"İslam Hakikatleri Her Çağa Hitap Ediyor"
İslam tarihi ile ilgili belge romanları ilgi gören tarihçi yazar Nurettin Taşkesen, Zamanın Müceddidleri’nde bilinmeyenleri anlatıyor.
Nuretin
Taşkesen, İslam tarihine dair kaleme aldığı belge romanlarıyla tanınan ve
sevilerek okunan bir araştırmacı yazar. Yazarımızın, şimdi de Zamanın Müceddidleri
isimli yeni bir eseri (Folıant Basım Yayın) günışığına çıktı. ‘Yaşadıkları
zamanı aydınlatan zirve şahsiyetler’ alt başlığıyla okuyuculara sunulan kitapta,
8 büyük İslam müceddididinin hayatı, eserleri ve hizmetleri anlatılıyor.
Nurettin Taşkesen ile Zamanın
Müceddidleri hakkında konuştuk:
Zamanın Müceddidleri isimli bir yeni eserle
okuyucunun karşısına çıktınız. Bu kitap fikri nasıl doğdu?
Gerçekten böyle farklı bir konuda kitap
çalışmasını hiç düşünmüyordum. Yarım asırlık dostum ve ağabeyim Haluk İmamoğlu’nun
teklifiyle bu konu gündeme geldi. Aslında ben tarihçi ve edebiyatçı olarak
ilahiyat konusuna girmek istemedim. Fakat bakış açımız tarihî olayların ışığında
müceddidlerin ortaya koydukları çözüm ve irşat metotları olunca, kabul ettim.
İslam Tarihi’nin ilk asrından itibaren yaşanan kriz ve bunalım dönemlerini ve
bu zirve şahsiyetlerin tecdit ve ıslah faaliyetlerini ele alarak araştırmalara
başladım. Bu arada konunun uzmanı olan çok sayıda arkadaşımızla istişare ederek
görüşlerini aldım. Böyle bir esere ihtiyaç olduğuna kanaat getirdikten sonra
kitabı yazmaya başladım.
Müceddid kelimesi ve kavramı dinî çevrelerde az çok
duyulsa da genel olarak bilinmiyor. “Müceddid”
ne demek, tarif edebilir misiniz?
Hadis-i Şerif’te “Her yüz senede dini
tecdid edecek (yenileyecek) bir müceddidin geleceği” haber verilmiştir. Bu
zirve şahsiyetler, yaşadıkları çağda meydana gelen bunalımların aşılması,
İslamiyet’in hurafelerden ve bidatlardan yani dine sonradan sokulmuş, yanlış
fikir ve eylemlerden temizlenmesi, Kur’an ve sünnete uygun inanç ve ibadet
esaslarının aslına uygun olarak yeniden tesis edilmesi, Müslümanların içine
düştükleri ümitsizlik girdabından kurtarılması gibi çok önemli görevler ifa
etmişlerdir. Ancak “müceddid”kelimesi
ve kavramı, dediğiniz gibi günümüzde toplum tarafından az biliniyor. Çünkü
ülkemiz bir asırdır dinî bilgiler ve ıstılahlardan uzak kaldı. Ancak
ilahiyatçılar tarafından araştırılan bu kavram, maalesef tartışma konusu
yapıldı. Görüşlerini beğendiği ve tasvip ettiği kimseleri müceddid kabul edip
hoşlanmadığı şahsiyetleri ise, bu makama layık görmeyen modern ilahiyatçılar
türedi. Hatta bunların bir kısmı kendilerini reformcu olarak tanıtıp birçok dinî
konuda yanlış hükümler verdiler. Müceddidler ile reformcular arasındaki en
önemli fark şudur:
Müceddidler,
dine sonradan ilave edilen veya zaman içinde bozulan hüküm ve uygulamaları ayıklayarak
İslam’ı, Asrı Saadet’teki saf ve orjinal hâline döndürmeye çalışmışlardır.
