İSLAM, İNSAN VE CEHALET
İslam, insana hikmet, Tevhit, adalet, özgürlük, akıl, barış, iman ve çoğulculuk içinde nasıl yaşanılacağının yolunu gösteren fıtrat dininin adıdır. İslam ve insan arasındaki ilişki sağlıklı ve sahih bir şekilde kurulmadığı zaman ortaya cehalet ve cahiliye çıkmaktadır. Cahiliyenin çoğu zaman İslam maskesi altında savunulması, desteklenmesi ve üretilmesi, insani gelişime ve değişime hiç bir katkısı olmayan yıkıcı ve yozlaştırıcı sonuçların doğmasına neden olmaktadır.
Cehalet yaklaşımının İslam ve insan ilişkisini belirleyen güç olması, hem insanın, hem İslam'ın içinin boşaltılmasına neden olmaktadır. İslam ve insan arasındaki ilişki, canlı ve dinamik bir ilişkidir. Yüz yıllar öncesinden yaşanmış, dile getirilmiş veya uygulanmış anlayışları, düşünceleri ve uygulamaları, günümüzün İslam-insan ilişkisine konu etmek ve merkeze oturtmak, tam bir cahiliye anlayışını yansıtan İslam ve insan karşıtı bir tutumdur.
İslam, geçmişte yaşanılan hiçbir tarihi tecrübeyi insanın önüne mutlak çözüm veya çıkış olarak sunmamaktadır. Kur'an, insanlık tarihinden farklı kişilerin ve toplumların tarihsel, sosyal ve bireysel tecrübelerinden örnekler vererek insanların bulundukları zamanda ve mekanda ahlaklı mümin insanlar olmak için çalışmalarını istemektedir. İslam, insanı an içinde yaşamaya çağırmaktadır. İnsan, yaşadığı an ve mekan içinde iman ve ahlakı gerçekleştirmek şeklinde bir meydan okumayla yüz yüze bulunmaktadır.
İslam, insanın aklının, duygusunun, kafasının ve kalbinin tek bir düşünce veya yaklaşımla doldurulmasına ve donuklaştırılmasına hiç bir şekilde onay vermemektedir. Cahiliye, insanın düşünce ve hayatının tek bir inanç, değer ve yaklaşım tarafından işgal ve istila edilmesi demektir. İnsanlığa hidayet ve şifa kaynağı olarak gönderilen Kur'an, insanı Allah'ınkevni ve kitabi ayetleri üzerinde sürekli olarak düşünmeye, akıl etmeye, sorgulamaya, eleştirel olarak bakmaya ve kişinin kendisini yenilemeye ve değişime çağırmaktadır. Hidayet ve şifayı bulmak, insanın aklını kullanarak, sorgulayarak, bilgi, düşünce ve hikmetle bir değişim ve yenileme sürecinin içinde olması demektir.
İslam'ın hedeflediği mümin ahlaklı insan modeli, Rahmet Peygamberi paradigmasında uygulamasını bulmuştur. Rahmet Peygamberi, akılla, bilgiyle, tefekkürle, eleştirel düşünceyle, hikmetle, ahlakla sürekli olarak kendisini yenilemenin sonucu olarak Muhammed'ul Emin modelini ortaya koymuştur. Muhammed'ul Emin modelinin dayandığı temel, akıl, ahlak ve hukuktur. Muhammed'ul Emin, zayıfın hakkını koruyan, başkalarına ait olanı gasp etmeyen, yalan ve hilelerle insanları aldatmayan, günlük ilişkilerinde şefkat, merhamet ve nezaketle hareket eden güzel bir örnektir. Muhammed'ul Emin, organize karanlık işlerle hiç bir ilişkisi olmayan, statükoyu kutsallaştırmayan insanlık durumunu sağlıklı ve makul bir şekilde kavrayan bir örnektir. Akıl ve ahlak, Rahmet Peygamberinin hayatında sürekli olarak işbaşındaydı. Muhammed'ul Emin modeline karşı cahiliyenin ortaya koyduğu Ebu Cehil pratiği vardır. Ebu Cehil'in en belirgin karakteristiği, ahlak ve hukuku ortadan kaldırmasıdır. Ebu Cehil, aklı, ahlakı ve hukuku ortadan kaldırmak için statükoyu putlaştıran ve kutsallaştıran sapkın bir zihniyetin temsilcisiydi. Rahmet Peygamberi, toplumsal ilişkilerin ahlak ve hukuk içinde yürümesi için Hilf'ulFudul Cemiyetinin aktif bir şekilde çalışması için uğraşırken, Ebu Cehil, statükoyu korumak adına her türlü hukuksuzluğu ve ahlaksızlığı yapmaktan çekinmemekteydi.
