Dolar (USD)
34.60
Euro (EUR)
36.31
Gram Altın
2932.68
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Temmuz 2023

"İslam Hakikatleri Her Çağa Hitap Ediyor"

İslam tarihi ile ilgili belge romanları ilgi gören tarihçi yazar Nurettin Taşkesen, Zamanın Müceddidleri’nde bilinmeyenleri anlatıyor.

Nuretin Taşkesen, İslam tarihine dair kaleme aldığı belge romanlarıyla tanınan ve sevilerek okunan bir araştırmacı yazar. Yazarımızın, şimdi de Zamanın Müceddidleri isimli yeni bir eseri (Folıant Basım Yayın) günışığına çıktı. ‘Yaşadıkları zamanı aydınlatan zirve şahsiyetler’ alt başlığıyla okuyuculara sunulan kitapta, 8 büyük İslam müceddididinin hayatı, eserleri ve hizmetleri anlatılıyor. Nurettin Taşkesen ile Zamanın Müceddidleri hakkında konuştuk:

Zamanın Müceddidleri isimli bir yeni eserle okuyucunun karşısına çıktınız. Bu kitap fikri nasıl doğdu?

Gerçekten böyle farklı bir konuda kitap çalışmasını hiç düşünmüyordum. Yarım asırlık dostum ve ağabeyim Haluk İmamoğlu’nun teklifiyle bu konu gündeme geldi. Aslında ben tarihçi ve edebiyatçı olarak ilahiyat konusuna girmek istemedim. Fakat bakış açımız tarihî olayların ışığında müceddidlerin ortaya koydukları çözüm ve irşat metotları olunca, kabul ettim. İslam Tarihi’nin ilk asrından itibaren yaşanan kriz ve bunalım dönemlerini ve bu zirve şahsiyetlerin tecdit ve ıslah faaliyetlerini ele alarak araştırmalara başladım. Bu arada konunun uzmanı olan çok sayıda arkadaşımızla istişare ederek görüşlerini aldım. Böyle bir esere ihtiyaç olduğuna kanaat getirdikten sonra kitabı yazmaya başladım.

10-ntaskesen-torunlariyla_eb353bd952c531f5086d62b7ca158073.jpg

Müceddid kelimesi ve kavramı dinî çevrelerde az çok duyulsa da genel olarak bilinmiyor. “Müceddid” ne demek, tarif edebilir misiniz?

Hadis-i Şerif’te “Her yüz senede dini tecdid edecek (yenileyecek) bir müceddidin geleceği” haber verilmiştir. Bu zirve şahsiyetler, yaşadıkları çağda meydana gelen bunalımların aşılması, İslamiyet’in hurafelerden ve bidatlardan yani dine sonradan sokulmuş, yanlış fikir ve eylemlerden temizlenmesi, Kur’an ve sünnete uygun inanç ve ibadet esaslarının aslına uygun olarak yeniden tesis edilmesi, Müslümanların içine düştükleri ümitsizlik girdabından kurtarılması gibi çok önemli görevler ifa etmişlerdir. Ancak “müceddid”kelimesi ve kavramı, dediğiniz gibi günümüzde toplum tarafından az biliniyor. Çünkü ülkemiz bir asırdır dinî bilgiler ve ıstılahlardan uzak kaldı. Ancak ilahiyatçılar tarafından araştırılan bu kavram, maalesef tartışma konusu yapıldı. Görüşlerini beğendiği ve tasvip ettiği kimseleri müceddid kabul edip hoşlanmadığı şahsiyetleri ise, bu makama layık görmeyen modern ilahiyatçılar türedi. Hatta bunların bir kısmı kendilerini reformcu olarak tanıtıp birçok dinî konuda yanlış hükümler verdiler. Müceddidler ile reformcular arasındaki en önemli fark şudur:

Müceddidler, dine sonradan ilave edilen veya zaman içinde bozulan hüküm ve uygulamaları ayıklayarak İslam’ı, Asrı Saadet’teki saf ve orjinal hâline döndürmeye çalışmışlardır. Reformcular ise tam tersine, dini modernize etmek, bazı hükümleri değiştirmek veya kaldırmak ve bidat denilen uydurmaları dine sokmak için gayret göstermişlerdir.

