İslam, İslamcılık Ve Etnisite
Türkiye son birkaç gündür bir milletvekilinin kaçırılması olayına kilitlendi.; Ancak iki gün içerisinde milletvekili serbest bırakıldı. Öncelikle bize düşen, kaçırılan milletvekili Hüseyin Aygün'e geçmiş olsun demek. Fakat bu olay, tartışmaların ortasında tarafların meseleye yaklaşımları açısından bende bir kekremsilik duygusu uyandırdı. Birincisi, PKK tarafından gerçekleştirilen kaçırılma olayı, özellikle CHP ve BDP'de bir tedirginlikten ziyade "gürültü çıkarmak için fırsat yakalamış olma görüntüsü ortaya çıkardı. Hatta BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, "PKK tarafından kaçırıldı ama insanlar çok tedirgin değil" mealinde bir açıklama yaptı. Öyle ya, bir insan kaçırılıyor ve neticede kaçırılan kişinin öldürülme ihtimali bir tedirginlik oluşturmalı değil mi?
Yazı boyunca bu kaçırılma olayını analiz edecek değilim. Fakat sorunun esas arkaplanı olan etnisite sorununa dikkat çekmek daha önemli. Buna ısrarla etnisite sorunu diyorum. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi, bu soruna ısrarla Kürt sorunu diye yaklaşanlar var ve bunlar meseleyi spesifikleştirip özelleştiriyorlar. Halbuki bu topraklarda kürtlerle ilgili böyle bir sorunun ortaya çıkması, hangi etnik kökenden olursa olsun (Türk veya Kürt) meseleye etnik bir bakış açısıyla bakmaktan kaynaklanmaktadır ve öyle bakılmaya devam ettiği sürece, sorunlar maalesef bitmeyecektir. İkincisi de, bu sorun aslında insanlık tarihi boyunca ve bugün tüm dünyada yaşanan evrensel bir karakter taşımaktadır. Dolayısıyla bir insanlık sorunudur. Son birkaç yüzyıldır ve bilhassa geride bıraktığımız yüzyılda ulusçuluk mentalitesi, bu sorunu daha da keskinleştirmiş ve derinleştirmiştir.
Bugün için ortaya çıkan manzara şudur. Geçmişten bu yana ulusçuluk mentalitesi içerisinde uygulanan politikalar, bir reaksiyon oluşturmuştur ve şu anda etnik bakış açılarının karşılıklı hale gelmesi, meseleyi daha da problemli hale getirmektedir. Bu bakış açıları, seküler ideolojilerden beslenmektedir ve çatışmacıdır. Öte yandan PKK'nın marksist dil ve söylemi, hem bu çatışmayı arttırmakta hem de meseleyi sağlıklı zeminlerde halledebilme platformundan uzaklaştırmaktadır. Çok yakın bir gelecekte yeni nesilde, bu ortak zemini yakalayabilme ihtimali ise daha da azalıyor görünmektedir. Netice itibarıyla durmadan insanlar ölmektedir ki, Türkiye bir bütün olarak bundan zararlı çıkmaktadır. Peki mesele nasıl halledilecek?
İşte bu konuda iki önemli noktaya dikkat çekmemiz gerekecektir. Birincisi, meseleyi hangi zeminde sağlıklı olarak halledebiliriz sorusudur. Bu sorunun hiç tereddütsüz cevabı ortak bir değer olarak İslam olacaktır. İslam, ırkçı, etnik bakış açılarını kınayan söylemi ve aşkın bakış açısıyla bu konuda yegane imkandır. Bu açıdan Türk ve Kürtlerden akil insanların, her türlü etnik bakış açılarını aynı anda bir kenara bırakan düşünce ve pratikler oluşturması gerekmektedir. Bu düşünce ve pratiklerin beraber üretilmesi son derece önem taşır. Aslı itibarıyla İslam'ın halkları tekrar ortak değerlerde birleştirebilecek tarihi ve teolojik argümanları vardır. Fakat bunların tekrar işlenmesi ve yükseltilmesi gerekiyor.
Ayrıca temel insani haklardan herkesin yararlandırılması asgari bir düzey olmalıdır. Bu haklar da, herhangi bir tarafın diğerine tanıyacağı bir lütuf değildir. Bugün için sadece "sizi seviyoruz" gibi bir söylemle yola devam etmenin imkanı kalmamıştır. Karşılıklı olarak içten bir sevgi söylemiyle birlikte, özgürlük ve hakların tanınması da bir zorunluluktur. İslam, bu toprakların asıl mayasıdır. Bunun dışındaki ırkçı, militarist ve marksist söylemler, bu topraklardaki birer arıza, açılmış birer parantezdirler ve mutlaka kapanacaklardır. Dolayısıyla herhangi bir gizli gündemi olmaksızın, Türk ve Kürtlerden akıl ve hikmet sahibi insanların, sivil çağrıları, sesli düşünceleri ve önerecekleri pratikler mutlaka kötü niyetli çatışmacı politikaların etkisini azaltacaktır. "Hak geldi; batıl zail oldu."
İkinci olarak bu süreçte, çatışma, ölüm ve etnik bakış açılarını kışkırtacak söylemlerden uzak durulması çok büyük önem taşımaktadır. Bu konuda yapılan bu tür negatif söylemlerin etkisini, insani çağrılar ve boyutlar değiştirebilirler. Bir müslümana düşen, kötülüğe karşı kötülük üretmek değildir; tam tersine kötülüğü iyiliğe doğru tahvil edebilme cehdidir. Şunu unutmamak lazımdır ki, tüm bunlar memlekette olup biterken, yüzyıllardır bu ülkede kardeşçe yaşamış olan insanlar hep kaybetmeye devam edeceklerdir; kazanan tek taraf ise küresel aktörler olacaktır.
Son haftalarda yapılan İslamcılık ile ilgili tartışmaları da buraya ekleyelim. İslamcılar elan önlerinde bulunan bu insanlık sorununu, derinlikle bir şekilde tartışmak ve çözümler üretmek konusunda aktif olmalıdırlar. İslam'ın bu konudaki potansiyel imkanlarını bilkuvve projelere doğru realize edebilmek üzere onların önünde olan bir fırsat söz konusudur. Ayrıca, bu onlarea İslam'ın yüklediği ve İslamcıların asla kaçamayacakları bir görevdir.