İslam düşüncesinden modern diplomasiye
Donald Trump'ın Ortadoğu politikaları,
özellikle Suriye, İran ve İsrail-Filistin konularındaki yaklaşımları, İslam
düşünce tarihindeki tehâfüt geleneğinin modern bir yansıması olarak
değerlendirilebilir.
Tehâfüt geleneği, din ve felsefe
arasındaki ilişkiyi inceleyen önemli bir tartışma zincirini temsil eder. Bu
bağlamda, Trump'ın "Önce Amerika" sloganı, geleneksel Amerikan dış
politika felsefesinin tutarsızlıklarını sorgulayan bir yaklaşım olarak karşımıza
çıkar. Bu durum, akıl ve inanç arasındaki gerilimi çağrıştıran bir şekilde, realpolitik ve idealizm arasındaki çatışmayı gündeme getirir.
Suriye'den asker çekme kararı, tıpkı İbn Rüşd'ün
"Tehâfütü't-Tehâfüt" eserinde Gazâlî'nin
argümanlarını çürütmeye çalışması gibi, geleneksel Amerikan müdahaleciliğine
bir eleştiri niteliğindedir. Bu karar, nedensellik
ve ilahi irade tartışmalarını anımsatan bir şekilde, bölgesel
dinamiklerin doğal akışına müdahale etmeme anlayışını yansıtır.
İsrail-Filistin meselesine yaklaşımında, Trump Fahreddin Râzî'nin
"Tehâfütü't-Tehâfüt" eleştirisini anımsatan bir tutum sergilemiştir.
ABD Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşınması, tıpkı Râzî'nin hem Gazâlî'yi hem de
İbn Rüşd'ü eleştirmesi gibi, geleneksel yaklaşımların ötesine geçen radikal bir
hamle olmuştur.
İran'a yönelik sert yaptırımlar, tehâfüt geleneğindeki metafizik tartışmaları çağrıştıran bir şekilde, bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirmeyi amaçlamıştır. Bu
politika, varlık ve yokluk kavramlarının tartışıldığı felsefi argümanları
anımsatır şekilde, İran'ın bölgesel etkisini "yok etme" çabasını
yansıtmıştır.
"Abraham Anlaşmaları" ile Trump, adeta yeni bir
"tehâfüt" yazarak, Ortadoğu'daki geleneksel ittifakları sorgulamış ve yeni bir düzen önermiştir. Bu
hamle, tehâfüt geleneğindeki sentez
arayışını andırır şekilde,
farklı görüşleri bir araya getirme çabasını temsil etmiştir.
Suriye'deki "petrolü koruma"
politikası ise, tehâfüt
geleneğindeki madde ve form tartışmalarını anımsatır. Bu yaklaşım, bölgenin maddi kaynaklarını kontrol etme arzusu ile ABD'nin bölgedeki formunu (varlığını)
koruma çabası arasındaki
gerilimi yansıtmıştır.
"Abraham
Anlaşmaları" ile Trump,
adeta yeni bir "tehâfüt" yazarak, Ortadoğu'daki geleneksel
ittifakları sorgulamış ve yeni bir düzen önermiştir. Bu hamle, tehâfüt
geleneğindeki sentez arayışını andırır şekilde, farklı görüşleri bir
araya getirme çabasını temsil etmiştir.
Suriye'deki "petrolü
koruma" politikası ise, tehâfüt geleneğindeki madde ve form
tartışmalarını anımsatır. Bu yaklaşım, bölgenin maddi kaynaklarını kontrol etme
arzusu ile ABD'nin bölgedeki formunu (varlığını) koruma çabası arasındaki
gerilimi yansıtmıştır.
Sonuç olarak, Trump'ın
Ortadoğu politikası, tehâfüt geleneğinin modern bir tezahürü olarak
görülebilir. Tıpkı bu geleneğin İslam düşünce tarihinde yarattığı derin etkiler
gibi, Trump'ın politikaları da Ortadoğu'nun siyasi ve diplomatik landskapesinde
önemli izler bırakmıştır.
Epistemolojik açıdan bakıldığında, Trump'ın yaklaşımı, tehâfüt
geleneğindeki bilgi teorisi tartışmalarını anımsatır. Geleneksel
diplomasi ve istihbarat kaynaklarından ziyade, kişisel sezgi ve Twitter
diplomasisine dayanan bu yaklaşım, akıl ve vahiy arasındaki
gerilimi çağrıştırmaktadır.
Trump'ın Suriye
politikasındaki değişkenlik, tehâfüt geleneğindeki süreklilik ve değişim
tartışmalarına benzer şekilde, ABD dış politikasının tutarlılığını
sorgulatmıştır. Bu durum, Eş'ari ve Mu'tezile ekolleri arasındaki
atomculuk ve süreklilik tartışmalarını hatırlatmaktadır.
Kudüs'ün statüsü konusundaki radikal kararlar, tehâfüt
geleneğindeki mutlak ve göreceli hakikat tartışmalarını yeniden
gündeme getirmiştir. Trump'ın bu konudaki tutumu, adeta Gazâlî'nin
mutlak hakikat anlayışı ile İbn Rüşd'ün rasyonel yaklaşımı arasındaki
gerilimi yansıtmıştır.