Ömer Bin Abdülaziz’den Bediüzzaman Said Nursi’ye kadar 8 müceddidi ayrı bölümler hâlinde anlatıyorsunuz. Bu kadar geniş bir tarih dönemini ele almak zor olmadı mı?

Evet seçtiğimiz bu sekiz zirve şahsiyetin yaşadığı dönemlere bakıldığı zaman 14 asırlık İslam Tarihi’nin büyük bölümünü içine aldığını görüyoruz. Her bölümde tarihî olayları, yaşanan kriz ve bunalımları anlatarak müceddidlerin getirdiği çözümlerin önemini vurgulamaya çalıştım. Bu kadar geniş bir dönemi incelemek yaklaşık iki yılımı aldı. Kaynak açısından herhangi bir sıkıntı çekmedim. En büyük zorluk, geniş ve teferruatlı konuları kısıtlı sayfalar içinde özetlemeye çalışmak oldu. Çünkü bu şahsiyetler hakkında ciltlerle kitap yazılmış, yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlanmıştır. Bu yüzden tarihî perspektifle olayları ve bu zirve isimleri sadece bu açıdan değerlendirmeye çalıştım. Mutlaka eksik bıraktığım, yeterince anlatamadığım mevzular olmuştur. İfade ve yorumlarımda beşeri olarak yapılan hatalar ve noksanlıklar için, okuyucuların hoşgörüsüne ve Cenab-ı Allah’ın affına sığınıyor, kitapta isimleri geçen büyük şahsiyetlerin ruhaniyetlerinden özür diliyorum.

11-nekbeye-musluman-gencligin-ilgisi_0f8f9bb997c23092314488f2eef53184.jpg

Müceddidlerin sayısı tam belli mi? Siz sekiz şahsiyet seçmişsiniz. Ama zannediyorum İslam tarihi boyunca bu sayı çok daha fazladır. Acaba tespit edilen kaç müceddid var? Ömer Bin Abdülaziz’den bugüne kadar toplamda kaç müceddid gelmiştir? İsimleri nelerdir? Bir de şunu merak ediyorum. Bu müceddidlerin isimleri ve sayıları İslam ümmetinin ortak kabulüne mazhar olmuş mudur? Yani bu konuda tartışmalar, farklı anlayış ve bakışlar da var mı?

Hicrî her asırda bir müceddid geldiğine göre sayısının 14 olması gerekir. Ancak bu ön dört isim konusunda bir ittifak sağlanmış değildir. Ömer bin Abdülaziz, İmamı Şafii, İmamı Gazzali, İmamı Rabbani ve Mevlâna Halid Bağdadi; İslam âlimlerinin çoğunluğu tarafından müceddid olarak kabul edilmiştir. Diğer isimler üzerinde farklı görüşler vardır. Biz sekiz şahsiyeti seçerken, daha ziyade yaşadıkları devrin problemlerini ve getirilen çözümleri nazara aldık. Yani ümmete zor zamanda rehberlik yapan, geniş halk kitlelerini ümitsizlik girdabından kurtaran ve İslamiyet’i yanlış ve batıl düşüncelerden arındıran isimlere öncelik verdik. Elbette diğer kıymetli şahsiyetler de araştırılıp hayatları ve mücadeleleri Müslümanlara örnek olacak şekilde kaleme alınmalıdır.

