Irkçı provokatörlerin oyunlarına gelmeyelim!
Meselelerimizi, aşırılıklardan uzak
kalarak, akl-ı selimle tartışamıyoruz.
Taraflar konuyu anlamaya, problem
varsa çözüme katkıda bulunmaya değil de, birbirlerine “bindirmeye”, karşı tarafın her düşüncesini bir yerinden yakalayıp
“yere sermeye” odaklanmış vaziyette.
Arada, “Durun kalabalıklar!” diyenler
oluyorsa da, bu gürültüde sesleri duyulmaz hale geliyor.
Büyük gayretler sonucu seslerini
duyurabildiklerinde ise, o tarafın ya da bu tarafın (bazen de her iki tarafın!)hedefi
haline geliyorlar.
Bu “sığınmacılar” meselesi de öyle.
Taraflar konuyu, “karşı tarafın” ne
dediğiyle hiç ilgilenmeden tartışıyor...
Tartışmanın da ötesinde çatışıyor…
Bunda “ırkçı provokatörlerin” büyük
etkisi var tabii..
“Türklük Şuuru” ile uzaktan yakından alâkalı olmayan bazı tipler,
ortalığı karıştırarak politik kazanım elde etmek istiyorlar.
Bunun da ötesinde, bazılarının bunları
“dış güçler” adına yaptıkları…
Toplumun hassasiyetlerini kaşıyarak,
kışkırtmalar yaparak “dışarıda hazırlanmış” plânı uygulamaya koydukları
söyleniyor.
Elimde delil olmadan, sadece
görüntülere bakarak böyle bir hükme varamam.
Böyle bir durum varsa, bunu
delilleriyle ortaya koymak ve hukukun gereğini yapmak Devlet’imizin
görevidir!..
Bizim görevimiz ise, gördüklerimizi,
tespit ettiklerimizi, endişelerimizi, ikazlarımızı “kırmadan dökmeden” dile
getirmektir.
Hiç olmazsa tarihe not düşmektir.
Biz, bu görevi MİLAT Gazetemiz’de çok defa yaptık, en azından yapmaya gayret
ettik.
Bu konudaki…
Yani “Müslüman merhameti, sığınmacılar ve riskler” konulu yazılarımızdan
birini, geniş bir özet şeklinde dikkatlerinize arz edeyim de, “bakışımız” net bir şekilde anlaşılsın.
“Karanlıktaki kavga”nın gürültüsünde
biz de kaybolmuş, yanlış anlaşılmış olmayalım:
“Dedi ki Sayın Devlet Bahçeli:
“Düzensiz göz adı konmamış bir istilâdır!
Gecikemeyiz, geride kalamayız, atalete düşemeyiz, ağırdan alamayız!”
Uzun süredir bu konularda uyarılarda bulunduğumuzu
okuyucularımız çok iyi bilir.
Bütün mazlumlara el uzatmaya,
evet.
İnancımız bunu gerektirir,
inancımızdan güç alarak bütün dünyaya medeniyet dersi veren ecdâdımız böyle
yapmıştır.
Bununla birlikte, “ani ve kitlesel
göçlerin” yol açabileceği sıkıntıları görmek ve tedbirleri buna göre almak
da…
İnancımızdaki “tedbir, tevekkül”
ilişkisinin gereğidir!
Hemen herkes biliyor ki, “Katil
Esed’in Zulmü”nden “büyük kaçış”ın ilk yıllarında, işin “güvenlik boyutu” epeyce ihmale gelmişti.
Bırakın bizim gözlemlerimizi,
Devlet’in “Resmi” yayınlarında bile bunun böyle olduğu açıkça ifade
ediliyor bu mesele.
T.C. Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı, Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün “Suriyeliler ve Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşları Arasındaki Evlilik İlişkileri” adlı araştırmasında mesela…
“Her
ne kadar kayıt sistemi güçlü bir hale getirilmişse de kayıt altına alınamayan
Suriyeli sığınmacıların toplam sayısına dair güvenilir bir tahmin mevcut
değildir!” ifadesi
dikkat çekiyor.
Resmi Çalışma’da, bu “ani ve
büyük çaplı göç” meselesinin, birçok Anadolu Ailesi’nde ne gibi sıkıntılara
yol açtığına dair de dikkat çekici ifadeler var.
Mesela…
“Sığınmacı
kadınlarla yapılan evliliklerin birçoğunun kısa sürdüğü, birden fazla sığınmacı
kadınla evlenip boşanmaların olduğu” belirtiliyor.
“Evlilik
yapmaya zorlanan” sığınmacı kadınlardan bahsediliyor!..
Suriyeliler ve diğer “sığınmacılar” meselesine dair yazmak istediğim çok şeyler
var…
Mesela…
Sayın Cumhurbaşkanı dahi, “İki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar
eğitim ve öğretimdir, kültürdür.” demiyor mu?
Bizler…
“Anadolu Evlâtları”nı bile “sağlıklı eğitim ve kültür hamleleriyle” buluşturamamış olan bizler…
Büyük sıkıntıların yaşandığı
ülkelerden “akın akın” gelen
misafirlerimizin çocuklarına ve gençlerine nasıl bir eğitim ve kültür atmosferi
sunuyoruz?
Onlara, “Muhacir- Ensar”
kardeşliğini ne kadar anlatıyoruz?
Bunları kimlerle yapıyoruz,
nasıl yapıyoruz?
Onları, “ailelerinin ihmal ettiği” çocuklarla gençleri avlamakta mahir olan
“örgütlerin”, “sapkın akımların” ellerine düşmekten kurtarmaya matuf
çalışmalarımız ne düzeydedir?
ÇOK
DİKKATLİ OLMAK MECBURİYETİNDEYİZ!