Kur'an ve Muhammed'ul Emin modelinin öngördüğü Tevhit, adalet, ehliyet, hikmet, selamet ve akıl değerlerini iptal eden, onların yerine din adı altında cahiliyenin bütün hurafelerini, sapkınlıklarını ve sapmalarını yerleştiren, onları makbul insan ve Müslüman olmanın ölçüleri haline getiren bir cahiliye zihniyetinin hakimiyetinin etkisinde olmak şeklinde köklü bir sorunla yüz yüze bulunmaktayız. Kur'an ve Rahmet Peygamberi, iman, ahlak ve hukuk boyutlarında büyük bir zihniyet değişiminin ve yenilenmesinin gerçekleşmesi için çaba sarf etmeye insanları çağırmaktadır.
Cehalet zihniyeti, yüzeysel, dar ve sığ kalarak insanları saptırmaktadır. Din, yüzeysel kaldığında, klişe ve kalıplara mahkum hale getirildiğinde, tarihsel tecrübeler kutsallaştırıldığında İslam, akla, hikmete, hukuka ve ahlaka dayalı bir zihniyet ve insani hidayet yolu olmaktan çıkmaktadır. Farklı tarihsel dönemlerde yaşanılan uygulamalar ve fikirler, din diye günümüze taşındıkça, İslam ve insan arasındaki ilişkinin koptuğunu ve insanın İslam'a yabancılaşmaya başladığını ifade etmeliyiz.
İslam adına ideolojik, klişeci, taklitçi, savunmacı, tepkisel ve polemiksel konular gündeme getirilmekte, sahtelik ve yapaylıklar din diye kutsallaştırılmakta ve dokunulmaz kılınmaktadır. Dindarlık tecrübesinin ahlakı, hukuku, aklı, hikmeti, düşünmeyi, merakı, öğrenmeyi, araştırmayı, sorgulamayı ve eleştirel düşünmeyi içeren bir olgu olduğu gerçeğinden tamamen gafil bir şekilde hurafeleri, sapkınlıkları ve saçmalıkları din diye korumanın ve savunmanın mücadelesini veriyoruz. Aklın, merakın, öğrenmenin, eleştirel düşünmenin, ahlakın ve hukukun merkezde olmadığı bir dindarlık yaşantısının, kişilerde değişimin kaynağı ve toplumsal gelişimin dinamiği olması mümkün değildir. İslam ve insan arasında olan ilişkinin akıl, ahlak ve düşünce temellerinde yeniden kurulmasına ihtiyaç vardır.
İslam dünyasının temel sorunu, cehaletin İslam'ın yerini almış olmasıdır. Cehaletin farkında olmamak, akılla ve eleştirel düşünce ile yaşadıklarımıza bakmamak, cehaletler içinde kaybolmamıza ve boğulmamıza neden olmaktadır. İslam, insanlığın cehaleti reddetmesini ve cehaletle kendisi arasındaki mesafeyi akıl ve hikmetle korumasını istemektedir. Cehaletin din haline gelmesi, düşünmeyen ve sorgulamayan yığınlardan oluşan kalabalıklar haline gelmemize neden olmaktadır. Ümmet haline gelebilmek için akıl etmemiz, öğrenmemiz, bilgiyi elde etmeyi keşfetmemiz ve kendimizi geliştirmek için çabalamamız gerekiyor. Her şeyden önce düşünmeyi, eleştirmeyi ve yenilenmeyi bilen kişilerin en büyük değerimiz olduğunu fark etmeliyiz.