Reformcular ise tam tersine, dini modernize etmek, bazı hükümleri değiştirmek
veya kaldırmak ve bidat denilen uydurmaları dine sokmak için gayret
göstermişlerdir.
Ömer Bin Abdülaziz’den Bediüzzaman Said Nursi’ye
kadar 8 müceddidi ayrı bölümler hâlinde anlatıyorsunuz. Bu kadar geniş bir
tarih dönemini ele almak zor olmadı mı?
Evet seçtiğimiz bu sekiz zirve şahsiyetin
yaşadığı dönemlere bakıldığı zaman 14 asırlık İslam Tarihi’nin büyük bölümünü
içine aldığını görüyoruz. Her bölümde tarihî olayları, yaşanan kriz ve
bunalımları anlatarak müceddidlerin getirdiği çözümlerin önemini vurgulamaya
çalıştım. Bu kadar geniş bir dönemi incelemek yaklaşık iki yılımı aldı. Kaynak
açısından herhangi bir sıkıntı çekmedim. En büyük zorluk, geniş ve teferruatlı
konuları kısıtlı sayfalar içinde özetlemeye çalışmak oldu. Çünkü bu şahsiyetler
hakkında ciltlerle kitap yazılmış, yüksek lisans ve doktora tezleri
hazırlanmıştır. Bu yüzden tarihî perspektifle olayları ve bu zirve isimleri
sadece bu açıdan değerlendirmeye çalıştım. Mutlaka eksik bıraktığım, yeterince
anlatamadığım mevzular olmuştur. İfade ve yorumlarımda beşeri olarak yapılan
hatalar ve noksanlıklar için, okuyucuların hoşgörüsüne ve Cenab-ı Allah’ın
affına sığınıyor, kitapta isimleri geçen büyük şahsiyetlerin ruhaniyetlerinden
özür diliyorum.
Müceddidlerin sayısı tam belli mi? Siz sekiz şahsiyet
seçmişsiniz. Ama zannediyorum İslam tarihi boyunca bu sayı çok daha fazladır.
Acaba tespit edilen kaç müceddid var? Ömer Bin Abdülaziz’den bugüne kadar
toplamda kaç müceddid gelmiştir? İsimleri nelerdir? Bir de şunu merak ediyorum.
Bu müceddidlerin isimleri ve sayıları İslam ümmetinin ortak kabulüne mazhar
olmuş mudur? Yani bu konuda tartışmalar, farklı anlayış ve bakışlar da var mı?
Hicrî her asırda bir müceddid geldiğine
göre sayısının 14 olması gerekir. Ancak bu ön dört isim konusunda bir ittifak
sağlanmış değildir. Ömer bin Abdülaziz, İmamı Şafii, İmamı Gazzali, İmamı
Rabbani ve Mevlâna Halid Bağdadi; İslam âlimlerinin çoğunluğu tarafından müceddid
olarak kabul edilmiştir. Diğer isimler üzerinde farklı görüşler vardır. Biz
sekiz şahsiyeti seçerken, daha ziyade yaşadıkları devrin problemlerini ve
getirilen çözümleri nazara aldık. Yani ümmete zor zamanda rehberlik yapan,
geniş halk kitlelerini ümitsizlik girdabından kurtaran ve İslamiyet’i yanlış ve
batıl düşüncelerden arındıran isimlere öncelik verdik. Elbette diğer kıymetli
şahsiyetler de araştırılıp hayatları ve mücadeleleri Müslümanlara örnek olacak
şekilde kaleme alınmalıdır.
Kaynaklarda farklı müceddid listelerine
rastlanmaktadır. Benim en çok faydalandığım ve görüşlerine itimad ettiğim
Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam
Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde geniş izahat bulunmakla beraber
müceddid listesi yoktur. Sorularla
İslamiyet internet sitesinden aldığım müceddid listesini bilgi olarak verebilirim:
1)Ömer
bin Abdülaziz (638–720), 2. İmam-ı Şafii (767–819), 3. Ebu’l-Hasan Ali El- Eş’ari
(873–936), 4. Ebu Bekir Bakıllani (vefatı 1013), 5. İmam-ı Gazali (1058–1111), 6.