Ülkemizde bulunan Suriyelilerin
“yaş
aralıklarına” dair verilere baktım.
24 Mart 2022 Tarihi itibarı ile
“bilenen,
kayıt altına alınmış durumda olan” yaklaşık 3 Milyon 750 bin Suriyeli var.
Bunların aşağı yukarı yarısını
0-18 yaş aralığındaki çocuklar oluşturuyor.
Bunları ve üzerlerine
eklenenlere, kendi çocuklarımıza bile veremediğimizi söylediğimiz “sağlıklı
eğitim”i verebiliyorsak ne alâ…
Ya ihmale gelenler varsa?
Ya, çok sayıda çocuk sahibi
olan “sığınmacılar” bunların bir bölümünü ihmal ediyorlarsa?
Allah muhafaza!
Şüphesiz bütün terör örgütleri
ve diğer suç örgütleri , bu güzelim çocukları gözlerine kestirmiştir.
Ya, misyonerler…
Onlar için de ne verimli bir
alan değil mi?
Bu konuda geniş bilgi sahibi
olmak isteyen kardeşlerimiz, “Suriyeli Mülteciler Misyoner Kıskacında” muhtevalı haberlere rahatlıkla ulaşabilirler!
Tehlikenin katlanarak
büyümesini engellemek için, çok güçlü, yerli ve milli bir eğitim modeline,
Anadolu Ruhu ile entegrasyonu sağlayacak büyük bir “kültür hamlesine” ihtiyaç olduğu ortada.
Peki, bunu nasıl yapacağız, “eğitim ve kültür alanında başarılı olmadığımızı” itiraf eden “Anadolu Yetişkinleri” olarak?
Cumhur İttifakı’nın ortakları Sayın
Erdoğan ve Sayın Bahçeli, “Bu işin mümkün olan en kısa sürede hal yoluna
konulması gerektiğine” vurgu yaptıklarına göre, ortada “Devlet Aklı” var demektir.
Bu aklın nasıl işleyeceğini de
göreceğiz.
MÜMKÜN OLAN EN AZ SIKINTIYLA DÖNSÜNLER!
Uzunca bir özet yaptık işte, 21
Nisan 2022 tarihli MİLAT’ta yer alan yazımızdan.
Bugün gelinen noktada, Devlet
Aklı, Suriyelilerin ve diğerlerinin “mümkün olan en az sıkıntıyla” ülkelerine
dönmeleri için adımlar atıyor.
Bunlar güzel.
Bu noktada herkesin, “sığınmacılar”
meselesinde bir takım sıkıntıların olduğunu, vakti zamanındaki eksikliklerin,
bugün ortalıkta cirit atan provokatörler tarafından istismar edildiğini…
İnsanların birbirlerine karşı
kışkırtılmak istendiğini…
Müstafi General Cihat Yaycı’nın
ifade ve “ikaz” ettiği gibi, “pahalılık ve sığınmacılar” meseleleri üzerinden
“sokakların” haraketlendirilmeye çalışıldığını…
Sandıktan sonuç alanamayanların
“Bir şekilde gidecekler ya sandık yoluyla ya da başka bir yolla” benzeri
lâflarla ortaya konulan “statejiyi” takip ettiklerini..
Provokatif yayınlarıyla dikkat
çeken bir “derin sol” televizyonda
sokağa çıkma çağrısı yapıldığını…
Bütün bunları ve çok daha
fazlasını görebilenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
Meseleyi “ırkçılar var,
kışkırtıyorlar, bunlar ülkenin huzurunu istemiyorlar, bunlar turizmimizi
batırmak, Türkiye’ye gelecek yatırımların önünü kesmek istiyorlar!” benzeri “gerçeği
yansıtan” söylemlerle bir ölçüde izah edebilirsiniz…
Bunu yaparken de, meseleyi
mümkün olan en kısa sürede çözüme kavuşturmak gibi bir “mecburiyetinizin”
olduğunu da bilirsiniz.
Görünen o ki, Esat daha doğrusu
“Putin”, sığınmacıların ülkelerine döndükleri taktirde “infaz
edilmeyecekleri” yönünde bir güvence vermeye yanaşmıyorlar.
Bu durum da çözümü iyice
zorlaştırıyor.
Sığınmacıların kayıtlı
oldukları il dışında bir yerlerde yaşamalarını engellemek için “sıkıştırma”
faaliyetleri yürütülüyorsa da…
Bu, olumlu bir adım ama çözümüne büyük katkılar sağlayacak bir
uygulama olacağını sanmıyorum.
Çok zor mesele.
Bu durumda yapılması gereken,
sürecin büyük çatışmalara, büyük toplumsal olaylara fırsat vermeden yönetilmesi
olmalı.
Birincisi, “ırkçı kafaya” asla
prim vermeyeceğiz.
İkincisi de, sanki böyle bir
sorun yokmuş, sanki mesele “Ensar- Muhacir” retoriği ile izah edilebilirmiş
gibi davranmayacağız.
“Sığınmacılar” meselesinin
üzerinde duran ırkçı kafalar, provokatörler olduğu gibi…
Gerçekten endişe eden
milyonlarca vatansever de var.
“Suriyeliler” meselesinden
bahis açan herkese “ırkçı” yaftasını vurmak, ırkçı provokatörlerin en
çok arzu ettiği tutum olur!
Tanıdığım nice Ak Partili var, “Abi,
bu mesele nasıl çözülecek, Allah Devletimize kolaylık versin!” diyen.
Meselelerimizi birbirlerimizi
yiyerek değil, birbirlerimizi dinleyerek çözebiliriz!
Irkçı provokatörlerin oyununa
gelmeyelim!