Irkçılık tuzağına dikkat!
Danıştay 8.Dairesi, bir sendikanın açtığı dava üzerine, kendini yürütmenin yerine koyarak ve akıllara ziyan bir gerekçeyle Öğrenci Andı’nı kaldıran kararı iptal etti. Danıştay, Öğrenci Andı kaldırılmadan önce “Bilimsel ve pedagojik araştırma yapılmadı” diyor.
Sonra, “Öğrenci Andı’nın kaldırılması, ancak bu değişikliği hukuka uygun kılacak bir bilimsel gerekçeye dayanması halinde olanaklıdır” dahası “Aidiyeti güçlendiren ve öğrencilerde değer oluşumuna katkı sunan bir yemin metnidir” gibi gerekçelerle, geçmişte örneklerini bolca gördüğümüz türden trajikomik bir karara imza atıyor.
Vahim olan, fırsatını bulduklarında Yargı’da eski Kemalist düzeni geri getirmeye hazır bir zihniyetin hala devam ediyor olmasıdır. Eğer önünü alamazsak benzer bir kararın başörtüsü ve katsayı için de verilmeyeceğinin bir garantisi yok.
Bu yüzden, Danıştay'ın Öğrenci Andı kararına ilişkin, "Danıştay kararının bana göre tartışılacak bir yanı yok” diyen MHP Grup Başkanvekili yanılıyor. Çünkü Danıştay 8. Dairesi, Bekir Bozdağ’ın da ifadesiyle hukuka uygunluk denetiminin sınırlarını aştı, dahası yürütmenin takdir yetkisini bizzat kullandı. Tam da bu noktada tartışılması gerekmiyor mu?
Kemalist devletin yetiştirdiği akademisyenlerden biri olan İlber Ortaylı ise; “Herhalde geri gelecek, kalkması küstahlıktı” diyerek vaktiyle andımız uygulamasını kaldıran siyasi iradeye saygısızlık yapmıştır.
“Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.” (M. Esat Bozkurt) ya da “Türk’e ve Türklüğe riayet etmeyeni ezeceğiz. Memlekette hizmet edenlerden talep edeceğimiz, her şeyden evvel Türk ve Türkçü olmaktır.” (İsmet İnönü) gibi faşizm rüzgârlarının estiği bir dönemde yazılan ve bir tapınma ritüeli olarak uygulamaya sokulan Öğrenci Andı’nın bilimsel, pedagojik kaygılarla ezberlettirilmediği bir gerçek.
Kaldı ki bu metni yazan şahıs, Alliance İsraelite Üniversalla okullarından mezun olan ve elinde makinayla kafatası ölçen, ezanı Türkçeleştiren ırkçı, faşist bir adamdı.
2013 yılında Öğrenci Andı’nın kaldırılması için başlattığım bir kampanyaya şu cümleleri yazmışım: “Toplumsal çatışmaların bir nedeni de, katı ideolojik tutumların ve toplumda, kendi ırkının, kendi sınıfının, ya da kendi inancının bir başkasına üstün olduğu bilincinin, özellikle eğitim aracılığıyla kazandırılmaya çalışılmasıdır. Ulus devletçi sistemler, eğitim aracılığıyla toplumun tüm kesimlerine tek bir ideolojiyi dayatarak, bireylere “Benim dünyamın dışındakiler işe yaramaz” duygusunu aşılamaya çalışmıştır.”
Burada bir Oğuz Türk’ü olarak beni rahatsız eden, imparatorluk bakiyesi bu ülkenin evlatlarının ırkçılık virüsüyle ruhlarının tahrip edilmesiydi. Çünkü ırkçılık bir ruh hastalığıdır ve insanları ayrıştırır, böler, parçalar.
Yazılarımda hep vurguladığım gibi, bakınız çocuklarda sınıf bilinci yoktur. Onlar için oyun arkadaşlarının bir Kürt, Türk, Arap, Çingene, Ermeni, Suriyeli olmasının önemi yoktur. Çünkü henüz fıtratları bozulmamıştır. Bunu, okulda Andımız gibi ırkçı metinlerle, ders kitaplarından ya da evde öğreniyorlar.
1933’lü yılların zihinsel atmosferinde doğan ırkçı, militarist uygulamaları, bugün “Aidiyet duygusunu güçlendiriyor” gerekçesiyle yürürlüğe sokmak isterseniz, bu ülkenin çocuklarına telafisi zor, büyük bir hasar vermiş olursunuz.
Kaldı ki her gün askeri komutlarla hizaya çekilerek, varlıkları Türk varlığına armağan ettirilen çocuklar sınıflarına girdiklerinde kendilerini “Batıcı bir eğitim sistemi” bekliyor olacak.
Demem o ki maharet, 1930’lu yılların ırkçı zihniyetini tekrar çocukların önüne koymak değil, bu ülkenin çocuklarını tarihlerinden koparan Batıcı eğitim sisteminin topyekûn değiştirilmesi ve her kesimden yerli insanla ülkemizin her sahada gelişmesi ve büyümesidir. Tartışmamız gerek budur.
Andımız geri gelmeyecek onu biliyorum ancak ürkütücü olan; ülkede ırkçılığın dalga dalga büyüyor olmasıdır. Diğer taraftan da 15 Temmuz’da ülkenin bekası uğruna tesis edilen ittifakı parçalama tuzağıdır bu.
Küresel çete, bizleri etnik ve dini kimlik üzerinden çatıştırmaya devam ederken diğer taraftan servetlerimizi, değerlerimizi elimizden alıyor ve bizim direnme gücümüzü kırıyor. Biz “Tek millet” dedikçe birileri ırkçılığı gündemimize taşıyor. Salih Tuna’nın dediği gibi;” Türkiye parçalandıktan sonra, ‘Ne mutlu Türküm’ desen ne olur, demesen ne olur!”