Trump'ın İran
politikası, tehâfüt geleneğindeki kader ve özgür irade
tartışmalarını anımsatır. Yaptırımlarla İran'ı şekillendirme çabası, insan
iradesinin ilahi takdir karşısındaki rolü hakkındaki felsefi tartışmaları
çağrıştırmaktadır.
"Abraham
Anlaşmaları" girişimi,
tehâfüt geleneğindeki uzlaşı arayışlarını hatırlatmaktadır. Bu hamle,
farklı felsefi ve teolojik yaklaşımları bir araya getirme çabasına benzer
şekilde, bölgedeki farklı çıkarları ortak bir zeminde buluşturma girişimi
olmuştur.
Nihayetinde, Trump'ın
Ortadoğu politikası, tıpkı tehâfüt geleneği gibi, eleştirel düşünce ve rasyonel
sorgulama açısından zengin bir tartışma alanı yaratmıştır. Bu politikaların
uzun vadeli sonuçları, aynen tehâfüt geleneğinin İslam düşünce tarihindeki
derin etkileri gibi, Ortadoğu'nun geleceğini şekillendirmeye devam edecektir.
Bu bağlamda, Trump'ın
yaklaşımı, modernite ve gelenek arasındaki gerilimi de
yansıtmıştır. Geleneksel diplomasi normlarını zorlayan bu politikalar, tehâfüt
geleneğinin moderniteye karşı tutumunu anımsatan bir şekilde, uluslararası
ilişkilerde yeni bir paradigma arayışını temsil etmiştir.
Sonuç olarak, Trump'ın
Ortadoğu politikası, tehâfüt geleneğinin güncel bir yansıması olarak, bölgesel
dinamikleri derinden etkilemiş ve uluslararası ilişkiler alanında yeni
tartışmalara yol açmıştır. Bu yaklaşım, tıpkı tehâfüt geleneğinin İslam düşünce
tarihinde yarattığı derin etkiler gibi, modern diplomasi ve jeopolitik
anlayışta da önemli sorgulamalara neden olmuştur.
Ontolojik açıdan bakıldığında, Trump'ın Ortadoğu'ya yaklaşımı,
tehâfüt geleneğindeki varlık ve yokluk tartışmalarını
anımsatmaktadır. Örneğin, Suriye'deki ABD varlığının azaltılması kararı,
bölgedeki Amerikan etkisinin "varlığı" ve "yokluğu"
arasındaki gerilimi yansıtmıştır. Bu durum, İbn Sina'nın varlık
felsefesi ile Gazâlî'nin eleştirileri arasındaki diyalektiği
çağrıştırmaktadır.
Trump'ın "güç
dengesi" yaklaşımı, tehâfüt geleneğindeki nedensellik
tartışmalarına benzer şekilde, bölgesel aktörlerin eylemlerinin sonuçlarını
yeniden değerlendirmeye açmıştır. Bu yaklaşım, Eş'ari okulunun
nedensellik eleştirisi ile Mu'tezile'nin rasyonel nedensellik savunusu
arasındaki tartışmayı anımsatmaktadır.
İsrail-Filistin meselesine yönelik politikalar, tehâfüt
geleneğindeki adalet ve ilahi hikmet tartışmalarını
hatırlatmaktadır. Trump'ın bu konudaki yaklaşımı, adeta Gazâlî'nin ilahi
adalet anlayışı ile Mu'tezile'nin rasyonel adalet görüşü arasındaki
gerilimi yansıtmıştır.
Ekonomik
yaptırımların bir dış politika
aracı olarak kullanılması, tehâfüt geleneğindeki özgür irade ve determinizm
tartışmalarını çağrıştırmaktadır. Bu politika, ülkelerin kaderinin ne ölçüde
kendi ellerinde olduğu sorusunu gündeme getirmiştir.
Trump'ın geleneksel
müttefiklerle ilişkileri yeniden tanımlama çabası, tehâfüt geleneğindeki öz
ve araz tartışmalarını anımsatmaktadır. Bu yaklaşım, ittifakların özünün
değişmezliği ile şartlara bağlı olarak değişebilirliği arasındaki gerilimi
yansıtmıştır.
Özetle, Trump'ın
Ortadoğu politikası, tıpkı tehâfüt geleneği gibi, eleştirel düşünce ve rasyonel
sorgulama açısından zengin bir tartışma alanı yaratmıştır. Bu politikaların
uzun vadeli etkileri, aynen tehâfüt geleneğinin İslam düşünce tarihindeki derin
izleri gibi, Ortadoğu'nun geleceğini şekillendirmeye devam edecektir.
Trump'ın Ortadoğu
politikasının, klasik İslam felsefesindeki tartışmaların modern bir yansıması
olarak değerlendirilebileceğini göstermektedir. Bu yaklaşım, uluslararası
ilişkiler ve diplomasi alanında yeni bir "tehâfüt" döneminin
başlangıcı olarak da görülebilir.