Dolar (USD)
35.23
Euro (EUR)
36.82
Gram Altın
2964.73
BIST 100
9851.18
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Kasım 2020

Hak Yerini Bulur ve Asla Değerini Kaybetmez

• Allah’ın hür yarattığı kulları kimse köleleştiremez ve uzun süreli olarak köleleştiremedi de. Allah’ın insanlar için seçtiği diller ve renkler O’nun ayetlerindendir. Uzun yıllar şu ya da bu ideolojik nedenle yapılan inkar, red ve aşağılama yaklaşımları duvara çarpıp parçalanmaya yüz tuttu.

GÖKLERE ve yere ağır gelen emaneti yüklenen insan bu kutsal görevini yerine getirirken, en büyük enerji kaynağı, moral ve motivasyon faktörü olarak Allah’a imanın doğal sonucu olarak gelişen Hakk’ın asla yitip gitmeyeceği, er ya da geç ortaya çıkacağına dair inanç ve güveni bulacaktır. Zulmün, haksızlığın, yalanın ve gururun saltanatı geçicidir. Bâtıl ne kadar güçlü olursa olsun, mutlaka Hakk’ın tezahürü ile izale ve yok olup gider. Selin köpüğü ne ise bâtılın gösteri ve göz boyaması da o biçimdedir. Kişiye, topluma ve insanlığa ait her tür hak arama çabası kutsiyetini Cenab-ı Hakk’ın isim, sıfat ve fiillerinin tecellisinden alır. Bu yüzden 19. YY’da yaşayan Robert Owen, "Bütün insanlar için tek bir ortak Tanrı ismi aransaydı, bu Müslümanların Rabbi olan Hakk ismi olurdu. Çünkü buna kimse itiraz etmezdi" demişti. Allah’ın hür yarattığı kulları kimse köleleştiremez ve uzun süreli olarak köleleştiremedi de. Allah’ın insanlar için seçtiği diller ve renkler O’nun ayetlerindendir. Uzun yıllar şu ya da bu ideolojik nedenle yapılan inkar, red ve aşağılama yaklaşımları duvara çarpıp parçalanmaya yüz tuttu. Biyolojik çeşitlilik nasıl bir zenginlikse, dil ve kültür de öylece tabii bir varoluş ve kendini ifade biçimidir. Hepsi Hakk’ın izdüşümleri ve yansımalarından ibarettir.

Birey ve toplum olarak her seviyede ve ortamda koruyup geliştirmeye çalıştığımız milli ve manevi hasletlerimiz, özellik ve güzelliklerimiz, pratik, gündelik hayatta yerini muhafaza ederken farklı basınç ve tazyikler altında –yabancılaştırıcı ortamlarda– beklenen sonuçlarını vermede yetersiz kalabilir. Gündelik yaşam ritmi ve siyasi-bürokratik çarklar, ekonomik-ticari çıkar ve imtiyazlar her hak sahibine hakkını verecek bir düzen ve sistem oluşumunu tıkayabilir. Aracılar engelleyici ve önleyicilere dönüşebilir. Haberciler araştırmadan, yorulmadan yorumculuk yapanlarla yer değiştirebiliyor. Özgüven kaybına yol açmadan özeleştiriyi sürdürmek gerekir daha iyi ve yaşanılabilir bir dünyanın kurulması ve imarı için. Her durumda hak ve hukuk mücadelesi, erdem ve onurla birlikte özgürlük ve eşitlik meşalesini yakmaya devam ediyor. Bu yüzden Hak asla zail olmuyor. Borçlu alacağının peşini bırakmıyor. Vatandaş hukuk içinde arayışını sürdürüyor. Mer’i hukukun aciz kaldığı durumda siyaset kurumu devreye giriyor, o da başaramazsa halkın ve Hakk’ın iradesi açığa çıkıyor. Bu yüzden halkın adımları ile Hakk’ın adımları aynı istikamette 'ihkakı hak' (hakkın gerçekleştirilmesi) için birleşip bütünleşme eğilimine yöneliyor. Zira alacaklı alacağını almadıkça, verecek olan da vermesi gerekeni vermedikçe hiç bir yerde insanlar vicdanen rahat edemez ve huzur bulamaz.

