İslam, cemaat ve devlet
Cemaat ve tarikatlar, coğrafyamızın her tarafında etkin olan, toplumsal, ekonomik, siyasal ve ticari faaliyetlerde bulunan karmaşık yapılardır. Dini gruplar ile dinin kendisi aynılaştırılamaz. Din, hiçbir cemaat, tarikat veya grubun kendisi olmadığı gibi, onların tekelinde de değildir. Dini grupların sosyal, siyasal, ticari, örgütsel, doktrinel ve ekonomik faaliyetlerinin sorgulanması ve eleştirilmesi, dinin bizzat kendisinin sorgulanması ve tartışılması anlamına gelmemektedir. Dini gruplar, tarikatlar ve cemaatler konusunun şimdiye kadar sağlıklı, nitelikli ve ciddi bir şekilde konuşulmamasının ve tartışılmamasının belki de en önemli nedeni budur. Dini gruplar, kendilerine dair her tartışmayı ve konuşmayı, hemen dinin bizzat kendisine yönelik bir saldırı veya reddiye haline getirmek suretiyle, kendilerini bütün tartışmaların ve eleştirilerin üstünde kutsiyete sahip din olarak konumlandırmışlardır. Bütün insani yapılar gibi cemaatlerin, tarikatların ve bütün dini grupların konuşulması, tartışılması, eleştirilmesi ve konuşulması gerekmektedir. Mevcut durumda dini cemaatler ve grupların kendilerini konuşmaya, tartışmaya ve eleştirmeye hazır olmadıkları gibi, böyle bir gelişmenin önünü açmaya da gönüllü olmadıklarını söylemek mümkündür.
Cemaat ve tarikatlar, toplumsal hayatın her alanında faaliyet göstermelerine ve insanların ilişkilerini her açıdan etkilemelerine rağmen, birer kara kutu olma özelliklerini korumaktadırlar. Bir tarikat ve cemaat içinde, gerçek anlamda ne olup bittiğine dair sağlıklı bilgi sahibi olmaya imkan yoktur. Toplum, genellikle bir cemaatten veya tarikattan dışarı sızan söylentileri duymaktadır. Cemaatler ve tarikatlar hakkında duyduklarımızın dışında gerçek öğrenme imkanlarından toplum mahrum durumdadır. Geniş toplum kesimleri, cemaatler ve tarikatlar hakkında, ilişkileri herkesin gözü önünde cereyan eden şeffaf ve açık yapılar şeklinde sağlıklı bir kanaate sahip değildir. Toplumsal kesimler, cemaatler ve tarikatlar hakkında şüphelerini, korkularını ve çekincelerini fırsat buldukça ifade etmektedirler. Cemaatlerin ve tarikatların kapalı yapıları, ilişkileri, hiyerarşileri ve faaliyetleri, kendileri hakkında toplumda var olan korkular, şüpheleri, soruları, sorunları ve çekincelerin derinleşmesine ve kalıcılaşmasına yol açmaktadır. Cemaatlerin ve tarikatların, kapalı devre faaliyet gösteren yapılar olma şeklinde şimdiye kadar devam eden var olma biçimlerini sürdürmelerine imkan bulunmamaktadır. İçinde bulunduğumuz teknoloji, iletişim ve medya imkanları sayesinde şeffaflık ve açıklık, olmazsa olmaz bir zorunluluk haline gelmiş, kapalılık ve içe kapanmacılık ise bir toplumsal yapı için olumsuz bir kötülük halinin göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Cemaat ve tarikatlar, toplumdan saklayacak hiçbir şeyleri olmadığını, kapalı kapılar ardında ne yapıyorlarsa toplum önünde de onu yaptıklarını ortaya koymak gibi çetin bir meydan okuma ile karşı karşıyadırlar.