Kaynaklarda farklı müceddid listelerine rastlanmaktadır. Benim en çok faydalandığım ve görüşlerine itimad ettiğim Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde geniş izahat bulunmakla beraber müceddid listesi yoktur. Sorularla İslamiyet internet sitesinden aldığım müceddid listesini bilgi olarak verebilirim:

1)Ömer bin Abdülaziz (638–720), 2. İmam-ı Şafii (767–819), 3. Ebu’l-Hasan Ali El- Eş’ari (873–936), 4. Ebu Bekir Bakıllani (vefatı 1013), 5. İmam-ı Gazali (1058–1111), 6. Fahreddin-i Razi (1149–1209), 7. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (1207–1273), 8. Zeynüddin-i Irakî (vefatı 1402), 9. İmam-ı Sahavi (vefatı 902), 10. Celaleddin-i Suyutî (1445–1505), 11. İmam-ı Rabbani (1563-1624), 12. Şah Veliyullah Dehlevi (1702–1762), 13. Mevlana Halid-i Bağdadi (1779–1826), 14. Bediüzzaman Said Nursi (1876–1960)

Kitapta anlattığınız sekiz müceddid İslam âleminde genelde hürmet gören, sevilen, sayılan ve kendilerine güven duyulan şahsiyetler. Bu zatlar yaşadıkları dönemdeki devlet adamlarıyla nasıl geçinmişlerdir. Bazılarının sıkıntılar yaşadığı hatta büyük acılar çektiği de görülüyor. Genel olarak bu münasebetler nasıl olmuştur?

Evet sadece müceddidler değil, birçok kıymetli âlim ve müçtehit, devlet başkanı ve yöneticilerle pek anlaşamamışlardır. Çünkü halife bile olsa devletin başında olan kişi, kendi düşünce ve görüşüne olumlu bakan hatta öven insanları ve âlimleri taltif etmiş, karşı çıkanları ise cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Hâlbuki gerçek âlimler, Allah’tan başka kimseden korkmadan hak ve hakikati her zaman dile getirmişlerdir. Bu yüzden de maddi manevi sıkıntılar yaşamış, bazen hapishanelere bile düşmüşlerdir. Mesela Hanefi Mezhebi’nin kurucusu İmamı Azam Ebu Hanife, Abbasi halifesi Mansur’un, Bağdat Kadılığı teklifini kabul etmediği için hapishaneye atılmış ve daha sonra şehid olmuştur.

Yine İmamı Rabbani, Cihangir Şah’ın huzurunda secde etmediği için bir yıl Gevaliyar Kalesi’nde hapsedilmiştir. Mevlâna Celaleddin Rumi, Selçuklu Sultanlarına daima nasihat ederek onları adalete ve doğruluğa sevk etmiştir. Bir defasında kendisinden nasihat isteyen Sultan İzzedddin’e şöyle demiştir: "Sana ne diyeyim. Çoban ol demişler, kurtluk ediyorsun. Seni bekçi yapmışlar, hırsızlığa girişiyorsun. Rahman seni padişah yapmış sen şeytana uyuyorsun.”

Mevlâna Halid Bağdadi ise kendisini ziyarete gelen Bağdat Valisi Said Paşa’ya şöyle nasihat etmiştir: “Kıyamet gününde herkes kendisinden sorulacaktır. Fakat sen hem kendinden hem de velâyetin altında bulunan insanlardan sorulacaksın. Bunun için Allah’tan sakın ve azabına sebep olacak şeylerden kaçın.”

Mevlâna Halid talebelerine daima şu tavsiyede bulunmuştur:

“Devlet adamları ve varlıklı insanlardan daima uzak durunuz. İyilik kastıyla da olsa makam sahiplerine aracı olarak gitmeyiniz.”

Bediüzzaman Said Nursi ise, Cumhuriyet’ten önce ve sonra devlet adamlarına ve yöneticilere hiç çekinmeden daima hak ve hakikati tebliğ etmiştir. Bu yüzden çok sıkıntılar çekmiş, hayatı hapisler, sürgünler, gözaltı ve tarassutlarla geçmiştir. Devlet yetkililerinden kendisi için en küçük bir istekte bulunmamış, sadece İslam ve Kur’an lehine bazı talepleri olmuştur. Mesela merhum şehit Başbakan Adnan Menderes’in ezanı aslına çevirmesini çok takdir etmiş, en kısa zamanda Ayasofya’nın da camiye döndürülmesini ve Risale-i Nur’un Diyanet tarafından bastırılmasını istemiştir. Onun bu iki talebi ancak yakın zamanda Ak Parti hükümeti tarafından yerine getirilebilmiştir.