Borçlar hukukunun temel ilkesi olan 'hak zail olmaz' prensibi kaynağını 14 asır öncesinde Kutsal Kitabımız’da bulmakla kalmaz, aynı zamanda uygulamada da varlığını sürekli geliştirip güçlendirir. Kimi zaman mahzenlerde, mağaralarda saklansa da günü gelince yüksek damlı çatılardan haykıran birer pırlanta gerçeklik oluverir. Hakikat ve adaletin ayrılmaz beraberliği, hayatın tüm alanlarında olduğu gibi siyaset ve hukuku da biçimlendirmeye devam edecektir. Ekonomi, politik kurumların ağır kuşatması altında kapitalist dünya buna izin vermiyor görünse bile tüm insanlığın bir tarağın dişleri gibi eşit, özgür ve mutlu olacağı yeni dünya düzeni Hakk’ın galip ve bâtılın zail olduğunu tüm insanlığa gösterecektir. Bu inanç ve umudu taşımaya devam etmek çok önemlidir. Günün sonunda insan, inandığı ve layık olduğu şeye dönüşecektir. Evet, 'Hak zail olmaz; bâtıl zail olur'. Olur ki bir ihtimalle hikmet ve kader sırrıyla hak sahibinin hakkını verecek 'hakça bir düzen' kurulamamışsa o takdirde hak sahibi hakkını o büyük ve adaletli günde, zamanın sonunda tam ve eksiksiz olarak alır. Ancak subjektif ve objektif şartları oluşturulan bir emek, mücadele ve dayanışma hareketinin ittifakıyla, cumhurun varlığı bu sürecin ertelenmesini önleyecek bir sevgi, bilgi ve merhamet iklimini mevcut dünya ortamında ete kemiğe büründürecektir.

  1. Uyuşmazlıkların, İhtilafların Barışçıl Çözümü İçin İnsani Eksende Arayışlar ve Sosyo-Kültürel Etüdler

"Her şey ben yaşarken oldu" diyordu İ.Özel. Bir başka yerde de "Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak, derin ırmaklardan daha heyecanlı" diye de ekliyordu. İşte böyle bir ortamda ve atmosferdeyiz. Arap şairinin, "Göğsüne o kadar çok mızrak ve ok saplanmıştı ki bunlar artık ona zarar vermiyordu; çünkü vücuduna zırh olmuşlardı artık" ifadesiyle İslam dünyasındaki durum resmedilebilir. Ancak panik, şok ve şaşkınlığa gerek yok. Vicdan, ihsan ve irfan ile yaklaşmak çok anlamlıdır. Merhameti ruhun en iç musikisi yapan ve hayatı diriliş rüzgarı ile aşılamaya çalışan tertemiz ruhlu insanların dua, emek ve bereketiyle bu krizler ve bunalımlar geç de olsa aşılacaktır. Öncelikle her konuyu yerli yerine oturtmak lazım. Değerlendirme, mütalaa ve müzakerelere yön ve istikamet veren hangi değerler seti ve ilkeler demetidir? İnsanların davranışlarına esin ve ilham kaynağı olan arzu sistemlerini çözebilmek mümkün müdür? Sorular çoğaltılabilir ancak kesin olan bir şey var ki 'grinin tonlarında' seyreden yeni durumlarla ve derin tuzaklarla kuşatılmıştır İslam Dünyası. Dolayısıyla siyah-beyaz değerlendirmelerin katkısı yok denecek kadar azdır. Bilgi, algı, olgu ve bulgu ile gerçekleştirilen değerlendirme süreçlerinde gerçeklik, güvenli bağlanma ve tutarlılık çok mühimdir. Düz mantıkla yapılan yargı ve değerlendirmeler, her hangi bir haklılık ve meşruluğa gerekçe gösterilemez ve mesned teşkil edilemez. Karineler güçlü olmalı, delil ve hüccet ise akla ve kalbe eş zamanlı hitap etmeli. Bundan daha öte meseleye salt hukuki açıdan değil, ahlaki, etik açıdan da bakmak gerek. 'Mal, can, nesil, din ve akıl emniyetini' doğrudan ilgilendiren açık ve yakın bir tehdit ve tehlike varsa o zaman yeni hukuksuzluk zemini oluşturmadan 'Hakkaniyet, Adalet ve İyi Niyet' ilkelerine göre İslam Dünyası içindeki konu ve meseleleri ele almak lazımdır. Tek tek insanlardan, gruplara ve topluluklara etkili iletişimin tesisi başlangıç noktasıdır. Zamanlama ile zeminin önemi çok büyüktür. Hukuk, sadece kurallar bütününden ibaret değil meşrulukla temel bulan ve kamu vicdanından da beslenen bir geniş kabuller manzumesidir. Siyaset-hukuk ilişkilerinde çok özen göstermek şarttır. Siyasi tasarrufların engelleyiciliği kadar artık hiç kimsenin meçhulü olmayan yargı darbelerine karşı da uyanık ve dikkatli olunmalıdır. Özel hukuk zaten vardır ama hukuk her ne sebeple olursa olsun özelleştirilmemelidir. Tüm konu, pozisyon ve kişilerin hakları, onurları ve özlük hakları daima güvence ve teminat altında olmalıdır. Konular milli ve uluslararası tüm boyut ve unsurlarıyla beraber dikkatlice, gereken özende ele alınmalıdır. Dünya sisteminin şimdiye kadarki muameleleriyle nelere yol açtığını ve hedefe ulaşmak için 'her şey meşru ve mübah, her yol roma' diyen bir zihniyete sahip olduğu asla gözden ırak tutulmamalıdır. Yaklaşım tarzı ifrat ve tefritten uzak itidal noktasında adil bir tutum içerisinde olmalıdır.

