İrfan şehirleri
Geçtiğimiz hafta Kastamonu seyahatimizde şehrin başlangıç noktası neresidir diye düşünmüştüm. Az sonra arkadaşlar şehir gezimizin ilk durağı Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri Külliyesinde başlayacaklarını söylemişlerdi. Kastamonu küçük bir yer olduğu için ve bulunduğumuz mekân tarihi mekâna yakın olduğu için oraya varmamız beş dakika sürmüştü.
Namaz sonrası bizzat Kastamonu valisi Meftun Dallı, gelen şair misafirlere Külliye hakkında ve Şeyh Şaban-ı Veli hakkında malumat verdiydi. Vali beyin anlattığına göre
Bu külliye, Seyyid Sünneti Efendi tarafından 1490 yılından önce oluşturulmuş. Külliye; içinde cami, türbe, kütüphane, matbah, şadırvan, asa suyu ve iki dergâh evinden meydana gelmiştir. Bu yapılar belirli aralıklarla farklı zamanlarda farklı kişiler tarafından inşa ettirilmiş ve Külliyenin bütünü uzun bir süre sonunda tamamlanmıştır. Şâbân-ı Velî Türbesi, külliyenin avlusunda caminin doğusunda yer alır. Burası kare planlı, kubbe örtülü, kesme taş cepheli ve özenli işçiliğe sahiptir. Doğu ve batı cephelerinde birer kapısı, batı duvarında bir, güney duvarında iki penceresi bulunmaktadır.
Biraz sonra vali beyin talimatıyla külliye görevlileri anahtarı getirmiş ve vali beyin rehberliğinde türbenin içine girmiştik. Türbe içerisinde on altı sanduka vardı. Oradaki evliya ve salihlere dua ettik. Bu sandukalardan ortada yer alan ve pirinç korkuluklarla çevrelenmiş olanı 1569 tarihinde vefat eden Şeyh Şâbân-ı Velî’ye aittir. Caminin ilk bânisi Şeyh Seyyid Sünnetî Efendi kıble önündeki hazîrede defnedilmiştir. Kapı üzerinde yer alan kitâbeye göre türbenin inşası, Küre Kadısı Akkaş Hibetullah Efendi tarafından 1611 tarihinde bitirilmiştir. Türbenin doğu cephesindeki kapının üstünde yer alan kitâbeye göre 1619 yılında Kastamonu valilerinden Kurşuncuzâde Mustafa Paşa tarafından açtırılmıştır.
Türbe girişindeki tanıtım levhasında Osmanlı padişahlarından 1. Ahmed’in sadrazamı Halil Paşa’nın türbenin kubbesinin kurşunlarını tamamlattığı, Kastamonu Kadısı Emin Efendi’nin âlemini yaptırdığını öğreniyoruz. Bu dergâhın beşinci postnişini Ömer Fuâdî Efendi, türbenin inşasını ve bu dönemde yapılan tamiratını anlatan Türbenâme adında bir eser kaleme almıştır.
Gerek Kastamonu valisi Meftun Dallı, gerekse de diğer ev sahibi Kastamonulu dostlarımızın bu şehrin tarihine, irfanına sahip çıktıklarını müşahede ettim. Külliye’den ayrılırken Vali Meftun Dallı Bey, Urfalılığımıza gönderme yapıp mütevazı bir eda ile “Eyyüp Bey, biz her ne kadar burada Peygamberler Şehri Şanlıurfa gibi cömert ve misafirperver olmasak ta…”
Vali Beye cevaben şunu söylemiştim. Bir dönem Urfa’nın ekmeğini yiyen, suyunu içen insanların muhakkak bu şehrin huyunu da aldığı vakidir. Hz. İbrahim’e dair, Urfa’ya dair bütün iyi hasletleri bu şehre de nakşetmişsinizdir.” Demiştim.
Peygamberler şehri, hep mücadele ve sabır diyarıdır. Kastamonu gibi şehirler ise tarih boyunca peygamber öğretileriyle mücehhez evliya ve salihlerin uğrak alanı olmuştur. Buralara gelen salihler ve veliler; önceleri zaviye, sonraları tekkeler sonra da medrese ve külliyelerle bu şehri âbâd etmiştir. Kastamonu, Şair Nâbî’nin meşhur mesnevi kitabını çağrıştıran “Hayrâbâd” gibi bir şehir niteliğinde.
Şehirleri bir tasnife koymaya çalışan sıra dışı tarih yazarı Mustafa Armağan, “Şehir Ey Şehir” kitabında şehirlerdeki bilgeliğe vurgu yaparak bazı şehirler için “erdemli şehirler” tabirini kullanmıştı. Bence irfanî şehirler, hikmetli şehirler tabirini kullanmak daha doğru. Nitekim Kastamonu bir ilim ve irfan şehri olarak tebarüz etmektedir. İlim ve irfanın olduğu her yerde hikmetin de olması olağandır.
Eski Kastamonu dediğimiz yerde başta Nasrullah Camisi olmak üzere orada büyük zatların hatıraları yaşanıyor. Yakın tarihimizde bile Anadolu erenleri sıfatına haiz Mehmet Akif Ersoy ve Said-i Nursî gibi şahsiyetlerin buralara ayak basması bile Kastamonu için önemlidir. Aslında bu insanlar bu şehirdeki her bir mahallede, sokakta, evde ya da diğer mekânlarda irfanî unsurlardan da nasiplenmiştir.
İrfan şehirlerinin kıymetini sadece bir şey düşürmektedir. İrfanî değerleri ticarî metalarla değiştirmek… Şöyle açıklayayım. Urfa, peygamberler şehri olarak tebarüz etmektedir. Ama birileri Urfa’ya çiğköfte veya kadayıf şehri derse bu durum şehre yapılacak en büyük hakarettir. Ya da biberin Urfa’daki yerel adıyla “isot şehri” denilmesi de bu şehre yapılacak en büyük kötülüklerden birisi değil mi?
Kastamonu da Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin şehridir. Doğduğu topraklarda ışıldayan yıldızı ile tarihin sayfalarına eşsiz bir iz bırakan Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri yerine Kastamonu helvası ya da Taşköprü sarımsağını ikame edip bu şehir için sarımsak şehridir ya da helva şehridir” diyebilir miyiz.