Dolar (USD)
35.25
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2970.57
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
24 Aralık 2024

​İslam düşüncesinden modern diplomasiye

Donald Trump'ın Ortadoğu politikaları, özellikle Suriye, İran ve İsrail-Filistin konularındaki yaklaşımları, İslam düşünce tarihindeki tehâfüt geleneğinin modern bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Tehâfüt geleneği, din ve felsefe arasındaki ilişkiyi inceleyen önemli bir tartışma zincirini temsil eder. Bu bağlamda, Trump'ın "Önce Amerika" sloganı, geleneksel Amerikan dış politika felsefesinin tutarsızlıklarını sorgulayan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkar. Bu durum, akıl ve inanç arasındaki gerilimi çağrıştıran bir şekilde, realpolitik ve idealizm arasındaki çatışmayı gündeme getirir.

Suriye'den asker çekme kararı, tıpkı İbn Rüşd'ün "Tehâfütü't-Tehâfüt" eserinde Gazâlî'nin argümanlarını çürütmeye çalışması gibi, geleneksel Amerikan müdahaleciliğine bir eleştiri niteliğindedir. Bu karar, nedensellik ve ilahi irade tartışmalarını anımsatan bir şekilde, bölgesel dinamiklerin doğal akışına müdahale etmeme anlayışını yansıtır.

İsrail-Filistin meselesine yaklaşımında, Trump Fahreddin Râzî'nin "Tehâfütü't-Tehâfüt" eleştirisini anımsatan bir tutum sergilemiştir. ABD Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşınması, tıpkı Râzî'nin hem Gazâlî'yi hem de İbn Rüşd'ü eleştirmesi gibi, geleneksel yaklaşımların ötesine geçen radikal bir hamle olmuştur.

İran'a yönelik sert yaptırımlar, tehâfüt geleneğindeki metafizik tartışmaları çağrıştıran bir şekilde, bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirmeyi amaçlamıştır. Bu politika, varlık ve yokluk kavramlarının tartışıldığı felsefi argümanları anımsatır şekilde, İran'ın bölgesel etkisini "yok etme" çabasını yansıtmıştır.

"Abraham Anlaşmaları" ile Trump, adeta yeni bir "tehâfüt" yazarak, Ortadoğu'daki geleneksel ittifakları sorgulamış ve yeni bir düzen önermiştir. Bu hamle, tehâfüt geleneğindeki sentez arayışını andırır şekilde, farklı görüşleri bir araya getirme çabasını temsil etmiştir.

Suriye'deki "petrolü koruma" politikası ise, tehâfüt geleneğindeki madde ve form tartışmalarını anımsatır. Bu yaklaşım, bölgenin maddi kaynaklarını kontrol etme arzusu ile ABD'nin bölgedeki formunu (varlığını) koruma çabası arasındaki gerilimi yansıtmıştır.

"Abraham Anlaşmaları" ile Trump, adeta yeni bir "tehâfüt" yazarak, Ortadoğu'daki geleneksel ittifakları sorgulamış ve yeni bir düzen önermiştir. Bu hamle, tehâfüt geleneğindeki sentez arayışını andırır şekilde, farklı görüşleri bir araya getirme çabasını temsil etmiştir.

Suriye'deki "petrolü koruma" politikası ise, tehâfüt geleneğindeki madde ve form tartışmalarını anımsatır. Bu yaklaşım, bölgenin maddi kaynaklarını kontrol etme arzusu ile ABD'nin bölgedeki formunu (varlığını) koruma çabası arasındaki gerilimi yansıtmıştır.

Sonuç olarak, Trump'ın Ortadoğu politikası, tehâfüt geleneğinin modern bir tezahürü olarak görülebilir. Tıpkı bu geleneğin İslam düşünce tarihinde yarattığı derin etkiler gibi, Trump'ın politikaları da Ortadoğu'nun siyasi ve diplomatik landskapesinde önemli izler bırakmıştır.

Epistemolojik açıdan bakıldığında, Trump'ın yaklaşımı, tehâfüt geleneğindeki bilgi teorisi tartışmalarını anımsatır. Geleneksel diplomasi ve istihbarat kaynaklarından ziyade, kişisel sezgi ve Twitter diplomasisine dayanan bu yaklaşım, akıl ve vahiy arasındaki gerilimi çağrıştırmaktadır.

Trump'ın Suriye politikasındaki değişkenlik, tehâfüt geleneğindeki süreklilik ve değişim tartışmalarına benzer şekilde, ABD dış politikasının tutarlılığını sorgulatmıştır. Bu durum, Eş'ari ve Mu'tezile ekolleri arasındaki atomculuk ve süreklilik tartışmalarını hatırlatmaktadır.

Kudüs'ün statüsü konusundaki radikal kararlar, tehâfüt geleneğindeki mutlak ve göreceli hakikat tartışmalarını yeniden gündeme getirmiştir. Trump'ın bu konudaki tutumu, adeta Gazâlî'nin mutlak hakikat anlayışı ile İbn Rüşd'ün rasyonel yaklaşımı arasındaki gerilimi yansıtmıştır.

