Dolar (USD)
32.59
Euro (EUR)
34.82
Gram Altın
2497.17
BIST 100
9447.23
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Kasım 2020

İrade, öğretmen, Kılıçdaroğlu!

Türkiye enteresan bir ülke. Kimse kendisinin ne yaptığına bakmıyor. Karşısındakinin yapıp ettiğinin kendisini doğrudan temize çektiğini, ötekinin yaptığı yanlışın kendisinin doğruda olduğunu teyit ettiğini düşünüyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu grup toplantısında konuşurken Öğretmenler Günü ile ilgili kamuoyunca da tartışılan şu sözleri söyledi: “Hâlâ iktidarın peşinden giden öğretmen varsa, kimse kusura bakmasın ben ona öğretmen demem. Öğretmen iradesini pazarlamaz.” Bu sözler ciddi sözler ve bu ciddi sözlerin tam olarak neye karşılık geldiğinin veya bu sözlerin ucunun nereye uzanacağının çok farkında olduğundan emin değilim Kılıçdaroğlu’nun. Zira farkında olsa bu sözleri bu kadar rahat söylemezdi. Peki, neden?

Bunun iki nedeni var. Birincisi tarihsel pratikleri bu tarz sözleri söylemelerine pek izin vermiyor. Öğretmenin, Şerif Mardin’in ifadesiyle “ideolojik ajan” olarak konumlandırıldığı, en temel karşıt olarak “imam”la eşleştirildiği dikkate alındığında mevzunun dile geldiği gibi olmadığı görülmelidir. Aynı şekilde 28 Şubat sürecinin en cevval figürlerinin kendi partisinde vekillikle nasıl taltif edildiğini hatırlasa, Kılıçdaroğlu getirdiği eleştirinin vıcık bir pragmatizmle maul olduğunu rahatlıkla görebilir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, en mümeyyiz vasıfları pür faşist bir uygulama olan “ikna odaları” mucitliği olan insanlarla partisinin ilişkisini göz önünde bulundursa, ettiği lafların bumerang gibi kendisini de vurduğunu görebilirdi. Gelgelelim zaten sıkıntı burada! Sayın Kılıçdaroğlu’nun derdi öğretmenin birilerinin peşinden gitmesi değil, kimin peşinden gittiği meselesidir? Daha da açık söylemek gerekirse öğretmenin niye kendilerinin peşinden gitmediğidir. Tekrar edelim, bu söylemde problem, bizatihi peşinden gitme meselesi değil peşinden gidilen kişinin, yerin yanlış olarak görülmesidir.

İkinci neden ise maalesef meselenin Türkiye’de hiç kimse tarafından konuşulmayan, tartışılmayan öğretmenin/akademisyenin/ilim adamının özerkliği, özgürlüğü ile ilgili kısmıdır. Resmi bir hakikat anlatısının aktarıcısı olarak konumlandırılan öğretmenin sistem içindeki pozisyonunu, konumlanışını dert etmeyen, sorun etmeyen, tartışmayan bir bakışın, bir yaklaşımın, bir siyasetin öğretmene ilişkin eleştirisinin “niye benim peşinden gelmiyorsun!” kızgınlığından öte bir anlamı olabilir mi? “Öğretmen iradesini pazarlamaz” derken sayın Kılıçdaroğlu, devlet sistematiğimiz ile “irade” arasındaki ilişkinin ne olduğunu, nasıl olduğunu ve devletimizin bir tür “irade kıran” olarak nasıl bir tarihsel performans icra ettiğini ve bu icranın komuta kademesinde kimlerin olduğunu keşke bilseydi! Öğretmeni sıkı bir ideolojik cenderenin yanında neyin nasıl aktarılacağı gibi teknik detaylara kadar “devlet”e bağımlı kılan yapıyı yasal mezuatıyla, örgütlenme şekliyle, hiyerarşik ilişkisiyle, felsefi-düşünsel kurgusuyla tartışma dışı tutup sorunu öğretmenin hangi partiyi desteklediği noktasında tüketiyorsanız gerçekten de ettiğiniz sözlerin nereye uzanacağını kestiremiyorsunuz demektir.

Türkiye’de mesele kimin hangi siyasi partiyi desteklediği veya iktidarı destekleyip desteklemediği meselesi değil. Ana muhalefet partisinin tarihsel alışkanlığa dönüşen “seçmen suçlama/aşağılama” tavrının devamı olan bu tip değerlendirmeler siyasallığın doğası gereği problemli olmanın yanında pratik/pragmatik açıdan da izaha muhtaçtır. Mevzuyu bir tür doğası gereği “kötü” olana indirgeme olan bu bakış siyaseti imkansızlaştırmak gibi ölümcül yanlışlar yanında belki de en kötüsü kendi gerçekliğini görememeyi getirmesidir. Çünkü öteki “kötü” olanca siz kendinizi kolayca doğru ve iyi buluyorsunuz. Böyle olunca da birilerinin sizi değil de başkasını desteklemesini anlamak/anlamlandırmak yerine işi onları suçlamaya, onların da “kötü” olduğunu söylemeye götürürsünüz.

“Niye benim peşimden gelmiyorsunuz, ben daha iyiyim değil ben iyiyim, benim peşimden gelinmeli” şeklinde özetlenebilecek söylem; mantığı, kurgusu itibariyle problemlidir. Sözüm ona Öğretmenler Günü (ki bugün de her şeyiyle şaibelilidir, problemlidir) öğretmenleri taltif etme babında serdedilen bu sözler yukarıda da belirttiğim üzere meseleyi anlamak ve hak ettiği yere oturtmak üzere değil, kendine alan açmak için söylenmiştir. Bunun da eksik, yanlış ve problemli olduğu izahtan varestedir.

Tekrar edelim: Türkiye’de mevzu kimin kimi desteklediği meselesi değildir. Türkiye’deki sorunların, mevzuların kavranışı, kavranış düzeyi ile ilgili problem vardır. Kılıçdaroğlu’nun yanlış, eksik, problemli sözleri mevcut durumun içler acısı halini görünmez kılan bir etkiye yol vermesin. Kendimizi kandırmayalım! Kılıçdaroğlu’nun söylemi problemli, ancak sistem içindeki öğretmenin hali, konumlanışı, hakları, gördüğü muamele vs. de ondan daha az problemli değil. Umalım bu yanlış sözler farkında olmadığımız bir problem alanımızın varlığını görmemize ve tartışmamıza vesile olsun.