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin son dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından itibaren dinî alanda birçok değişiklik olmuş, yeni din âlimleri, tasavvuf öncüleri, cemaat önderleri ortaya çıkmıştır. Malum farklı tarikat ve cemaatler vardır günümüze ulaşan. Acaba bu farklı gruptakiler için müceddidlik konusunda aynı görüşler hâkim olmuş mudur? Mesela siz Cumhuriyet devrinde Bediüzzaman Said Nursi’yi yaşadığı devrin müceddidi olarak anlatıyorsunuz. Bunu diğer tarikat ve cemaat mensupları kabul ediyor mu? Etmiyorsa onlar da kendi hocalarını, şeyhlerini veya cemaat öncülerini kendi müceddidleri olarak mı görüyorlar?

Dediğiniz gibi günümüzde çok farklı cemaat ve gruplar kendi metotlarıyla İslamiyet’e hizmet ediyorlar. Elbette ki hepsinin mensup olduğu çok kıymetli zatlar var. Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahit Kotku, Abdülhakim Arvasi ve Mahmud Efendi gibi zatlar zor şartlar altında büyük hizmetler yapmışlardır. Fakat Bediüzzaman yazdığı eserlerle bu çağın en büyük problemi olan dinsizlik ve inançsızlığa karşı herkesin anlayacağı ve kabul edebileceği ilmî, mantıki, ikna edici delillerle çözüm getirmiştir. Fen ve felsefeden gelen dalalet yani inkârcılığa karşı gençliğin imanını kurtarmak için çok büyük gayret göstermiştir. Sadece Türkiye’de milyonlarca insan Nur Risalelerini okuyarak doğru yolu bulmuştur. Ayrıca 60’tan fazla dile çevrilen bu eserler, bütün dünyada İslam ve Kur’an hizmeti yapmaktadır. Dolayısıyla Bediüzzaman ve eserleri, çağımızın müceddidi olma vasfını layıkıyla elde etmiştir. Diğer cemaatlerin hepsi bunu kabul etmese de, çoğunun Bediüzzaman’a dost olduğunu ve kendi mensuplarına bu eserlerin okunmasını tavsiye ettiğini biliyorum.

9-nurettin-taskesenle-fuarda-1632018_20007bb2d8f18f68c3c4d9a5676178bd.jpg

“Yaşadıkları zamanı aydınlatan zirve şahsiyetler” olarak kabul ettiğiniz ve anlattığınız Zamanın Müceddidleri isimli eseriniz nasıl karşılandı. Bugün dinî tarikatlar ve cemaatlerin birbirine bakışı nasıl? Kur’an-ı Kerim’de geçen “Müminler kardeştir.” buyruğuna uygun hareket ediyorlar mı? Yoksa farklı bakış mı söz konusu?

