Hak Yerini Bulur ve Asla Değerini Kaybetmez
• Allah’ın hür
yarattığı kulları kimse köleleştiremez ve uzun süreli olarak köleleştiremedi
de. Allah’ın insanlar için seçtiği diller ve renkler O’nun ayetlerindendir.
Uzun yıllar şu ya da bu ideolojik nedenle yapılan inkar, red ve aşağılama
yaklaşımları duvara çarpıp parçalanmaya yüz tuttu.
GÖKLERE ve yere ağır gelen emaneti yüklenen insan bu kutsal
görevini yerine getirirken, en büyük enerji kaynağı, moral ve motivasyon
faktörü olarak Allah’a imanın doğal sonucu olarak gelişen Hakk’ın asla yitip
gitmeyeceği, er ya da geç ortaya çıkacağına dair inanç ve güveni bulacaktır.
Zulmün, haksızlığın, yalanın ve gururun saltanatı geçicidir. Bâtıl ne kadar
güçlü olursa olsun, mutlaka Hakk’ın tezahürü ile izale ve yok olup gider. Selin
köpüğü ne ise bâtılın gösteri ve göz boyaması da o biçimdedir. Kişiye, topluma
ve insanlığa ait her tür hak arama çabası kutsiyetini Cenab-ı Hakk’ın isim,
sıfat ve fiillerinin tecellisinden alır. Bu yüzden 19. YY’da yaşayan Robert
Owen, "Bütün insanlar için tek bir
ortak Tanrı ismi aransaydı, bu Müslümanların Rabbi olan Hakk ismi olurdu. Çünkü
buna kimse itiraz etmezdi" demişti. Allah’ın hür yarattığı kulları
kimse köleleştiremez ve uzun süreli olarak köleleştiremedi de. Allah’ın
insanlar için seçtiği diller ve renkler O’nun ayetlerindendir. Uzun yıllar şu
ya da bu ideolojik nedenle yapılan inkar, red ve aşağılama yaklaşımları duvara
çarpıp parçalanmaya yüz tuttu. Biyolojik çeşitlilik nasıl bir zenginlikse, dil
ve kültür de öylece tabii bir varoluş ve kendini ifade biçimidir. Hepsi Hakk’ın
izdüşümleri ve yansımalarından ibarettir.
Birey ve toplum olarak her seviyede ve ortamda koruyup
geliştirmeye çalıştığımız milli ve manevi hasletlerimiz, özellik ve
güzelliklerimiz, pratik, gündelik hayatta yerini muhafaza ederken farklı basınç
ve tazyikler altında –yabancılaştırıcı ortamlarda– beklenen sonuçlarını vermede
yetersiz kalabilir. Gündelik yaşam ritmi ve siyasi-bürokratik çarklar,
ekonomik-ticari çıkar ve imtiyazlar her hak sahibine hakkını verecek bir düzen
ve sistem oluşumunu tıkayabilir. Aracılar engelleyici ve önleyicilere
dönüşebilir. Haberciler araştırmadan, yorulmadan yorumculuk yapanlarla yer değiştirebiliyor.
Özgüven kaybına yol açmadan özeleştiriyi sürdürmek gerekir daha iyi ve
yaşanılabilir bir dünyanın kurulması ve imarı için. Her durumda hak ve hukuk
mücadelesi, erdem ve onurla birlikte özgürlük ve eşitlik meşalesini yakmaya
devam ediyor. Bu yüzden Hak asla zail olmuyor. Borçlu alacağının peşini
bırakmıyor. Vatandaş hukuk içinde arayışını sürdürüyor. Mer’i hukukun aciz
kaldığı durumda siyaset kurumu devreye giriyor, o da başaramazsa halkın ve
Hakk’ın iradesi açığa çıkıyor. Bu yüzden halkın adımları ile Hakk’ın adımları
aynı istikamette 'ihkakı hak' (hakkın gerçekleştirilmesi) için birleşip
bütünleşme eğilimine yöneliyor. Zira alacaklı alacağını almadıkça, verecek olan
da vermesi gerekeni vermedikçe hiç bir yerde insanlar vicdanen rahat edemez ve
huzur bulamaz.
