İSLAM BARIŞ GÜCÜ
Günümüzde yaşadığımız acı olaylardan birisi de, halkı Müslüman olan ülkelerde insanların
birbirleriyle çatışması, adeta bir iç savaş hali yaşamalarıdır. Bu gibi ahvalde meselenin nasıl
çözüleceğini Kur'an-ı Kerim beyan etmiş ve çatışan taraflardan haklı olanın yanında yer alıp haksızı
haksızlığından vazgeçirmek için, gerekirse kuvvet kullanmak olduğunu beyan etmiştir.
Bu konuyu geçen yazımızda konuşmuştuk. Şimdi günümüzde bu işin pratikte nasıl
gerçekleşebileceğini konuşucaz. Bu çok önemli meselenin çözümünde Hilafet makamından,
Ümmet olmanın avantajlarından yararlanmak gerektiğini düşünüyoruz.
Hilafet, İslam ümmetinin ortaya koyduğu ve tüm İslam Ümmetini temsil eden bir makam olarak
kabul edilmiş ve kutsal bir makam sayılmıştır. Hilafetin Osmanlı hanedanına geçmesi hiç şüphesiz
Ümmet adına Türk devletinin bir kazanımıdır. Osmanlı Devleti'nin son bulmasıyla, yani padişahın
ülke dışına çıkarılmasıyla Hilafet makamı bir kimseyle, bir yere gitmemiş, götürülmemiş, tarih
boyunca bu makamın el değiştirmesine benzer şekilde güçlü bir topluluk da çıkıp bu makama talip
olmamış, böylece Hilafet, bütün haşmet ve ağırlığıyla ve kutsal bir emanet olarak elimizde
kalmıştır.
Bu sebeple bu mesele Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde uzun ve tartışmalı bir müzakereden sonra
konuyla ilgili bir kanun çıkarılmıştır. 3 Mart 1340 tarihli hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmani’nin
Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair 13 maddelik Bu kanunun birinci maddesi
şöyledir:
BİRİNCİ MADDE: HALİFE HAL EDİLMİŞTİR. HİLAFET, HÜKÜMET VE CUMHURİYET MANA VE
MEFHUMUNDA ESASEN MÜNDEMİÇ OLDUĞUNDAN HİLAFET MAKAMI MÜLGADIR.
Yani halife görevden alınmış, Hilafet makamı boşalmıştır. Hilafet, hükümet ve cumhuriyetin anlam
ve yetkileri içinde zaten vardır. Görüldüğü gibi Hilafet makamı yok sayılıp reddedilmemiş, yetkileri,
yeni kurulan hükümet ve cumhuriyet makamlarına bırakılmıştır. (Kanunun kabul tarihi: 26 Recep 1342 ve 3 Mart 1340)
Halen de durum böyledir. Şimdi geldiğimiz noktada hilafetin manevi gücünden yararlanabiliriz.
Mesela Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı veya Cumhurbaşkanı çıkıp “Ey halkı Müslüman olan
ülkeler, ey aynı imana sahip olduğumuz din kardeşlerimiz, sizlere bir çağrıda bulunmanın bize
düşen bir sorumluluğu gerektirdiği inancıyla diyoruz ki, “Gelin bu ihtilafları sona erdirelim,
birbirimizin kanını dökmeyelim,. Bırakın savaşmayı, terk edin çatışmayı, aranızdaki kardeşlik
hukukunu hatırlayın. Hep birlikte durduralım bu acıları, ayıpları. Yeniden hep birlikte Kur'an’ımızın
ifade buyurduğu gibi kardeşler olalım.”
Böyle bir çağrının yapılmasına engel nedir? Bizce hiçbir mahzuru yoktur. Bunu yapmak
mümkündür. Denilebilir ki “Bu çeşit çağırılar çok yapıldı, ama sonuç alınamadı.” Deriz ki “Bu
çağrılar sadece sözde kalmamalı, fiili davranışlar konmalı ortaya. Mesela İslam ülkeleri arasında
Müslümanların ihtilaflarını çözüp adaleti sağlamak için bir İSLAM BARIŞ GÜCÜ kurulabilir. şimdi
mesele bu çağırıyı yapıp olayı takip edecek ülke ve liderin kim olacağı meselesidir. Bu şartlarda bu
çağrıyı ve liderliği ülke olarak biz yapabiliriz.
Bu kuruluş acilen yapılmalı ve oluşturulacak barış gücü barışı sağlamalıdır. Aksi halde akan
Müslüman kanı oldukça Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi asla olumlu bir karar almayacaktır
zaten çeşitli mihraklar Müslümanlar arasındaki ihtilafın artmasını bile istiyorlar. Gizli veya aşikâr,
ihtilafı körüklüyorlar. Her iki tarafa da silah satıp Müslümanların birbirlerini vurmalarını
seyrediyorlar. Bu hal bizim ümmet olma halimizle de çelişiyor. Bir an evvel bu ayıptan
kurtulmalıyız.