Trump'ın İran politikası, tehâfüt geleneğindeki kader ve özgür irade tartışmalarını anımsatır. Yaptırımlarla İran'ı şekillendirme çabası, insan iradesinin ilahi takdir karşısındaki rolü hakkındaki felsefi tartışmaları çağrıştırmaktadır.

"Abraham Anlaşmaları" girişimi, tehâfüt geleneğindeki uzlaşı arayışlarını hatırlatmaktadır. Bu hamle, farklı felsefi ve teolojik yaklaşımları bir araya getirme çabasına benzer şekilde, bölgedeki farklı çıkarları ortak bir zeminde buluşturma girişimi olmuştur.

Nihayetinde, Trump'ın Ortadoğu politikası, tıpkı tehâfüt geleneği gibi, eleştirel düşünce ve rasyonel sorgulama açısından zengin bir tartışma alanı yaratmıştır. Bu politikaların uzun vadeli sonuçları, aynen tehâfüt geleneğinin İslam düşünce tarihindeki derin etkileri gibi, Ortadoğu'nun geleceğini şekillendirmeye devam edecektir.

Bu bağlamda, Trump'ın yaklaşımı, modernite ve gelenek arasındaki gerilimi de yansıtmıştır. Geleneksel diplomasi normlarını zorlayan bu politikalar, tehâfüt geleneğinin moderniteye karşı tutumunu anımsatan bir şekilde, uluslararası ilişkilerde yeni bir paradigma arayışını temsil etmiştir.

Sonuç olarak, Trump'ın Ortadoğu politikası, tehâfüt geleneğinin güncel bir yansıması olarak, bölgesel dinamikleri derinden etkilemiş ve uluslararası ilişkiler alanında yeni tartışmalara yol açmıştır. Bu yaklaşım, tıpkı tehâfüt geleneğinin İslam düşünce tarihinde yarattığı derin etkiler gibi, modern diplomasi ve jeopolitik anlayışta da önemli sorgulamalara neden olmuştur.

Ontolojik açıdan bakıldığında, Trump'ın Ortadoğu'ya yaklaşımı, tehâfüt geleneğindeki varlık ve yokluk tartışmalarını anımsatmaktadır. Örneğin, Suriye'deki ABD varlığının azaltılması kararı, bölgedeki Amerikan etkisinin "varlığı" ve "yokluğu" arasındaki gerilimi yansıtmıştır. Bu durum, İbn Sina'nın varlık felsefesi ile Gazâlî'nin eleştirileri arasındaki diyalektiği çağrıştırmaktadır.

Trump'ın "güç dengesi" yaklaşımı, tehâfüt geleneğindeki nedensellik tartışmalarına benzer şekilde, bölgesel aktörlerin eylemlerinin sonuçlarını yeniden değerlendirmeye açmıştır. Bu yaklaşım, Eş'ari okulunun nedensellik eleştirisi ile Mu'tezile'nin rasyonel nedensellik savunusu arasındaki tartışmayı anımsatmaktadır.

İsrail-Filistin meselesine yönelik politikalar, tehâfüt geleneğindeki adalet ve ilahi hikmet tartışmalarını hatırlatmaktadır. Trump'ın bu konudaki yaklaşımı, adeta Gazâlî'nin ilahi adalet anlayışı ile Mu'tezile'nin rasyonel adalet görüşü arasındaki gerilimi yansıtmıştır.

Ekonomik yaptırımların bir dış politika aracı olarak kullanılması, tehâfüt geleneğindeki özgür irade ve determinizm tartışmalarını çağrıştırmaktadır. Bu politika, ülkelerin kaderinin ne ölçüde kendi ellerinde olduğu sorusunu gündeme getirmiştir.

Trump'ın geleneksel müttefiklerle ilişkileri yeniden tanımlama çabası, tehâfüt geleneğindeki öz ve araz tartışmalarını anımsatmaktadır. Bu yaklaşım, ittifakların özünün değişmezliği ile şartlara bağlı olarak değişebilirliği arasındaki gerilimi yansıtmıştır.

Özetle, Trump'ın Ortadoğu politikası, tıpkı tehâfüt geleneği gibi, eleştirel düşünce ve rasyonel sorgulama açısından zengin bir tartışma alanı yaratmıştır. Bu politikaların uzun vadeli etkileri, aynen tehâfüt geleneğinin İslam düşünce tarihindeki derin izleri gibi, Ortadoğu'nun geleceğini şekillendirmeye devam edecektir.

Trump'ın Ortadoğu politikasının, klasik İslam felsefesindeki tartışmaların modern bir yansıması olarak değerlendirilebileceğini göstermektedir. Bu yaklaşım, uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında yeni bir "tehâfüt" döneminin başlangıcı olarak da görülebilir.