Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.74
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Eylül 2022

İslam bir şey söylüyor mu?

Özellikle son on yıla gelinceye kadar din, muhafazakar, islamcı geniş bir çevrenin direnç söylemini oluşturmaktaidi. Modernleşme tüm dünyada yarattığı ciddi kırılma ve modernitenin dine yönelik negatif söylemleri ile birlikte düşünüldüğünde özelde İslami söylem bir kurtuluş içeriği taşımakta idi.

En azından şahitlik ettiğim 1970’li yılların sonundan itibaren bugüne kadar gelen süreçte, dünyanın her bakımdan daha da kötü hale geldiği, değerlerin tükendiği ve insanlığın umudunu kaybettiği dile getirildikten sonra, tüm bunlar karşısında İslam’ın bir çözüm olduğu kuvvetle vurgulanırdı. İslam’a dair bu umut dili, aynı zamanda bu çevredeki insanların içinde bulundukları ekonomik, siyasi, sınıfsal, toplumsal konumlarını değiştirme taleplerini ifade etmekteydi.

Türkiye’de bu süreçte bugünkü konjonktürün oluşumunda üç önemli değişim yaşandı. Birincisi, 1980 sonrası Özal iktidarı ile birlikte muhafazakar ve İslamcı çevreler sınıfsal ve ekonomik mobilizasyon yaşadılar. İkincisi, siyasi ve toplumsal olarak merkeze doğru yürüdüler. Üçüncüsü, dünya konjonktüründe küreselleşme bütün dispozitifleriyle kendisini gösterdi. Öyle ki, bugün postmodern küresel dünya temel ilişki ağlarını ve yaşam tarzını belirlemektedir.

Bu bileşenler etrafında islami söylemlerin ve onun dayandığı birikimlerin aynı kalması tabii ki düşünülemez. Nitekim Batı’da Rönesans ve Reform’a gelmeden önce başlayan sermaye birikimi ve dışa açılma süreci mevcut Hıristiyanlığın sorgulanmasına sebep olmuş; netice dünyevi olana da referans veren Protestanlık buradan doğmuştu. Aslında özelde Türkiye’de genelde İslam dünyasında şu an böyle bir açılımın sancıları yaşanmaya devam etmektedir. Bu durum ayrıca bir analizin konusudur.

Fakat bu minvalde din, vahiy, Tanrı, kitap vb. gibi en temel konular üzerine son dönemlerde tartışmalar yükselmeye başladı. Yayımlanan birtakım kitaplara baktığımız zaman, bunların var olan islami söylemleri eleştiren, hatta bireysel, dünyevi söylemlere de yer veren nitelikte olduğunu görmekteyiz. Doğrusu eleştiriye hiçbir itirazım yok.

Kitap, vahyin tabiatı, Tanrı’nın sıfatları ve konumu, nübüvvet, dinin mahiyeti bu tür eleştiri ve sorgulamalarla farklı detaylarıyla ön planda görünmektedir. Doğrusu dilden başlayarak yapılan bu tartışmaların hiçbiri özü itibarıyla yeni değildir. İslam’ın erken zamanlarında uzun tartışmaların konusu olmuşlardır.

Bugün bu tartışmaların tekrar gün yüzüne çıkmasını en azından birkaç sebep etrafında izah edebiliriz. Birincisi, Müslümanlar halihazırda modernite karşısında yenilmişlerdir. Modernitenin askeri, siyasal, ekonomik, sosyal ve bilimsel açılımları karşısında müslümanların üretimsizlikleri aşikardır. İkincisi, islam dünyasında ümit olarak görünen siyasal, sosyal, kültürel oluşumlar bugünün dili ve rasyonalitesi ile bir varlık ve başarı gösterememişlerdir. Üçüncüsü de, sömürü koşulları “post” bir tarzda devam etmektedir. Henüz Müslümanlar bu handikaptan kurtulabilmiş değildir.

Bunlar karşısında özelde benim dikkatimi çeken; eleştirelliğe devam etmekle birlikte İslam dolayımıyla Müslüman aktörlerin dünyaya henüz bir şey söylemedikleridir. Dünya ölçeğinde giderek ağırlaşan sorunlar karşısında potansiyel olarak İslam’ın sahip olduğu direnç ve imkanlar bir ete kemiğe bürünmüş değiller. Bu anlamda müslümanların aktörler olarak kendi rasyonalite ve dillerini kurmaları öncelik arz etmektedir.

Bugün şu net olarak ortadadır: Müslümanlar İslam’a dair iddialarını kaybetmeye ve çözümü dışarıda aramaya başlamışlardır. Dolayısıyla kendilerine referansı bırakarak hatta bundan utanç duyarak hareket etmektedirler. Referans kullandıklarını düşünenler ise tarihsel bir dille bu işi kotaracaklarını düşünmektedirler.