlük olduğunu,
dolayısıyla bütün Müslümanların hürriyeti seçtiğini belirten Yazar Abdurrahman
Uzun, “Gerçek manada Allah’a kulluk eden insan dünyada hiç kimsenin kölesi
olamaz” diyor. Siyonist İsrail terör örgütünün yaptığı, ABD ve İngiltere başta
olmak üzere Batı’nın desteklediği soykırımın, Batı’nın sahte yüzünü ortaya
çıkardığını belirten Abdurrahman Uzun, yazısını şu satırlarla tamamlıyor: “Biz
Müslümanlar özgürüz. Biz hiçbir zaman hiç kimsenin kölesi olmadık. Allah’tan
başka kimseye can borcumuz yok. Kılıcımız kınına girdi zannedip zulmü ile abad
olmaya çalışanlar! Biz dik duruşumuzu kılıcımızdan, silahımızdan değil
kalbimizdeki imandan ve kanımızdaki asaletten alıyoruz. Biz kılıca değil
imanımızın gücüne güveniyoruz. Her şey vaktine gebedir. Vakti gelene kadar dik
durmaya ve büyük kıyama hazırlık yapmaya devam edeceğiz. Sonuç? Ya şehadet ya
da özgürlük.” Okunması gereken eserde birbirinden değerli daha pek çok makale
bulunuyor.
YALSIZUÇANLAR’DAN
RÛMİ
Tasavvuf büyüklerini romanlaştıran
günümüzün kıymetli yazarlarından Sadık Yalsızuçanlar, yeni eseri Rûmi’de Mevlâna Hazretleri’nin etrafında
dolaşıyor. “Kalplerin ve Aşkın Sultanı”nı anlatıyor. Asırlardan beri insanları
etkileyen, eserleri ve sözleriyle gönülleri şad eden Mevlâna’nın muhitini,
hocasını, sevenlerini ve bütünüyle inanç dünyamızın yaşanmış o devrini dile
getiriyor. Şüphesiz Mevlâna’yı tanımak, anlamak, sevmek ve eserini okumak
isteyenler için iyi bir kılavuz, güvenilir bir rehberdir Rûmi. Romanın “Birinci
Selamı” Hazret-i Pîr’in “Yetmiş iki millet sırrını benden dinler,/Ben, bir
perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney’im” beytiyle başlıyor. Kitabın
nihayetindeki “Son Taksim”de ise şu hakikatlı mısralar bize tebessüm ediyor:
“Ölümümden sonra kabrimi yerde aramayın!/Benim mezarım, ariflerin
gönüllerindedir.”
Rûmi’nin başında Ramazan bereketi
niyetine, iftariyelik bir girizgâh vardır. Meşhur ressamımız Erol Akyavaş’ın muazzam
‘dönüş’ hikâyesidir bu. Bir rüyanın ardındaki hakikat yolculuğunu dile getiriyor.
Bu kutlu yolculuğun durakları arasında Âşık Hüseyin, Muzaffer Ozak, Rusuhî Dede
ve Ganem Dede de bulunuyor. Bu kısa, özlü ve çarpıcı hidayet metnini,
inanıyorum ki çok seveceksiniz.
HERKESİN
KENDİ SANDIĞI
Günümüzün usta hikâyeci ve
romancılarından Fatma Barbarosoğlu’nun yeni eseri, Herkes Kendi Sandığında Saklı adını taşıyor. Kitap, sevilen
yazarımızın özgün hikâyelerinden oluşuyor. Arka kapak yazısı şöyle: “Dünü ve günü; aşk,
evlilik, boşanma hikâyeleri ile bütünleyen Fatma Barbarosoğlu, duyguların
mütercimi olarak birbirine en uzak noktaları yakın eyliyor.
‘Öznesi Erkek’ bölümündeki hikâyelerde,
erkeklerin kadınlar karşısındaki mağlubiyet ya da galibiyetleri çerçeve içine
alınırken; ‘Öznesi Kadın’ bölümünde, kadın kahramanların hayat karşısında
gösterdikleri mukavemet öne çıkıyor. Barbarosoğlu, kalemiyle hayat verdiği her
özneye itina ile yaklaşıyor, onların kalp ritmini okuyucusunun rikkatine emanet
ediyor.”
KENDİNİN YORGUNU
Yağuz Gönüler’in yeni kitabı Kendinin Yorgunu, içe dönük kısa yazılardan meydana geliyor. Kalbe
dokunan, ruha aşina ve dimağa yakın duran kıymetli metinlerdir bunlar. Kitap
baştan sona okunduğunda okuyucuda şu hissi uyandırıyor: Bazen farkında olmadan
yitirdiğimiz ne kadar çok hakikat var. Ve biz genelde ne kadar lüzumsuz
işlerle, sözlerle meşgul oluyoruz. O hakikatli metinlerden biri: “Bir dua mı
arıyorsun? İç huzuru iste. Kendin için, sevdiklerin için, herkes için. Zaman
geçtikçe iç huzurundan daha büyük bir nimet olmadığını anlayacaksın. Zaman
geçtikçe içi huzursuz insanların nasıl bir ibret olduğunu da göreceksin.” Bir diğerine
geçiyoruz: “İnsanın zaman zaman manasızca içi sıkılıyor, her şey tamam ama şu
göğüs kafesi sanki hem ağrıyor hem ağlıyor,’ dedi derviş. ‘Kolay mı?’ diye
sordu bilge, ‘Dağların dayanamadığını yüklenmiş insan. Arada sırada olacak o
ruh ağrısı!” Bazen tasavvuf deryasından damlalar da düşüyor nasibimize: “Bir
sohbet meclisinde şiir okunuyor. Dinleyenlerden biri şiir bittikten sonra
‘Evliyalar satırda aranmaz, sadırda aranır.’ diyor. Bunun üzerine Ken’an Rifâî
de şu muhteşem ifadeyi dile getiriyor: “Evliyalar ne satırdadır ne sadırdadır:
nefes inen satırdadır!” Hikemî sözlerle, düşündürücü sözlerle dolu eserin bir
başka sayfasında şu gerçek fısıldanıyor: “Sevdiğin şeylerle uğraşmaktan
yorulmuyorsan, başka keramet arama. Sevdiğin şeylerle gününü doldurabiliyorsan,
başka huzur arama. Sevdiğin şeyler bir de işin-gücün oluyorsa, başka cennet
arama. Tek derdin şükrünü aksatmamak olsun, başka dert arama.”
Bu eserlerin tamamı, yayın dünyamızın seçkin markalarından
Profil Kitap’tan okuyucuya ulaştı. Yayınevinden yeni çıkan diğer kitapları da
isimleri ve yazarlarıyla takdim ediyorum. Olumlu
Düşünmenin Gücü (Hasan Abdullah İsmaik), Sankofayı Öldürmek (Gürsoy Uysal), Arka Sokak (Ferhat Tursun) Okuyanlar kazanır. Hele iyi kitapları
bulup okuyanlar zannımca dünyanın en bahtiyar, şanslı kullarındandır. Cenabı
Allah hepimizi o talihli ve iyi kullarından eylesin, âmin.