Fahreddin-i Razi (1149–1209), 7. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (1207–1273), 8.
Zeynüddin-i Irakî (vefatı 1402), 9. İmam-ı Sahavi (vefatı 902), 10.
Celaleddin-i Suyutî (1445–1505), 11. İmam-ı Rabbani (1563-1624), 12. Şah
Veliyullah Dehlevi (1702–1762), 13. Mevlana Halid-i Bağdadi (1779–1826), 14.
Bediüzzaman Said Nursi (1876–1960)
Kitapta anlattığınız sekiz müceddid İslam âleminde
genelde hürmet gören, sevilen, sayılan ve kendilerine güven duyulan
şahsiyetler. Bu zatlar yaşadıkları dönemdeki devlet adamlarıyla nasıl
geçinmişlerdir. Bazılarının sıkıntılar yaşadığı hatta büyük acılar çektiği de görülüyor.
Genel olarak bu münasebetler nasıl olmuştur?
Evet sadece müceddidler değil, birçok
kıymetli âlim ve müçtehit, devlet başkanı ve yöneticilerle pek
anlaşamamışlardır. Çünkü halife bile olsa devletin başında olan kişi, kendi
düşünce ve görüşüne olumlu bakan hatta öven insanları ve âlimleri taltif etmiş,
karşı çıkanları ise cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Hâlbuki gerçek âlimler,
Allah’tan başka kimseden korkmadan hak ve hakikati her zaman dile
getirmişlerdir. Bu yüzden de maddi manevi sıkıntılar yaşamış, bazen
hapishanelere bile düşmüşlerdir. Mesela Hanefi Mezhebi’nin kurucusu İmamı Azam
Ebu Hanife, Abbasi halifesi Mansur’un, Bağdat Kadılığı teklifini kabul etmediği
için hapishaneye atılmış ve daha sonra şehid olmuştur.
Yine İmamı Rabbani, Cihangir Şah’ın
huzurunda secde etmediği için bir yıl Gevaliyar Kalesi’nde hapsedilmiştir. Mevlâna
Celaleddin Rumi, Selçuklu Sultanlarına daima nasihat ederek onları adalete ve
doğruluğa sevk etmiştir. Bir defasında kendisinden nasihat isteyen Sultan
İzzedddin’e şöyle demiştir: "Sana ne diyeyim. Çoban ol demişler, kurtluk
ediyorsun. Seni bekçi yapmışlar, hırsızlığa girişiyorsun. Rahman seni padişah
yapmış sen şeytana uyuyorsun.”
Mevlâna
Halid Bağdadi ise kendisini ziyarete gelen Bağdat Valisi Said Paşa’ya şöyle
nasihat etmiştir: “Kıyamet gününde herkes kendisinden sorulacaktır. Fakat sen
hem kendinden hem de velâyetin altında bulunan insanlardan sorulacaksın. Bunun
için Allah’tan sakın ve azabına sebep olacak şeylerden kaçın.”
Mevlâna Halid talebelerine daima şu
tavsiyede bulunmuştur:
“Devlet
adamları ve varlıklı insanlardan daima uzak durunuz. İyilik kastıyla da olsa
makam sahiplerine aracı olarak gitmeyiniz.”
Bediüzzaman
Said Nursi ise, Cumhuriyet’ten önce ve sonra devlet adamlarına ve yöneticilere
hiç çekinmeden daima hak ve hakikati tebliğ etmiştir. Bu yüzden çok sıkıntılar
çekmiş, hayatı hapisler, sürgünler, gözaltı ve tarassutlarla geçmiştir. Devlet
yetkililerinden kendisi için en küçük bir istekte bulunmamış, sadece İslam ve
Kur’an lehine bazı talepleri olmuştur. Mesela merhum şehit Başbakan Adnan
Menderes’in ezanı aslına çevirmesini çok takdir etmiş, en kısa zamanda Ayasofya’nın
da camiye döndürülmesini ve Risale-i Nur’un Diyanet tarafından bastırılmasını
istemiştir. Onun bu iki talebi ancak yakın zamanda Ak Parti hükümeti tarafından
yerine getirilebilmiştir.