Ortadoğu'yu güçlü ve itibarlı kılacak olan süreç birbiriyle biteviye, kesintisiz savaşması, mücadele etmesi değil 'farklı akılların bileşke vektörü' ile maddi ve manevi enerji ve potansiyelini bir araya getirme iradesi ve aksiyonu olacaktır. Herkesi kendi biricikliği içerisinde özgün ve özgür bir tarzda eklemleyecek 'çokluk içerisinde birlik; birlik içerisinde çokluk' perspektifi ortak tutumlara zemin hazırlayabilecek akıl ve kültürün tutarlılık ve zihinsel bütünleştirmesi neticesinde ete kemiğe bürünebilecektir. Hak sözün değerini, insanın erdemini, kültür ve medeniyetin özünü yeniden keşfedip ortaya çıkaracak iklim, akıl ve gönül ortaklığı, bilgi ve sevgi kardeşliğiyle tezahür edecektir. Nuh’un Gemisi’nin saklı olduğu Türkiye’miz ve Ortadoğu bu badireleri de atlatacaktır. Bu konuları ele alırken, gerçeklerin, Hakk'ın ve hakikatlerin ortaya çıkmasını öncelemek ve dikkate almak gerekir. Gönülden gelen sevgiyi hep sürdürebilmek, her türlü kördüğümün anahtarıdır. Bu yüzden Allah’ın bilge kullarından birisinin şu sözü ne kadar anlamlı ve derindir: “Hakiki sevgi; iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde ise azalmayan sevgidir.”

Bir de pratikte unutulan husus; dinin, ahlakın hükümlerinin doğrudan bizi muhatap aldığıdır. Herkesin nimetin hesabından sorgulanacağı gerçeğini en güzel bir kıvam ve olgunlukta başkalarına tavsiye ederken kendimizi farkında olmadan unutuveriyoruz. Bu yüzden Kur’an’ın diriltici, uyarıcı ve aydınlatıcı nefhasını önce nefsimize üflemeliyiz. "Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bilmeden kemâlâta ulaşılmaz" kelamı kibarı, her bir insan tekinin değerine ışık tutmaktadır. Nefse sahip ve hakim olmak zor iştir herkes için. Müslümanlara ve insanlara daima hayır dua etmeye devam etmelidir. Hz. Ali’nin kendisinin yanında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e atıp tutan birisini susturarak, "Sus ey adam, ben inşallah Kıyamet Günü’nde onların kalplerindeki kini söküp almışızdır ve tahtlar üzerinde karşılıklı oturmaktadırlar ayetinin bizim hakkımızda geçerli olacağına inanıyorum" der. Müslümanların ve insanların kendi aralarındaki meselelerin çözümünde Kıyamet’e kadar daima yol haritası olacak Hucurat suresini bir bütün olarak yeniden okumak, anlamak ve yaşamak şarttır. Alemlere rahmet olan Canlı Kur'an, Hz.Muhammed'in (sav) kutlu rehberliğinde bilgi, sevgi ve merhametle yürüyerek doğal harmoniyi ve dinamik ruhsal ve bilişsel dengeyi yeniden yaşamak mümkündür. İçeriden bir kültürel yeniden okuma ile değişimin yönü ve niteliği de hesaba katılarak insani ve toplumsal gelişim sağlanabilir.