İslam, imanda, hayırda ve ahlakta gelişmek için insanların bir araya gelmelerini, tanışmalarını ve yardımlaşmalarını teşvik etmektedir. İslam, insanların hayra çağıran, kötülükten men eden topluluklar oluşturmalarını, kişilerin ahlaka uygun hareket eden doğru kimselerle ilişki kurmalarını, zekat ve namaz gibi ibadetlerin diğer insanlarla birlikte ifa edilmesini tavsiye etmektedir. (Ali İmran,104- Tevbe 119-Bakara, 143) İslam, bireyin ve toplumun iman, ibadet ve ahlak açısından gelişimi için cemiyetlerin ve birlikteliklerin oluşturulmasına önem vermektedir. İman, ibadet ve ahlak gelişimine ve olgunlaşmasına hizmet edecek faaliyetlerin gizli ve kapalı olmasına gerek yoktur. Fıtrat dini olan İslam'ın iman, ibadet ve ahlak öğretisi ve pratiği şeffaflığı ve açıklığı esas almaktadır. İslam, iman, ibadet ve ahlakta kapalı devre olmayı, iki yüzlülük olarak değerlendirerek, her türlü iki yüzlülüğün İslam ve insanlık dairesi dışında olduğunu ifade etmektedir. Ahlak, ibadet ve imanın ötesinde siyasal, ekonomik, ticari ve bürokratik hedefleri ve faaliyetleri olan yapıların kapalı ve gizli örgütlenmeler oluşturması, İslam'ın insanlar arası ilişkileri güçlendirme ve sahih anlamda topluluklar oluşturma değeriyle bağdaşmamaktadır.
İslam, insanlığı hiçbir mürşide mürit olmaya davet etmemektedir. İslam'ın asli mesajı olan Tevhit, insanlığı sadece Allah'ı ilah olarak kabul etmeye, O'na ibadet etmeye, O'nun ahlaklı kulları olmaya davet etmektedir. İslam, insanlığı yapay yapıların, otoritelerin, mürşitlerin, şeyhlerin, mehdilerin, mesihlerin, kutupların, gavsların ve daha bir çok değişik sıfat taşıyanlara bağımlılıktan kurtaran, insanların sadece Allah'a kul olması gerektiğini söyleyen özgürlük ve fıtrat dinidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Allah'a kulluk yerine kula kulluğu kutsallaştıran yapıları şu şekilde eleştirmektedir: "Değerli kardeşlerim; bize asla kula kulluk yakışmaz. Allah'tan başka hiçbir güce kul olmadık olmayacağız. Ne yazık ki insanoğlunu aldatıp da birilerine farkında olmadan kul olmaya sevk edenler var. Filanca efendi bize şahdamarımızdan daha yakın diyenler var. Bize şahdamarından daha yakın olan Allah'tan başka hiçbir güç yok. Bize şahdamarından daha yakın olan sadece Rabbimizdir. Bunu böyle bileceğiz, böyle inanacağız." İslam, Müslüman olmanın mürşitlere mürit olmak veya bir takım yapıların askeri olmak anlamına gelmediğini insanlığa idrak ettirmeye çalışmaktadır. İslam, insanların gerçeklikten kopmamalarını, akıllarını kullanmalarını ve Kur'an'dan hidayet kaynağı olarak yararlanmalarını istemektedir. İnsanı gerçeklikten koparan, akıl ve düşünceyi körleştiren, Kur'an yerine kendi kurucu metinlerini geçiren yapıların, Kur'an'ın teşvik ettiği hayra çağıran, kötülükten men eden topluluklar olmayacağı açıktır.
Tarikat ve cemaatlerden, ibadetin, siyasetin, devletin ve dinin birlikte çıkacağını iddia etmek, büyük bir yanılgıdır. Dini olma iddiasındaki sosyal yapıların, siyaset ve devlet yerine ibadet ve ahlaka, iktidar yerine imana, çıkar yerine insana yönelmeleri gerekmektedir. Cemaatin cemaat, devletin devlet olduğu şeklinde açık, net ve berrak bir anlayışın içselleştirilmesi lazımdır. Cemaatin devlet, devletin cemaat olmaya kalkması durumunda ortada ne cemiyetin, ne devletin, ne cemaatin kalmayacağı gerçeğinin unutulmaması lazımdır.