İsimsizler parkı
Anonim bir hikâyedir, anlatılır. Dün İsimsizler Parkına çay içmeye davet edildiğimde bu hikâyeyi tekrar dinledim. Hikâyenin başka versiyonları da var tabi. Dinlediğim kadarıyla aktarıyorum.
“Temiz kalpli genç bir adam kırk gün boyunca her gün sabah namazına gidince kendinde bazı değişimler olduğunu fark etmiş. Yine bir gün sabah namazına gitmiş, feyz ve maneviyat içerisinde eve dönüyormuş. Evine doğru yürürken bakmış ki bir pikap ve iki adam bir ineği pikaba yüklemeye çalışıyor. Fakat inek bu adamlara müthiş bir mukavemet gösteriyor ve bir türlü pikaba yaklaşmıyormuş. Sabah namazından dönen genç kalpli adam, bu manzarayı görünce “durun ben size yardım edeyim”, demiş. Adamlar da yardımı kabul etmiş. İnek de temiz kalpli adamı görünce sakinleşiyor, huysuzluğunu bırakır, birden uysal bir hayvan oluyor. Temiz kalpli adam da kendi kendine işte bu diyor. Sabah namazının bereketi nasıl da tecelli ediyor, diye sevinmeye başlamış. Genç adam, bu tatlı duygular içinde ineği el yordamıyla pikaba doğru itiyor. İnek muti bir şekilde pikaba çıkıyor. Adamlar, bu manzaraya şaşırıp bakıyorlar. Sabah namazından dönen adam sağ elini göğsüne koyarak vedalaşır ve evinin yolunu tutar. Genç adam, eve vardığında annesinin ağladığını görüyor. Anne niçin ağlıyorsun, diyor. Annesi, “sorma oğlum, hırsızlar bizim ineği çaldılar, diyor. Bu haber üzerine sabah namazına giden genç adam yere çöküyor ve annesine “Anneciğim hakkını helal et, Vallahi inek beni tanıdı ama ben ineği tanımadım, diyor.
İnsanlar bazen anonim hikâyeleri mesaj vereceği olaylara göre yorumlarlar. Konu İslam ve İslam’ı yaşayamayan insanlar olunca mesele bir hayli ilginç hale gelmişti. Genelde İslam coğrafyasında özelde ise Anadolu coğrafyasında yanlış ve yaygın dinî bilgi eksikliğinden şikâyet edilir. Oysa dijital çağda yaşıyoruz. Allah’ın kutsal kitabı artık duvarda asılı değil akıllı telefonunuza bir dakikada yükleyebileceğimiz bir konumdadır.
Bugün başta politika-siyasa-siyaset arenasında olmak üzere kültür, edebiyat ve dinî-içtimaî hayatta bizim mahalleden arkadaşların büyük bir emek ve azimle oluşturduğu yapıları yine kendi elimizle tanımadığımız kişi ve şahıslara peşkeş çektiğimiz günleri yaşadık. At bizim atımız ama ata binen binici-süvari bizden değil. Neden bu şahıs diyoruz. Gayet doğal diyorlar. Ehil ve yetkin cevabıyla karşılaşıyoruz. Peki, Gazali niye okuduk, İbni Sina niye okuduk. İnsan yetiştirmemiz lazım. Tıbbiyelilerimiz çok ama tıp tarihçimiz yok. Bilen yönetir diyorsun ama ilimden yoksun bu bilen. Ne Yunus’u biliyor ne de Mevlana’yı. Nerden bilecek ki bu kişi kanun ile nayı.
Yetkin ve ehil olmak… Eski medreselerimizden yetişen âlim insanların hayatlarını okuyoruz. Neden şimdi âlim yetişmiyor diye hayıflanıyoruz. Eski medreselerimizden günümüze tevarüs eden bir şey kalmadı. Nostalji olsun diye eski medreselerin müfredatını devam ettiren bir kesim var. Allah razı olsun onlardan. Ama bazen şu hâle düşmüyor muyuz?
İneğini çaldıran iyi kalpli adam hâli.
Günümüzde medrese irfan, maarif derken İslam’ın yaşanır alanların birisi de caddelerimizdi. Caddeler, eskiden medeniyetimizin görücüye çıktığı yerler idi. Medeniyet yoksunu sefil insanlar mümkün mertebe arka sokaklarda tutulurdu. Bugün ise bu sefil insanlar, çıplaklıklarıyla, avarelikleriyle, avanelikleriyle caddelerden meydanlara taşıyorlar, bize meydan okuyorlar. Biz ise meydanlardan, meydan okumaktan uzaklaşıp, caddeleri bu avenelere, avarelere terk ediyoruz. Sığındığımız tek yer. İsimsizler parkı. İsmi var bu parkın ama korkumuzdan deşifre edemiyoruz.