İran ve İsrail savaşı olası değildir
Tahran’ın vekil güçleri üzerinden oluşturduğu caydırma kabiliyeti, İran’ın güvenliğinin tesisinde temel bir role sahiptir. Başka bir deyişle İran’ın genel stratejisi; eğitim, donatım ve silahlanmalarına milyarlarca dolar harcadığı bu yapıyı, vekil güçler aracılığıyla caydırıcılık oluşturarak korumaya ve olası sınırlı çatışmaları da İran toprakları dışında tutmaya dayanmaktadır.
Bu bağlamda İran dış işleri ve istihbaratının direniş cephesi ile ilişkileri ve onların liderleriyle görüşmeler yapması “İsrail’e karşı yeni cepheler açılmasına sebep olabilir.” Şeklindeki açıklamaları, ofansif bir yaklaşımdan ziyade caydırıcılık kabiliyetini en üst noktada tutmaya yöneliktir.
İran, “Vekil güçler her an devreye girebilir.” algısı yaratarak İsrail ve ABD’ye karşı caydırıcılığını en üst seviyede tutmaya çalışmaktadır.
İsrail-Hamas Savaşı, ister Gazze’yle sınırlı kalsın ister başta Hizbullah olmak üzere İran’a bağlı vekil güçlerin dahil olduğu daha geniş bir savaşa evrilsin, İran’ın kendi güvenliğini riske atarak savaşa doğrudan müdahil olma ihtimali yok denecek kadar azdır.
İran ve İsrail’in karşılıklı olarak cephe savaşına girmeleri hem bölgesel hem de uluslararası konjonktür açısından mümkün değildir.
Kısa bir süre önce, Batı merkezli bazı basın – yayın organları tarafından gündeme getirilen İran’ın Birleşmiş Milletler (BM) aracılığıyla İsrail’e “Gazze’ye saldırılar devam etmesi hâlinde müdahale etmek zorunda kalacağız.” dediği iddialarına eş zamanlı olarak İranlı yetkililerin “Gazze’de olanlara hiç kimse kayıtsız kalamaz. Her türlü senaryo düşünülebilir.” Şeklindeki açıklamaları, kamuoyunda İran’ın bu savaşa doğrudan katılacağı beklentisini yaratmış olsa da İran, olayların başından beri “savaşın büyümesinden kaçınma” stratejisi izlemektedir.
Malum; İran siyasi sisteminin en tepesinde yer alan Hamaney, ülkenin genel politikasını belirleyen isimdir. Dolayısıyla kritik konularda İran’ın tavrını anlamak için hükûmet kanadından ziyade Hameney cephesinden gelen açıklamaları esas almak gerekmektedir. Bu bağlamda İran’daki en üst makam sıfatıyla Hameney’in Aksa Tufanı’nın gerçekleşmesinin hemen ardından “Filistinli gençleri destekliyoruz ama bu saldırı bağımsız bir şekilde gelişmiştir.” şeklindeki açıklamaları, Tahran’ın İsrail-Hamas Savaşı’na yönelik politikasını belirleyen temel parametre olarak kabul edilebilir.
Diğer yandan İran halkı ve İran’ı yönetenler, sekiz yıllık Irak savaşı günlerinden savaşın ne demek olduğunu çok iyi biliyor.
Savaşı siz başlatsanız da ne zaman biteceğine ancak savaşın dinamikleri karar verir.
İranlılar insan kaybetmenin ve kritik altyapıların yok edilmesinin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. 1990’lardan beri İran’ın kritik altyapılarını Rafsancani, Hatemi, Ruhani gibi isimler birçok zorlukla, onlarca ambargo ve yaptırımla mücadele ederek ancak inşa edebildiler. Öyle ki ülkenin inşasını bir “cihada” benzettikleri için “Cihad-ı Sazendegi” yani “inşa cihadı” diyerek ülkeyi yeniden inşaya giriştiler.
Başka bir deyişle İranlılar, 30 yılda inşa edilen şeylerin İsrail’in ve Batı’nın bir haftalık saldırısıyla yerle yeksan olması riskini göze alamazlar.
İran, İsrail’i vurabilecek kapasitede olsa da siyasi olarak bunu yapması mümkün değildir.
İran’ın bu kırılgan yapısını İsrail tarafı iyi tahlil ettiğinden İran, meseleye İsrail tarafından bilinçli olarak ve zorla çekilmek istenmektedir.
İsmail Haniye suikastı ile İran tarafı kendisini bir oldubittinin içinde bulsa da, Acem ve Fars siyasetinin tarihsel geleneğinden gelen karakteristik özelliğinden dolayı bunu uzun vadelistratejik hesaplarla ele almaktadır.
İsrail istihbaratı, İsmail Haniye gibi önemli bir ismin attığı her adımı elbette bilmiyor değildi. Keza yine İsrail, İsmail Haniye’nin İran’da ne için bulunduğunuda hiç bilmiyor değildi. Dolasıyla İsrail’in bütün bu bilgilere en ince detayına kadar sahip olduğunu düşünmek zor değil.
İsrail’in böylesine önemli bir ismi, İran istihbaratının ve sistemin kontrolünde bir binada öldürmesinin taşıdığı ayrı bir hedef söz konusu. İsrail hem kendisiyle mücadele eden vekil güçlerin sevk ve idaresini yapan bir ismi öldürmüş oldu hem de İran’a hiçbir çıkış şansı bırakmayacak şekilde kendi üzerine çekmek için sebep yaratmış oldu.
Batı kamuoyunda tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ciddi anlamda oluşmuş bir İsrail karşıtlığı mevcut. İran’ın İsrail’e saldırması durumunda hem İsrail’in aylardır Gazze’de işlemiş olduğu soykırım suçu dünya gündeminde ikinci plana düşmüş hem de yaratılacak olan İsrail mağduriyeti ile ABD ve Batı’nın İsrail’e desteği biraz daha artması sağlanmış olacak.
İran belki sadece simgesel olarak bir karşılık verebilir fakat vekâlet aracılığı ile savaşın Filistin ve Lübnan toprakları dışına taşmaması için elinden geleni yapmak durumundadır.