İnsanın varlığı, mevcut hali ve geleceği, çalışıp kazandığı birikimleri ile tecrübe ve pratikleri sonucunda elde ettiği nitelik ve kalitesi ile anlaşılabilir. Bir ülke ve memleketin böyle güzel insani meziyet ve yeteneklere ev sahipliği yapma derecesi ve iradesi, o beldenin Kur’an’ın ifadesiyle 'belde-i tayyibe' (iyi, güzel ve mutlu bir belde) olup olamayacağına ilişkin en önemli kanıt ve imkanı sunar. Her toplum, şu ya da bu şekilde kendi varoluşunu hem sorgular, hem de kurgular. Bu hiç bitmeyen bir inşa ve varoluş sürecidir. Bu süreç gerçekleştirilirken normal ile aykırı arasındaki çizgi çok incelir ve hatta bazen kopar. Toplumu çekip çevirecek ana unsurların, yani yönetici elitin pozisyonu, bu biçimlenişin temel karakteristiğini ele verip gözler önüne serer. Burada devreye giren kavramlar liderlik ve yöneticiliktir. Hak ve adaletin tecellisi gerçek bir liderlik, erdem ve irade kanatlarıyla buluşunca coğrafya, kültür ile harmanlanarak hakiki bir vatana dönüşebiliyor.

Bir adamın (Hz. Adem) ve bir kadının (Hz. Havva) meşru ilişkisiyle (sözleşmesi) başlayan insanoğlunun kültür, insanlık ve uygarlık macerası İslamiyet mevzu bahis olduğunda daha çarpıcı kimi bilgi, bulgu ve keşiflerle karşımıza çıkmaktadır. İki insan arasındaki ilişkinin değer, yeterlilik ve niteliği bütün bir insanlık için hayati derecede belirleyici olabilmektedir. Kutsal Kitab’ın, "bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir; bir insanı dirilten ise bütün insanlığı diriltmiş gibidir" hükmünü bir zincirin kuvveti en zayıf halkasının kuvvetiyle ölçülür biçiminde yorumlamak mümkündür. Bütün bunların yanı sıra bir kültürün gerçek gücü ve imkanı, değerlerini ve ilkelerini çocukların inanç ve umudunu besleyip geliştirecek iklim ve atmosferi sağlayabilme kapasitesi ve becerisinde saklıdır. Bir tohumdan ağaca uzanan canlılık, bakım ve yetiştirmenin sürekliliği, insan türü ve neslinin devamlılığında, maddi ve manevi hayatı ve kültürü temelinde ortaya çıkmaktadır. Ancak insan gerçeği hiç bir zaman sadece iyi ve güzel şeylere karşılık gelmemektedir. Kötü, çirkin ve zalim de her zaman vardır ve olmaya devam edecektir. Asıl çözüm ve çare bu durumda olanlara yönelik geliştirilebilecek tavır ve prensiplerin sağlıklı, dengeli, etkili, insani ve vicdani olabilme kapasitesine ne ölçüde sahip olunduğuna ilişkin arayışlarla biçimlenmektedir.

Mekke’nin Fethi sürecinde vadi boyunca her yeri kaplayan inanmış insan seli karşısında hayret ve şaşkınlık dolu bakışla "bir adam, bir kadın ve bir çocuğun davası nerelere dek ulaştı" diyen Ebu Süfyan’ın kastettiği Hz. Muhammed, Hz. Hatice ve Hz. Ali’nin sadakat ve aidiyet duygusuyla perçinlenen akıl, vizyon, vicdan ve irfan dirilişinin iman ve güven temelindeki dirilişinin devrimsel sonuçlara yol açan dinamizm ve coşkusuydu. Her insanın kendi kendisinin yöneticisi olduğunu vurgulayan o enfes Peygamber buyruğu, Hz. Abbas’ın valilik talebine "seni nefsine vali tayin ettim" demesi bir adam ve bir kadından bir çocuğa aktarılan emin bir insandan güzel ve etkili Müslümana uzanan geçiş ve dönüşümle birlikte bir medeniyetin bakış açısı ve kodlarının altın anahtarını sunmaya devam ediyor ve devam edecek. Bu akışın ve örgülenişin hiç eksik olmayacak boyutu tevhid bilgisiyle anlam kazanan çile, mücadele ve aşktır.

YARIN: Hayatın Geri Kalanına Gökyüzü'ne Bakarak Başlamak