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin son dönemi
ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından itibaren dinî alanda birçok
değişiklik olmuş, yeni din âlimleri, tasavvuf öncüleri, cemaat önderleri ortaya
çıkmıştır. Malum farklı tarikat ve cemaatler vardır günümüze ulaşan. Acaba bu
farklı gruptakiler için müceddidlik konusunda aynı görüşler hâkim olmuş mudur?
Mesela siz Cumhuriyet devrinde Bediüzzaman Said Nursi’yi yaşadığı devrin
müceddidi olarak anlatıyorsunuz. Bunu diğer tarikat ve cemaat mensupları kabul
ediyor mu? Etmiyorsa onlar da kendi hocalarını, şeyhlerini veya cemaat
öncülerini kendi müceddidleri olarak mı görüyorlar?
Dediğiniz gibi günümüzde çok farklı cemaat
ve gruplar kendi metotlarıyla İslamiyet’e hizmet ediyorlar. Elbette ki hepsinin
mensup olduğu çok kıymetli zatlar var. Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahit
Kotku, Abdülhakim Arvasi ve Mahmud Efendi gibi zatlar zor şartlar altında büyük
hizmetler yapmışlardır. Fakat Bediüzzaman yazdığı eserlerle bu çağın en büyük
problemi olan dinsizlik ve inançsızlığa karşı herkesin anlayacağı ve kabul
edebileceği ilmî, mantıki, ikna edici delillerle çözüm getirmiştir. Fen ve
felsefeden gelen dalalet yani inkârcılığa karşı gençliğin imanını kurtarmak
için çok büyük gayret göstermiştir. Sadece Türkiye’de milyonlarca insan Nur
Risalelerini okuyarak doğru yolu bulmuştur. Ayrıca 60’tan fazla dile çevrilen
bu eserler, bütün dünyada İslam ve Kur’an hizmeti yapmaktadır. Dolayısıyla
Bediüzzaman ve eserleri, çağımızın müceddidi olma vasfını layıkıyla elde
etmiştir. Diğer cemaatlerin hepsi bunu kabul etmese de, çoğunun Bediüzzaman’a
dost olduğunu ve kendi mensuplarına bu eserlerin okunmasını tavsiye ettiğini biliyorum.
“Yaşadıkları zamanı aydınlatan zirve
şahsiyetler” olarak kabul ettiğiniz ve anlattığınız Zamanın Müceddidleri isimli
eseriniz nasıl karşılandı. Bugün dinî tarikatlar ve cemaatlerin birbirine
bakışı nasıl? Kur’an-ı Kerim’de geçen “Müminler kardeştir.” buyruğuna uygun
hareket ediyorlar mı? Yoksa farklı bakış mı söz konusu?
