İrrasyonel hikayeler
Birkaç yazıdır hakikat konusundan bahsediyorum. Bunun temel sebeplerinden birisi, Müslüman toplumlarda hakikatin gündelik yaşamın farklı alanlarında dikkate alınmaması gerçeğidir. Son söyleyeceğimizi baştan belirtelim: Müslümanlar maalesef dış dünyanın bilgisi ve hakikati üzerine hareket etmektense, orayı kendi tabiatının zıttına zorlayarak boşlukları irrasyonel hikayelerle doldurmaktadırlar. Peki ne demek istiyoruz?
Tanrı’nın insandan bağımsız bir hakikati ifade etmesi, bir yandan hakikatin bize verili olduğunu ifade ederken, sürekli bir tavır olarak dış dünyadaki hakikat ve gerçekliği dikkate almaya bizi teşvik eder. Bu anlamda tabiat, fizik, kimya, sosyal alanlarda vb. insandan bağımsız (tabii ki kendi içerisinde etki ve etkileşimlerin de olduğu) bir takım ilkelerle işlemektedir. Bunları dikkate almadan bilgi ve bilim üretmek mümkün değildir.
Batı dünyası Rönesans’la birlikte gözünü dış dünyaya çevirirken, aslında hakikati, gerçekliği ve kesin bilgiyi oradan elde etmeyi planlamıştı. Çünkü kilise, hakikati tümüyle temellük ederek oraya gidecek yolları tıkamıştı. Hatta daha da ileri giderek kendi baskı ve tahakkümü ile dış dünyanın gerçekliğine cevap sadedinde irrasyonel hikayeler yazmıştı. Tabii ki bu hikayeler yeni durumu ve soru(n)ları açıklayamıyordu.
Modern dünya, her şeyden önce bir dünya görüşü ve felsefe olarak yeni bir açıklama modeli sunuyordu. Fakat giderek bu modelin içinde Tanrı zayıflamış ve hatta görünmez olmuştu. Bugün yaşadığımız handikap buradan kaynaklanmaktadır. Batı dünyası, dış dünyanın bilgisini elde etmekle kalmayıp, manipüle ederek hakikati saptırınca ve hatta giderek postmodern felsefe ile hakikati yok edip görelileştirince, insandan bağımsız bir hakikat olan Tanrı bu modelin içerisinde bir problematik olarak durmaya devam ediyor.
Şimdi ortada şöyle bir manzara bulunmaktadır: Batılılar dış dünyanın bilgisini elde etme ve bilim yapma konusunda önde bulunmaktadırlar. Hatta sosyal bilimler, sadece insan ve toplumun bilgisini elde etmekle uğraşmıyor, daha da ileri giderek toplumları manipüle ederek yönetmenin imkanları üzerine odaklanıyor. Dolayısıyla bu anlamda dış dünyanın ve eşyanın bilgisine ulaşma konusunda tüm insani imkanları harcıyor. Fakat dış dünya ile Tanrı arasında sağlıklı bir ilişki kuramıyor. Laplace’ın dediği gibi teorisinde Tanrı’ya gerek duymuyor. Fakat hakikati görmezden gelince hakikat yok olmuyor.
İslam dünyasının elinde kutsal kitabı var ama bunu sağlıklı okuduğunu söyleyemeyiz. Ortadaki manzaraya bakacak olursak, bazı dinsel yapıların “hakikat”i temellük ederek boğduğunu söylemeliyiz. Dış dünyanın bilgisini elde etme konusunda farklı reflekslerle rezerv gösteriyor. Allah’ın Kur’an’da dış dünyaya olan göndermelerini de görmezden gelerek, gündelik hayatın bütün alanlarına dair kendisinin elde etmesi gereken bilgileri inancından devşirerek hakikati elde ettiğini düşünüyor. Ama aslında, hakikati manipüle ederek kapalı bir dünya inşa etmekten öte gitmiyor.
Tevhid, dış dünya, insan ve metafizik tüm bu alanların tek bir referansta birleştiğini söyler. Bu açıdan dış dünyanın bilgisini Allah’tan bağımsız görmek mümkün değildir. Bu anlamda kutsal kitap dış dünyanın tüm bilgisini vermez. İnsan o bilgiyi çalışarak ve insani imkanlarla elde etmelidir. O bilgilere göre bir dünya inşa edilir. Fakat bundan uzaklaşıldığı oranda, yönetilmek (bugün Batı’nın hegemonyası) kaçınılmaz olur. Tam da bundan dolayı Müslümanların irrasyonel hikayeler yazmayı bırakması gerekiyor.