Borçlar hukukunun temel ilkesi olan 'hak zail olmaz'
prensibi kaynağını 14 asır öncesinde Kutsal Kitabımız’da bulmakla kalmaz, aynı
zamanda uygulamada da varlığını sürekli geliştirip güçlendirir. Kimi zaman
mahzenlerde, mağaralarda saklansa da günü gelince yüksek damlı çatılardan
haykıran birer pırlanta gerçeklik oluverir. Hakikat ve adaletin ayrılmaz
beraberliği, hayatın tüm alanlarında olduğu gibi siyaset ve hukuku da
biçimlendirmeye devam edecektir. Ekonomi, politik kurumların ağır kuşatması
altında kapitalist dünya buna izin vermiyor görünse bile tüm insanlığın bir
tarağın dişleri gibi eşit, özgür ve mutlu olacağı yeni dünya düzeni Hakk’ın
galip ve bâtılın zail olduğunu tüm insanlığa gösterecektir. Bu inanç ve umudu
taşımaya devam etmek çok önemlidir. Günün sonunda insan, inandığı ve layık
olduğu şeye dönüşecektir. Evet, 'Hak zail olmaz; bâtıl zail olur'. Olur ki bir
ihtimalle hikmet ve kader sırrıyla hak sahibinin hakkını verecek 'hakça bir
düzen' kurulamamışsa o takdirde hak sahibi hakkını o büyük ve adaletli günde,
zamanın sonunda tam ve eksiksiz olarak alır. Ancak subjektif ve objektif
şartları oluşturulan bir emek, mücadele ve dayanışma hareketinin ittifakıyla,
cumhurun varlığı bu sürecin ertelenmesini önleyecek bir sevgi, bilgi ve merhamet
iklimini mevcut dünya ortamında ete kemiğe büründürecektir.
- Uyuşmazlıkların,
İhtilafların Barışçıl Çözümü İçin İnsani Eksende Arayışlar ve
Sosyo-Kültürel Etüdler
"Her şey ben yaşarken oldu" diyordu İ.Özel. Bir
başka yerde de "Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak, derin
ırmaklardan daha heyecanlı" diye de ekliyordu. İşte böyle bir ortamda ve
atmosferdeyiz. Arap şairinin, "Göğsüne o kadar çok mızrak ve ok
saplanmıştı ki bunlar artık ona zarar vermiyordu; çünkü vücuduna zırh
olmuşlardı artık" ifadesiyle İslam dünyasındaki durum resmedilebilir.
Ancak panik, şok ve şaşkınlığa gerek yok. Vicdan, ihsan ve irfan ile yaklaşmak
çok anlamlıdır. Merhameti ruhun en iç musikisi yapan ve hayatı diriliş rüzgarı
ile aşılamaya çalışan tertemiz ruhlu insanların dua, emek ve bereketiyle bu
krizler ve bunalımlar geç de olsa aşılacaktır. Öncelikle her konuyu yerli
yerine oturtmak lazım. Değerlendirme, mütalaa ve müzakerelere yön ve istikamet
veren hangi değerler seti ve ilkeler demetidir? İnsanların davranışlarına esin
ve ilham kaynağı olan arzu sistemlerini çözebilmek mümkün müdür? Sorular
çoğaltılabilir ancak kesin olan bir şey var ki 'grinin tonlarında' seyreden
yeni durumlarla ve derin tuzaklarla kuşatılmıştır İslam Dünyası. Dolayısıyla
siyah-beyaz değerlendirmelerin katkısı yok denecek kadar azdır. Bilgi, algı,
olgu ve bulgu ile gerçekleştirilen değerlendirme süreçlerinde gerçeklik,
güvenli bağlanma ve tutarlılık çok mühimdir. Düz mantıkla yapılan yargı ve
değerlendirmeler, her hangi bir haklılık ve meşruluğa gerekçe gösterilemez ve
mesned teşkil edilemez. Karineler güçlü olmalı, delil ve hüccet ise akla ve
kalbe eş zamanlı hitap etmeli. Bundan daha öte meseleye salt hukuki açıdan
değil, ahlaki, etik açıdan da bakmak gerek. 'Mal, can, nesil, din ve akıl
emniyetini' doğrudan ilgilendiren açık ve yakın bir tehdit ve tehlike varsa o
zaman yeni hukuksuzluk zemini oluşturmadan 'Hakkaniyet, Adalet ve İyi Niyet'
ilkelerine göre İslam Dünyası içindeki konu ve meseleleri ele almak lazımdır.
