İshak Üstadımız
Öğrencilik yıllarımızda hocalarımızdan sonra bize edebiyat zevkini tattıran edip bir arkadaşım vardı. Uzun süreden beri görüşmüyorduk. Dün onun telefonuyla uyandım. Ben İshak Yaşar, dedi. Evet, tanıdım, dedim. Beni uyandırdığı düşüncesiyle sonra yine ararım demişti ki “Hayır hayır, bu ne güzel bir hediye, fakiri sevindirdin.” Dememle sohbete koyulduk.
İshak üstadımız, akıllı telefon kullanmıyor. İnternet
kullanmıyor. Her şairin gidip yaşamak istediği İstanbul’a küsüp memleketi
Sinop’taki köyüne gitmiş. Annesinin, babasının üçer yıl arayla vefatından sonra
kocaman köy evi ona kalmış. Acaba şimdi şiir yazıyor muydu? Hani Boğaz
manzarasından uzak, Üsküdar’dan, Beylerbeyinden, Sultanahmet’ten uzakta olunca
şiir yazılabiliyor mu? Bu soruları artık İshak’a mektupla soracağım. Çünkü
kendisi telefonla ararsa iletişim kurarsınız. Siz, onu aradığınızda cevap
vermiyor.
İshak’la en son İstanbul’da üç yıl önce Mehmet Yalçın Yılmaz
Hocamızın organizesiyle bir araya gelmiştik. Malum Koronavirüs salgını
(taçkıran) nedeniyle bir araya gelemedik. Nida Kırömeroğlu, Harun Zelyut,
Abdülkadir Yeler de vardı. Hatırlamadığım başka arkadaşlar da. Kariye Camii
civarında bir ikindi namazı sonrası buluşmaya karar verdiydik. İshak, bu
buluşmamızdan bir süre sonra Memleketi Sinop’a gittiğini öğrendim. Dünyanın en
kalabalık yerinden, dünyanın en tenha şehrine gitti. Ah kalabalıklar, bilemedi kıymetini
İshak’ın.
İshak için şu sözleri de sarf etmem gerekiyor. Bazı insanlar edebiyat fakültesine ve bu
fakültenin en gözde bölümü Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne öğretmen olmak için
gelirdi. İshak ise bir edip, bir şair olmak için gelmişti. Gerçi kendisinde
şairlik alameti de vardı. Bu nedenle ona şair olmak için gelmiş demek de bir
hakaret sayılırdı.
Muhabbete dönelim…İshak’ın beni aramasına öylesine
sevindim ki anlatamam. Zaten “Dur, hediyeni vereyim de öyle kapat telefonu.”
demişti. Öyle demeseydi belkibu satırlar bu sadırdan çıkmazdı, kalemim de
ağlamazdı.Ehl-i Kudemânınsözüdür: “Kalem, söze başlayınca ağlarmış.”
İshak’ın “Dur hele, hediyeni vereyim de öyle kapat
telefonu.” Demesi beni öğrencilik yıllarıma götürdü. Ona öğrencilik
yıllarımızda üstad diyorduk. Sanki edebiyat fakültesini bitirmiş yeniden gelmiş
gibiydi. Beni her gördüğünde -selam sohbetten sonra-“Hediyen şurada; dur, vereyim.”
Derdi. Hediyesi, ya Divan şairlerinden derlediği bir beyit ya da telifi
kendisine ait bir şiirdi. Çoğu zaman da bize hediye olarak sunduğu-sunacağı şiiri,
süslü bir kâğıda yazmış halde sunardı. Ahenkli ve vezinli okuyuşu o zamanlar
bilmediğimiz Divan edebiyatı kapılarını bize açmıştı.
Şiirle birlikte güzel kokular…İshak, Beyazıt
Meydanında ıtriyatçılardan aldığı özel esanslarından birini bize ikram ederdi. Bu
ikramı belli birkaç arkadaşa daha yapardı. Onlar da edebiyattan, şiirden, güzel
sözden, güzel davranışlardan anlayan insanlardı.
Vaktiyle İstanbul beyefendiliğini anlatan bir kitap
okumuştum. Kitabı okuyunca bizim İshak aklıma gelirdi.İshak,bu kitapta eski
İstanbul Beyefendilerinin hatıralarını üzerinde taşıyan bir şahsiyetti. İşini
müşahhas kılmayı da severdi. O, Beyazıt Meydanında sadeceıtrıyatçılara
uğramıyordu. Kitapçılara, diğer esnafa da uğruyordu. Kendi kendime hep diyorum.
Keşke Şair Zati’nin Beyazıt Meydanındaki remilcidükkânı boş duraydı. Orada ne
Bakiler ne Nef’iler yetişecekti.
İshak, Fakülteye geldiğinde bir köşede oturur, elindeki
kitabı okur, dünya ile bağı kopardı. Derse girdiğimiz vakit çoğu zaman onun haberi
olmuyordu, dersten çıktığımızda da… Sahaflar Çarşısı, Beyazsaray Kitapçıları,
İshak’ın hep kitap aldığı yerlerdi. O zamanlarda bile binden fazla kitabı olan şahsi bir
kitaplığa sahipti.
Ya İshak derse girdiğinde… İshak, derse girdiğinde
hepimiz susardık. Dersin Hocasına da bir heyecan gelirdi. Bu heyecanTıpkı Mevlana’nın
hoca-öğrenci metaforunu anlatan hikâyesi gibiydi. Mevlana, derki hikâyesinde, eğer
hoca ders anlattığında karşısındaki öğrencinin bilgi seviyesi yüksek ise hocanın
da bilgi seviyesi yükselirdi. İshak, öyle bir öğrenciydi. O, her ne kadar gazel
tarzında kısa şiirler yazsa da aruz veznine kayıtlı olsa da hocalarımızın
gözünde “uzun bir şiirin son mısraı gibiydi.”
Bu ifadeyi hangi hocamız kullanmıştı, bilmiyorum. Ama yerinde bir
tespitti. Ne İshak gibi öğrenciler geldi ne de onlar gibi hoca kaldı fakültede.
Hocalar, İshak’ı hayırlı bir halef olarak görüyorlardı. Ama kader, onu acımasız
girdabında eritti de eritti.
İshak’ın son hediyesi…İshak’ın son hediyesi olan
şiir, Kilisli bir Divan şairine aitti. Şairini şu anda bilemiyorum, dedi. Ama
Kilisli olduğu kesindi. Beyit şöyleydi.
“Bu dehr-i nâbekârekesb-i emniyet ne müşgildir /Çoğaldıkça
çoğaldı yahşi yüzünden yaman şimdi”
Şiiri de şerh etti İshak üstadım. “Bu nankör zamanda güven
kazanmak ne zordur. İyiler yüzünden kötüler çoğaldıkça çoğaldı.” Bu beyit üzerine bile yarım saate yakın
konuştuk. O kadar kolay değil İshak’ıunutmak…