İslam ruhumuz mu, maskemiz mi?
Günümüzde birçok Müslümanın İslam ile kurduğu ilişki biçimi oldukça problemli…
İçi boşaltılmış bir İslam… Ana üniteleri budanmış bir din…
Netliği bulandırılmış bir inanç sistemi ile karşı karşıyayız…
Topyekûn hayatı düzenleyen din, beşer tarafından dizayna
tabi tutulmuş bir durumda…
Tüm yaşamı disipline etme iddiası elinden alınan din, özel
günlere ve merasimlere tahsis edilmiş durumda…
İslam’ın elinden hayatı alırsanız onu vicdanlara sürgün
etmiş olursunuz…
İslam ve hayat bütünlüğü ıskalanınca geriye ne kalır? Sadece
bir bilgi kaynağı. Kuru inanç sistemi. Ruhsuz yaşam felsefesi… Ya da kültürel
bir niteleme, tarihsel bir malumat, toplumsal bir tema, geleneksel bir miras,
irsi bir aidiyet olarak karşımıza çıkar…
Evet, İslam’ın inanç esaslarını, şekil şartlarını kabul
etmek yeterli olmuyor… Yeni bir ruh, üst bir bilinç, engin bir anlam, ulvi bir
amaç olarak tecelli etmesi gerekiyor…
İslam’ın kapsam alanı nedir?
Akide, amel, ahlak, ahkâm, aksiyon içermeyen bir anlamsız ve
amaçsızdır…
İslam’ın işaret etmediği, izin vermediği, olumlamadığı
hiçbir alana yönelme hakkımız yoktur…
Allah(c.c)’ın bizim için seçtiği din; İslam…
Bu seçimin üstüne başka seçim olamaz. O’na (cc) onunla
gitmek zorundayız…
Evet, Müslüman olmak neyi içerir? Neleri gerektirir?
Bu hususlarda yeterince hassas mıyız?
Herkes kendi hayatına baksın! İslam hayatımda neye tekabül
ediyor? Yaşamın hangi alanlarını İslam’a açtık?
“Müslüman oluşumuz” nasıl bir anlam ifade ediyor?
Müslümanlığımızın bilinç düzeyi, yaşam kalitesi nasıl
seyrediyor?
“İslam benim neyim olur?” sorusuna sağlıklı bir cevabımız
var mıdır?
Gerçekten sormamız gerekiyor mu?
İslam ruhumuz mu, maskemiz mi?
Özümüz İslam mı? Önceliğimiz İslam mı?
Bizim için “mutlak hakikat” mı yoksa görece bir gerçeklik
mi?
İslam’a teslim olduk mu yoksa teslim aldık mı?
Zamanın koşullarına uyumlu bir “Piyasa İslam’ı” mı, yoksa
kulluğun kurallarından ödün vermeyen sahih bir İslam mı, tercihimiz?
Üzülerek altını çizmemiz gereken bir durum var; kendimizi
gözden geçirmemiz gerekirken, İslam’ı habire gözden geçiriyoruz…
“Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”ndan koptuk, ön
kabullerimizi İslam’a onaylatma yolunu seçtik…
Rabbimizin istediği gibi yaşamamız gerekirken, canımızın
istediği gibi yaşar olduk…
Sonra ne oldu?
Din, samimiyetsizlerin “kullanışlı aracı” haline geldi?
Allah ile aldatanlara alan açıldı… Dinden beslenenler, din
satanlar çoğaldı…
Kendi mutfağında, kendi İslam’ını pişirip pazarlayanlar
piyasayı tuttu…
Riyakâr, sahtekâr ve hilekârların dünyasında din ve
dindarlar dumura uğradı…
Dar alanlara sıkıştırılmış, dışlamış bir din gerçeğimiz var…
Bu şartlarda nasıl bir dosya ile Allah’ın huzuruna
çıkacağız?
Popülizme, protestanlaşmaya, rasyonalize edilmeye, modernize
edilmeye açık bir İslam ile hesabımızı nasıl vereceğiz?
Sadece retorik ve ritüellerle sınırlanmış ruhsuz bir İslam
ile rızayı ilahiye ulaşmamız ne kadar mümkün?
Hz. Huzeyfetü’l – Yemamiye soruyorlar:
Nifak nedir? Ey Allah Rasulü’nün sahabisi…
İslam’dan dem vurup, onunla amel etmemektir…
İslam ruhumuz olduğu gün hayatımızı kare kare dokur, bizi
yeniden inşa eder…
Onun için tecdid-i ruh gerekiyor… Tıpkı tecdid-i iman gibi…