Ben prensip olarak tenkit ve tavsiyelerden
memnun oluyorum. Hata ve noksanlarımı bana söyleyen ve düzeltmeme yardımcı
olanlara teşekkür ediyorum. Yeter ki, peşin fikirle yapılan karalama, hakaret
ve itham edici eleştiri olmasın. Bu kitabı okuyanlardan çok olumlu yorum ve
intibalar geldi. Ancak bazı dostlar sekiz şahsiyetin seçimi konusunda,
özellikle Gavsı Azam Abdülkadir Geylani ve Şahı Nakşibend Bahaeddin Buhari Hazretleri’nin
müceddid sayılmadığı gerekçesiyle tenkitlerini ifade ettiler. Onların haklı
olduğunu fakat yukarıda izah edilen görüş doğrultusunda kitapta yer verildiğini
kendilerine ifade ettim. Günümüzde maalesef dinî cemaatlerde az veya çok
taassup bulunuyor. Yani kendi hocasını ve şeyhini diğerlerinden çok büyük
görüyor, kendi meşrebini herkesten üstün telakki ediyor. Hatta bu yetmezmiş
gibi kendi dışındaki hizmet metotlarının yanlış ve batıl olduğunu iddia
edebiliyor. Hâlbuki İslam’a ve Kur’an’a hizmet ettiğini söyleyen bir insan, “Benim
mesleğim de diğerleri gibi haktır, doğrudur.” diyebilir. Ama “Hak ve doğru olan
yalnız benim mesleğimdir.” diyemez. Zaten uhuvvet dediğimiz iman kardeşliğinin
esası budur. Bediüzzaman Said Nursi’nin bu konuda ilginç görüşleri vardır. “Bütün
müminler kardeştir.” ayetinin Asr-ı Saadet’te tecelli eden gerçek manasının
unutulduğu çağımızda, Uhuvvet Risalesi’ni
yazarak İslam kardeşliğini hatırlatan Bediüzzaman, kendi çevresinde ve
talebeleri arasında bunu bilfiil yaşatmıştır. Kur’an’da övülen Ensar ve
Muhacirler arasındaki kardeşliğin günümüzde de uygulanabilir olduğunu hadislere
dayanarak anlatıp, asabiyet ve kavmiyet saplantısından sıyrılarak İslam
birliğinin gerçekleşmesi için önce uhuvvetin gerekli olduğunu belirtmiştir.
15 Temmuz’da Türkiye büyük bir facia yaşandı.
FETÖ denilen dinî görünümlü aslında ABD’nin istihbarat örgütü kuruluş, Türkiye’yi
parçalamak istedi ama buna muvaffak olamadı. Bu ihanet şebekesini Bediüzzaman
ve Nur Talebeleri ile karıştıranlar var. Ne dersiniz?
Maalesef
gençliğinde bir ara Nur Risaleleri ve Nur talebeleri ile münasebeti olan FETÖ elebaşı,
bu eserleri ve onu okuyan saf temiz Anadolu gençliğini kendi menhus gayesine
alet etmiştir. Kendini, İmamı Gazzali bölümünde anlattığım Hasan Sabbah’a
benzeterek Bâtıni ve Haşhaşi fırkaları gibi kurdukları gizli örgütle, hem dinî
cemaatlerin içine nüfuz etmiş hem de devleti ele geçirmeye çalışmıştır. Öncelikle
şunu çok açık bir şekilde belirtelim ki, Bediüzzaman Said Nursi ve Nur
Risaleleri ile FETÖ elebaşının ve örgütünün hiç bir alakası yoktur. Kendisini
ve gizli siyasi gayesini örtbas etmek için "Nur cemaati" kisvesine
bürünen bu sahtekârları, Bediüzzaman’ın hizmetinde bulunan bütün talebeleri
açıkça yalanlamıştır. Buna rağmen İslam ve Kur’an’a düşman olan şer odakları,
kasıtlı olarak FETÖ Terör Örgütü ile Bediüzzaman Said Nursi ve Nur talebelerini
birbirine karıştırarak, bu belirsiz ortamda hem Nur talebelerini hem de bütün
cemaat ve tarikatları hedef göstermeye çalışmaktadırlar.
Bu kitapta Bediüzzaman Said Nursi’ye
sayfa olarak daha fazla yer vermemizin sebebi; hayatı, fikirleri ve yaptığı
iman hizmetiyle ülkemizde ve dünyada mümtaz bir yere sahip olan bu
mütefekkirin, FETÖ hareketiyle en ufak bir ilgi ve benzerliğinin olmadığını
anlatmaktır. Beiüzzaman’ın siyasetten uzak durması ve hayatı boyunca uyguladığı
müsbet hareket metodu, FETÖ ve benzeri şer odaklarıyla hiçbir alaka ve
benzerliğinin bulunmadığını en açık bir şekilde ortaya koymaktadır.