İslam düşüncesinin çıpaları
İslam dünyasında modernleşme sürecinin başından itibaren oluşan edebiyata baktığımızda, İslam ile Batı arasındaki paradigma ve kültür arasındaki bocalamayı görmek zor değildir. Nitekim Osmanlı’nın son dönemlerde ulema ve aydınların söylemlerinde bu handikapı izleyebiliriz. O günlerde modernliğin batı dışı toplumlarda etkinliği, bugün eleştiri almış haline nazaran daha baskın idi.
İslam ile modernlik
arasındaki bu ilişkide yaşanan sıkışmışlık paradigma, bilgi, gelenek,
perspektif vb. kavramlarının bileşeninde gözlemlenmektedir. Bu kavramlar aynı
zamanda islam düşüncesini kendisi kılan ve düşüncenin tutunması gereken çıpalar
olarak değerlendirilmelidir. Şimdi bu kavramların yakın dönem serencamın kısaca
analiz edelim.
Burada en temel gerilim
noktası paradigma olarak görünmektedir. İslam düşüncesini belirleyen temel öge,
“İslam”ın burada düşüncenin apriori koşullarını belirliyor olmasıdır.
Dolayısıyla varlık, bilgi ve değerler alanında İslam’ın kendisine özgü bir
bakış açısı ve dünya görüşü bir paradigma olarak belirmektedir. Buradan yola
çıkarak insan, dünya ve eşyanın anlamı ile bunlar arasındaki ilişkiler bu
paradigma dolayımlı olarak formlaşmaktadır.
İslam açısından insan ve
dünya Tanrı ile bir anlam ve konum kazanmaktadır. En temel hakikat olarak Tanrı
merkezi konumunu korumaktadır. İslam düşüncesi bu temel felsefe etrafında
insani çaba olarak geliştirilen bir zihin hareketidir. Bu açıdan düşünüldüğünde
İslam düşüncesi temel referansları itibarıyla “aşkın” bir nitelik taşımakla
birlikte, ortaya koyduğu tüm çıktıları itibarıyla insani bir karakter
taşımaktadır. Bu durumda İslam düşüncesinin bütün çıktılarını “ilahi” olarak
görenler, bir kere İslam düşüncesinin düşünce niteliğini anlayamayanlardır.
Osmanlı’nın son döneminde
ulema ve aydınların paradigmayı koruma kaygılarını fikirlerinin satıraralarında
izlemek mümkündür. Fakat öte yandan batılı paradigma içerisinden çıkmış ve o
perspektifte çözüm bulmuş düşünce ve sorunlar karşısında kimi zaman cevapsız da
kalmışlardır. İşte bu durum paradigma açısından ulema ve aydınların karşı
karşıya kaldığı ikileme vurgu yapmaktadır. Açıkçası bu zamana kadar bu problem
hala devam etmektedir. Dolayısıyla bundan sonra İslam düşüncesi kendi
paradigmasını konumlandıracak parametreleri özenle tanımlamaları gerekmektedir.
İslam düşüncesi adına üretilen tüm çıktıların paradigma ile kontrolü,
perspektifin düşünce üretim sürecinde işletilmesi ve korunması demeye
gelecektir.
İkincisi bilgidir ki,
burada birkaç bileşene atıfta bulunulmaktadır. İlkin, bilgi sosyolojisi
bağlamında İslam düşüncesinin bilgi ile toplum arasındaki diyalektik ilişki
çerçevesinde müslüman toplumların kendi gerçekliklerinin ve değişimlerinin
bilgisini üretebilmeleridir. Diğer yandan özellikle Batı toplumlarının
ürettikleri teorilerden hareket ederek kendi toplumlarını okuma biçimi
terkedilerek müslüman toplumların kendi teorilerini üretmelerinin gerekliliği
ortaya çıkmaktadır. Zikredilen durumda handikap, kimi zaman İslam düşüncesinde
olmayan bir bunalımın edebiyatını yapmak gibi bir rota izleyebilmektedir. Tam
da bu noktada pozitif bir perspektif olarak Faruki’nin “Bilginin
İslamileştirilmesi”, S. Hüseyin Nasr’ın “bilgi ve kutsal”a dair analizlerini
hatırlatmak gerekir. Aslında bu isimler İslam düşüncesindeki krizi daha net
farketmiş görünmektedirler.
Üçüncüsü de, İslam
düşüncesinin gelenek ve bugünle ilişkisinin sağlıklı bir şekilde
kurulabilmesidir. Doğrusu burada farkedilen temel sorunlar; geleneği bugüne
menfez açacak düzeyde yeniden içeriklendirmek yerine tekrar etmek. İkincisi de,
bugün değişim ve problemlerini kuşatacak bir cevap verme kapasitesi geliştirememek.
İslam düşüncesinin kendi
varlığını sürdürmesi, belirtilen çıpalara tutunması ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla
İslam düşüncesinin buna uygun bir geometri geliştirmesi beklenir.