Irkçılık ve George Floyd
Irkçılık, bumerang gibi döndü, ABD ve Avrupa’yı vurdu.
Irkçılık, beşeriyetin gündemine 19. asırda Avrupa eliyle girdi.
O tarihlere kadar insanlar birbirlerini ırklarına göre tanımlamıyorlardı. Avrupa’da 19. yüzyılda her millet kendisinin “üstün ırk” olduğu iddiasındaydı.
Almanlar bu kafayla Yahudileri fırınlarda yaktılar.
Yahudiler ise ırkçılıkta herkesi solladılar.
İngilizler kendilerini evrenin gözü sayıyorlardı. İtalyan ırkçılığı Mussolini’yi doğurdu.
Yunan ırkçılığının “Megalo İdea-Büyük Ülkü”sü vardı.
Türklere ve Araplara ırkçılığı Yahudiler öğrettiler. “İlk Türkçüler” Leon Cohen ve Herman Vanbery isimli iki Yahudi, “İlk Arapçı” da Michel Eflak isimli bir Yahudi idi.
İslam coğrafyasını lokmalara ayırmak için Osmanlı topraklarında arkeolojik(!) araştırmalara gelen, Arap-Türk düşmanlığının mimarı, Lawrence’nin hocası, İngiliz Gertrude Bell 1890’larda İslam coğrafyasında ırk kavramının bilinmemesinden ve İslam’ın gücünden pek şikayetçi idi.
Şöyle diyordu:
“İslam, Asya kıtasının batısı ile orta kısmını birleştiren güçlü bir bağdır. İslam bir elektrik akımı gibi herkesi etkiliyor. İslam’ı dengeleyecek yöresel milliyetçiliğin hiç olmaması, İslam’ın gücünü sonsuz artırıyor.
Bir Türk ya da bir İranlı’ya milliyetini sorduğunuz zaman, “Konyalıyım” ya da “Isfahanlıyım”, bir Suriyeliye milliyetini sorduğunuzdaysa Halepliyim veya Şamlıyım diyecektir.
Suriye sözcüğü halkın yüreğinde ulusallık ifade etmez, sadece coğrafi bir tanımdır.
Hz. Peygamber (sav) veda hutbesinde ırkçılığı ayağının altına almıştı.
“Batı Medeniyeti” AIDS’i bulaştırdığı gibi ırkçılığı da beşeriyete bulaştırdı.
Mısır medeniyeti 3100 yıl, İnka medeniyeti 400 yıl hüküm sürüp tarih sahnesinden çekildiler.
Batı medeniyeti için, 1000 yıl sonra “1800’lerde başlayıp 2050 yılında tarihe karıştı, 250 yıl hüküm sürdü” denmeyeceği ne malum?
“Batı Medeniyeti” “pis ırkçılığı, katliamları, sömürüleri” ile anılacak...
Buna rağmen, bizim de, “’Batılılaşacağız diye yırtındığımızı” torunlarımız komedi olarak okuyacaklar!
ZAVİYE NEDİR?
Atalarımız Avrupa'da adım adım ilerlerken öncü yumuşak gücümüz "Zaviyeler”di.
Zaviyeler mutasavvıf, tarikat ehli atalarımızın mekanları idi.
Kervanların güzergahlarında, tehlikeli geçitlerde, vadilerde, sarp dağların zirvelerinde, küçük yerleşim merkezlerine hitap eden tepelerde kurulan ibadet ve eğitim merkezleri idi.
Buralardaki dervişler şeyhlerinin gözetiminde disiplinli bir hayat sürer, etraftaki köylülere, gelip geçen yolculara İslam’ı tebliğ eder, eşkıyaya karşı yolcuların, din farkı gözetmeksizin güvenliğini sağlar, hastalara, yoksullara, gariplere yine din farkı gözetmeksizin yardım ederlerdi.
Kocası ölmüş Hıristiyan bir kadının ekinini biçer, savurur, ayırır, mahsulünü hiç bir ücret almaksızın eksiksiz teslim ederlerdi.
O yörenin Hristiyan halkının gönlü ordumuz daha oralara gelmeden fethedilirdi.
Zaviyeler, İslam’ın, Osmanlı’nın yumuşak gücü idi.
Bizim, Viyana'ya kadar yolumuzu bu dervişler, zaviyeler açtılar.
Bosna'daki Sarı Saltuk, Budapeşte'deki Gül Baba bunlardan sadece iki örnektir.
Ankara'daki Hacı Bayram Veli Camii külliyesi de vaktiyle bir zaviye idi. Anadolu'nun İslamlaşmasında, Türk-İslam yurdu olmasında mühim rolü olmuştu.
Balkan milletleri, 4-5 asır bu nedenlerle İslami yönetime uyum göstermiş, rahat etmişlerdi.
Osmanlı’nın son zamanlarında, bizdeki dejenerasyon, Avrupa'dan gelen ırkçılık, Rusya'nın Ortodoksluğu istismarıyla bizden koptular.
Ama başları göğe ermedi.
Hâlâ pek çoğu o günleri özlemle anıyor ve arıyorlar.
Balkanları kaybetmemizde son darbeyi Jön Türklerin partisi, CHP’nin selefi, İTP (İttihat Terakki Partisi)’den yedik.
AYASOFYA
Vaktiyle Atina'daki Akropol’de atalarımız düven sürüp harman kaldırırlardı.
Atina’nın her yerinden ezan sesleri gelirdi.
Gün oldu devran döndü, Atina elimizden çıktı.
Yunan’ın oldu.
Yunan, Atina’ da bir tek cami bırakmadı.
Balkanları gezerken kiliseye çevrilmiş, yıkılmış yüzlerce cami gördüm. Hatta, zannedersem Prezren’deydi, ortada sipsivri camisiz bir minare yalnız başına duruyordu, camisini yok etmişlerdi. Kaldığım otelin penceresinin önündeydi.
Ayasofya’da Fetih Suresi okundu diye Yunan çıldırıyor.
Demek ki, Ayasofya Yunan için cami olmaktan çıkarılmış olmalı ki, tekrar cami olma söylentisi onları çıldırtıyor.
Oysa, bizim kuşaklara “Medeniyet icabı müze yapıldı” denirdi.
Acaba, İspanyollar 32 bin kişilik Kurtuba Camii’ni neden müze yapmıyor da, Katedral olarak kullanmayı sürdürüyorlar?
Demek ki İspanyollar bizim kadar ‘Batılı ve ‘medeni’ olamamışlar(!)...