Tek tek insanlardan, gruplara ve topluluklara etkili iletişimin tesisi
başlangıç noktasıdır. Zamanlama ile zeminin önemi çok büyüktür. Hukuk, sadece
kurallar bütününden ibaret değil meşrulukla temel bulan ve kamu vicdanından da
beslenen bir geniş kabuller manzumesidir. Siyaset-hukuk ilişkilerinde çok özen
göstermek şarttır. Siyasi tasarrufların engelleyiciliği kadar artık hiç
kimsenin meçhulü olmayan yargı darbelerine karşı da uyanık ve dikkatli
olunmalıdır. Özel hukuk zaten vardır ama hukuk her ne sebeple olursa olsun
özelleştirilmemelidir. Tüm konu, pozisyon ve kişilerin hakları, onurları ve
özlük hakları daima güvence ve teminat altında olmalıdır. Konular milli ve
uluslararası tüm boyut ve unsurlarıyla beraber dikkatlice, gereken özende ele
alınmalıdır. Dünya sisteminin şimdiye kadarki muameleleriyle nelere yol
açtığını ve hedefe ulaşmak için 'her şey meşru ve mübah, her yol roma' diyen
bir zihniyete sahip olduğu asla gözden ırak tutulmamalıdır. Yaklaşım tarzı
ifrat ve tefritten uzak itidal noktasında adil bir tutum içerisinde olmalıdır.
Ortadoğu'yu güçlü ve
itibarlı kılacak olan süreç birbiriyle biteviye, kesintisiz savaşması, mücadele
etmesi değil 'farklı akılların bileşke vektörü' ile maddi ve manevi enerji ve
potansiyelini bir araya getirme iradesi ve aksiyonu olacaktır. Herkesi kendi biricikliği
içerisinde özgün ve özgür bir tarzda eklemleyecek 'çokluk içerisinde birlik;
birlik içerisinde çokluk' perspektifi ortak tutumlara zemin hazırlayabilecek
akıl ve kültürün tutarlılık ve zihinsel bütünleştirmesi neticesinde ete kemiğe
bürünebilecektir. Hak sözün değerini, insanın erdemini, kültür ve medeniyetin
özünü yeniden keşfedip ortaya çıkaracak iklim, akıl ve gönül ortaklığı, bilgi
ve sevgi kardeşliğiyle tezahür edecektir. Nuh’un Gemisi’nin saklı olduğu
Türkiye’miz ve Ortadoğu bu badireleri de atlatacaktır. Bu konuları ele alırken,
gerçeklerin, Hakk'ın ve hakikatlerin ortaya çıkmasını öncelemek ve dikkate
almak gerekir. Gönülden gelen sevgiyi hep sürdürebilmek, her türlü kördüğümün
anahtarıdır. Bu yüzden Allah’ın bilge kullarından birisinin şu sözü ne kadar
anlamlı ve derindir: “Hakiki sevgi;
iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde ise azalmayan sevgidir.”
Bir de pratikte
unutulan husus; dinin, ahlakın hükümlerinin doğrudan bizi muhatap aldığıdır.
Herkesin nimetin hesabından sorgulanacağı gerçeğini en güzel bir kıvam ve
olgunlukta başkalarına tavsiye ederken kendimizi farkında olmadan
unutuveriyoruz. Bu yüzden Kur’an’ın diriltici, uyarıcı ve aydınlatıcı nefhasını
önce nefsimize üflemeliyiz. "Her
gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bilmeden kemâlâta ulaşılmaz" kelamı
kibarı, her bir insan tekinin değerine ışık tutmaktadır. Nefse sahip ve hakim
olmak zor iştir herkes için. Müslümanlara ve insanlara daima hayır dua etmeye
devam etmelidir. Hz. Ali’nin kendisinin yanında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e atıp
tutan birisini susturarak, "Sus ey
adam, ben inşallah Kıyamet Günü’nde onların kalplerindeki kini söküp almışızdır
ve tahtlar üzerinde karşılıklı oturmaktadırlar ayetinin bizim hakkımızda
geçerli olacağına inanıyorum" der. Müslümanların ve insanların kendi
aralarındaki meselelerin çözümünde Kıyamet’e kadar daima yol haritası olacak
Hucurat suresini bir bütün olarak yeniden okumak, anlamak ve yaşamak şarttır.
Alemlere rahmet olan Canlı Kur'an, Hz.Muhammed'in (sav) kutlu rehberliğinde
bilgi, sevgi ve merhametle yürüyerek doğal harmoniyi ve dinamik ruhsal ve
bilişsel dengeyi yeniden yaşamak mümkündür. İçeriden bir kültürel yeniden okuma
ile değişimin yönü ve niteliği de hesaba katılarak insani ve toplumsal gelişim
sağlanabilir.
