Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.78
Gram Altın
2972.26
BIST 100
9732.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İslam düşüncesinin çıpaları

İslam dünyasında modernleşme sürecinin başından itibaren oluşan edebiyata baktığımızda, İslam ile Batı arasındaki paradigma ve kültür arasındaki bocalamayı görmek zor değildir. Nitekim Osmanlı’nın son dönemlerde ulema ve aydınların söylemlerinde bu handikapı izleyebiliriz. O günlerde modernliğin batı dışı toplumlarda etkinliği, bugün eleştiri almış haline nazaran daha baskın idi.

İslam ile modernlik arasındaki bu ilişkide yaşanan sıkışmışlık paradigma, bilgi, gelenek, perspektif vb. kavramlarının bileşeninde gözlemlenmektedir. Bu kavramlar aynı zamanda islam düşüncesini kendisi kılan ve düşüncenin tutunması gereken çıpalar olarak değerlendirilmelidir. Şimdi bu kavramların yakın dönem serencamın kısaca analiz edelim.

Burada en temel gerilim noktası paradigma olarak görünmektedir. İslam düşüncesini belirleyen temel öge, “İslam”ın burada düşüncenin apriori koşullarını belirliyor olmasıdır. Dolayısıyla varlık, bilgi ve değerler alanında İslam’ın kendisine özgü bir bakış açısı ve dünya görüşü bir paradigma olarak belirmektedir. Buradan yola çıkarak insan, dünya ve eşyanın anlamı ile bunlar arasındaki ilişkiler bu paradigma dolayımlı olarak formlaşmaktadır.

İslam açısından insan ve dünya Tanrı ile bir anlam ve konum kazanmaktadır. En temel hakikat olarak Tanrı merkezi konumunu korumaktadır. İslam düşüncesi bu temel felsefe etrafında insani çaba olarak geliştirilen bir zihin hareketidir. Bu açıdan düşünüldüğünde İslam düşüncesi temel referansları itibarıyla “aşkın” bir nitelik taşımakla birlikte, ortaya koyduğu tüm çıktıları itibarıyla insani bir karakter taşımaktadır. Bu durumda İslam düşüncesinin bütün çıktılarını “ilahi” olarak görenler, bir kere İslam düşüncesinin düşünce niteliğini anlayamayanlardır.

Osmanlı’nın son döneminde ulema ve aydınların paradigmayı koruma kaygılarını fikirlerinin satıraralarında izlemek mümkündür. Fakat öte yandan batılı paradigma içerisinden çıkmış ve o perspektifte çözüm bulmuş düşünce ve sorunlar karşısında kimi zaman cevapsız da kalmışlardır. İşte bu durum paradigma açısından ulema ve aydınların karşı karşıya kaldığı ikileme vurgu yapmaktadır. Açıkçası bu zamana kadar bu problem hala devam etmektedir. Dolayısıyla bundan sonra İslam düşüncesi kendi paradigmasını konumlandıracak parametreleri özenle tanımlamaları gerekmektedir. İslam düşüncesi adına üretilen tüm çıktıların paradigma ile kontrolü, perspektifin düşünce üretim sürecinde işletilmesi ve korunması demeye gelecektir.

İkincisi bilgidir ki, burada birkaç bileşene atıfta bulunulmaktadır. İlkin, bilgi sosyolojisi bağlamında İslam düşüncesinin bilgi ile toplum arasındaki diyalektik ilişki çerçevesinde müslüman toplumların kendi gerçekliklerinin ve değişimlerinin bilgisini üretebilmeleridir. Diğer yandan özellikle Batı toplumlarının ürettikleri teorilerden hareket ederek kendi toplumlarını okuma biçimi terkedilerek müslüman toplumların kendi teorilerini üretmelerinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Zikredilen durumda handikap, kimi zaman İslam düşüncesinde olmayan bir bunalımın edebiyatını yapmak gibi bir rota izleyebilmektedir. Tam da bu noktada pozitif bir perspektif olarak Faruki’nin “Bilginin İslamileştirilmesi”, S. Hüseyin Nasr’ın “bilgi ve kutsal”a dair analizlerini hatırlatmak gerekir. Aslında bu isimler İslam düşüncesindeki krizi daha net farketmiş görünmektedirler.

Üçüncüsü de, İslam düşüncesinin gelenek ve bugünle ilişkisinin sağlıklı bir şekilde kurulabilmesidir. Doğrusu burada farkedilen temel sorunlar; geleneği bugüne menfez açacak düzeyde yeniden içeriklendirmek yerine tekrar etmek. İkincisi de, bugün değişim ve problemlerini kuşatacak bir cevap verme kapasitesi geliştirememek.

İslam düşüncesinin kendi varlığını sürdürmesi, belirtilen çıpalara tutunması ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla İslam düşüncesinin buna uygun bir geometri geliştirmesi beklenir.