Ben prensip olarak tenkit ve tavsiyelerden memnun oluyorum. Hata ve noksanlarımı bana söyleyen ve düzeltmeme yardımcı olanlara teşekkür ediyorum. Yeter ki, peşin fikirle yapılan karalama, hakaret ve itham edici eleştiri olmasın. Bu kitabı okuyanlardan çok olumlu yorum ve intibalar geldi. Ancak bazı dostlar sekiz şahsiyetin seçimi konusunda, özellikle Gavsı Azam Abdülkadir Geylani ve Şahı Nakşibend Bahaeddin Buhari Hazretleri’nin müceddid sayılmadığı gerekçesiyle tenkitlerini ifade ettiler. Onların haklı olduğunu fakat yukarıda izah edilen görüş doğrultusunda kitapta yer verildiğini kendilerine ifade ettim. Günümüzde maalesef dinî cemaatlerde az veya çok taassup bulunuyor. Yani kendi hocasını ve şeyhini diğerlerinden çok büyük görüyor, kendi meşrebini herkesten üstün telakki ediyor. Hatta bu yetmezmiş gibi kendi dışındaki hizmet metotlarının yanlış ve batıl olduğunu iddia edebiliyor. Hâlbuki İslam’a ve Kur’an’a hizmet ettiğini söyleyen bir insan, “Benim mesleğim de diğerleri gibi haktır, doğrudur.” diyebilir. Ama “Hak ve doğru olan yalnız benim mesleğimdir.” diyemez. Zaten uhuvvet dediğimiz iman kardeşliğinin esası budur. Bediüzzaman Said Nursi’nin bu konuda ilginç görüşleri vardır. “Bütün müminler kardeştir.” ayetinin Asr-ı Saadet’te tecelli eden gerçek manasının unutulduğu çağımızda, Uhuvvet Risalesi’ni yazarak İslam kardeşliğini hatırlatan Bediüzzaman, kendi çevresinde ve talebeleri arasında bunu bilfiil yaşatmıştır. Kur’an’da övülen Ensar ve Muhacirler arasındaki kardeşliğin günümüzde de uygulanabilir olduğunu hadislere dayanarak anlatıp, asabiyet ve kavmiyet saplantısından sıyrılarak İslam birliğinin gerçekleşmesi için önce uhuvvetin gerekli olduğunu belirtmiştir.

bediuzzaman-said-i-nursi_0a7f7dc110c079158099b68854f4673d.jpg

15 Temmuz’da Türkiye büyük bir facia yaşandı. FETÖ denilen dinî görünümlü aslında ABD’nin istihbarat örgütü kuruluş, Türkiye’yi parçalamak istedi ama buna muvaffak olamadı. Bu ihanet şebekesini Bediüzzaman ve Nur Talebeleri ile karıştıranlar var. Ne dersiniz?

Maalesef gençliğinde bir ara Nur Risaleleri ve Nur talebeleri ile münasebeti olan FETÖ elebaşı, bu eserleri ve onu okuyan saf temiz Anadolu gençliğini kendi menhus gayesine alet etmiştir. Kendini, İmamı Gazzali bölümünde anlattığım Hasan Sabbah’a benzeterek Bâtıni ve Haşhaşi fırkaları gibi kurdukları gizli örgütle, hem dinî cemaatlerin içine nüfuz etmiş hem de devleti ele geçirmeye çalışmıştır. Öncelikle şunu çok açık bir şekilde belirtelim ki, Bediüzzaman Said Nursi ve Nur Risaleleri ile FETÖ elebaşının ve örgütünün hiç bir alakası yoktur. Kendisini ve gizli siyasi gayesini örtbas etmek için "Nur cemaati" kisvesine bürünen bu sahtekârları, Bediüzzaman’ın hizmetinde bulunan bütün talebeleri açıkça yalanlamıştır. Buna rağmen İslam ve Kur’an’a düşman olan şer odakları, kasıtlı olarak FETÖ Terör Örgütü ile Bediüzzaman Said Nursi ve Nur talebelerini birbirine karıştırarak, bu belirsiz ortamda hem Nur talebelerini hem de bütün cemaat ve tarikatları hedef göstermeye çalışmaktadırlar.

Bu kitapta Bediüzzaman Said Nursi’ye sayfa olarak daha fazla yer vermemizin sebebi; hayatı, fikirleri ve yaptığı iman hizmetiyle ülkemizde ve dünyada mümtaz bir yere sahip olan bu mütefekkirin, FETÖ hareketiyle en ufak bir ilgi ve benzerliğinin olmadığını anlatmaktır. Beiüzzaman’ın siyasetten uzak durması ve hayatı boyunca uyguladığı müsbet hareket metodu, FETÖ ve benzeri şer odaklarıyla hiçbir alaka ve benzerliğinin bulunmadığını en açık bir şekilde ortaya koymaktadır.