İnsanın varlığı, mevcut hali ve geleceği, çalışıp kazandığı
birikimleri ile tecrübe ve pratikleri sonucunda elde ettiği nitelik ve kalitesi
ile anlaşılabilir. Bir ülke ve memleketin böyle güzel insani meziyet ve
yeteneklere ev sahipliği yapma derecesi ve iradesi, o beldenin Kur’an’ın
ifadesiyle 'belde-i tayyibe' (iyi, güzel ve mutlu bir belde) olup olamayacağına
ilişkin en önemli kanıt ve imkanı sunar. Her toplum, şu ya da bu şekilde kendi
varoluşunu hem sorgular, hem de kurgular. Bu hiç bitmeyen bir inşa ve varoluş
sürecidir. Bu süreç gerçekleştirilirken normal ile aykırı arasındaki çizgi çok
incelir ve hatta bazen kopar. Toplumu çekip çevirecek ana unsurların, yani
yönetici elitin pozisyonu, bu biçimlenişin temel karakteristiğini ele verip
gözler önüne serer. Burada devreye giren kavramlar liderlik ve yöneticiliktir.
Hak ve adaletin tecellisi gerçek bir liderlik, erdem ve irade kanatlarıyla
buluşunca coğrafya, kültür ile harmanlanarak hakiki bir vatana dönüşebiliyor.
Bir adamın (Hz. Adem) ve bir kadının (Hz. Havva) meşru
ilişkisiyle (sözleşmesi) başlayan insanoğlunun kültür, insanlık ve uygarlık
macerası İslamiyet mevzu bahis olduğunda daha çarpıcı kimi bilgi, bulgu ve
keşiflerle karşımıza çıkmaktadır. İki insan arasındaki ilişkinin değer,
yeterlilik ve niteliği bütün bir insanlık için hayati derecede belirleyici
olabilmektedir. Kutsal Kitab’ın, "bir
insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir; bir insanı dirilten ise bütün
insanlığı diriltmiş gibidir" hükmünü bir zincirin kuvveti en zayıf
halkasının kuvvetiyle ölçülür biçiminde yorumlamak mümkündür. Bütün bunların
yanı sıra bir kültürün gerçek gücü ve imkanı, değerlerini ve ilkelerini
çocukların inanç ve umudunu besleyip geliştirecek iklim ve atmosferi
sağlayabilme kapasitesi ve becerisinde saklıdır. Bir tohumdan ağaca uzanan canlılık,
bakım ve yetiştirmenin sürekliliği, insan türü ve neslinin devamlılığında,
maddi ve manevi hayatı ve kültürü temelinde ortaya çıkmaktadır. Ancak insan
gerçeği hiç bir zaman sadece iyi ve güzel şeylere karşılık gelmemektedir. Kötü,
çirkin ve zalim de her zaman vardır ve olmaya devam edecektir. Asıl çözüm ve
çare bu durumda olanlara yönelik geliştirilebilecek tavır ve prensiplerin
sağlıklı, dengeli, etkili, insani ve vicdani olabilme kapasitesine ne ölçüde
sahip olunduğuna ilişkin arayışlarla biçimlenmektedir.
Mekke’nin Fethi sürecinde vadi boyunca her yeri kaplayan
inanmış insan seli karşısında hayret ve şaşkınlık dolu bakışla "bir adam, bir kadın ve bir çocuğun
davası nerelere dek ulaştı" diyen Ebu Süfyan’ın kastettiği Hz.
Muhammed, Hz. Hatice ve Hz. Ali’nin sadakat ve aidiyet duygusuyla perçinlenen
akıl, vizyon, vicdan ve irfan dirilişinin iman ve güven temelindeki dirilişinin
devrimsel sonuçlara yol açan dinamizm ve coşkusuydu. Her insanın kendi
kendisinin yöneticisi olduğunu vurgulayan o enfes Peygamber buyruğu, Hz.
Abbas’ın valilik talebine "seni
nefsine vali tayin ettim" demesi bir adam ve bir kadından bir çocuğa
aktarılan emin bir insandan güzel ve etkili Müslümana uzanan geçiş ve dönüşümle
birlikte bir medeniyetin bakış açısı ve kodlarının altın anahtarını sunmaya
devam ediyor ve devam edecek. Bu akışın ve örgülenişin hiç eksik olmayacak
boyutu tevhid bilgisiyle anlam kazanan çile, mücadele ve aşktır.
YARIN: Hayatın Geri Kalanına Gökyüzü'ne Bakarak Başlamak