İntihar Mektubu...
“Kendi özümü,
yeteneğimi öğrenemedim, bunun için çok uğraştım ve çaba gösterdim. Neyi
sevdiğimi bilmiyorum, ne olmak istediğimi bilmiyorum, ne okumak istiyorum bunu
dahi bilmiyorum.”
Furkan Celep, ardında bir mektup bırakarak
dünyaya veda etti. Mektubunu defalarca okudum. Furkan, içinde fırtınalar kopan,
arayış içinde olan, kimliğini bulamamış, yorulmuş ve derin buhranlar yaşayan
bir genç. Furkan, dünyadan gitmek için bahaneler, gerekçeler oluşturmuş ve
içinde büyük boşluklar olan, büyük sızılar, ıstıraplar yaşayan ve bunun
şifasını kendi canına kıymakta gören bir gencimiz.
İntihar bir mesaj idi.
Gerçekten hepimizi sarsan, kendimizi sorgulatan bir mektup. Bu mektup edebî,
psikolojik ve sosyolojik yönleri olan ve derin travmalar yaşayan bir gencimizin
son düşüncelerini içeriyor.
Kendini isteyerek
öldürmek… Bu intihar, bu dünyada, bu yaşanılmaz dünyada yavaş yavaş ölmektense,
hayır, sizin beni öldürmenize izin vermeyeceğim! Beni öldürmeye gücünüz
yetmeyecek. Ben, kendimi size bırakmayacağım ve size de gerekli mesajı vererek
canıma kıyacağım demektir.
Her intiharın bir veya
birden çok sebebi olabilir. Kişi mahkûmiyet alabilir, sefalet içinde olabilir, çok
sevdiği birisini kaybetmiş veya ondan ayrılmış da olabilir. İntihar konusunda
oldukça farklı tanımlar yapılmıştır. Dikkatimi çeken tanım Schilder’in şu
tanımıdır: “İntihar, bir diğer insana yöneltilmek istenen kızgınlığın kişinin
kendi üzerine çevrilmesinin yanı sıra, sevgisini esirgeyen bir insanı
cezalandırma veya onunla bir tür barış yapma isteğinin ve de aynı zamanda baş
edilemeyen güçlüklerden kaçışın anlatımıdır.” Bu tanımda temelde cezalandırma
duygusu vardır.
Kişi intiharıyla
kendisini mi, yoksa kendisinin dışındaki insanları ve dünyayı mı cezalandırmak
istiyor? Bunu anlamak kolay değil. Furkan’ın intihar mektubunu incelediğimizde
benzer bir durum var gibidir. Henüz 18 yaşında olmasına rağmen Furkan, oldukça
yaşlı biri gibi hayatın her cephesini görmüş, deneyim elde etmiş, hayatı
anlamaya çalışmış, kendisini tanımaya çalışmış ancak başarılı olamamış veya
olmak istediği noktada olamadığından canına kıymıştır.
Tek suçlu asla Furkan değildir. Furkan’ı bu
duygulara iten sebepler düşünüldüğünde bu hayat oyununda hepimizin rolü vardır.
Furkan’ın mektubunu incelediğimizde onun psikolojik yapısı son derece dikkat
çekicidir. Düşüncelerine bakınca aslında
böyle bir insanın canına nasıl kıyabileceğini anlayamıyorsunuz. Bir araba veya
ev için bu dünyanın yaşamaya değmeyeceğini ve gitmenin daha mantıklı olduğunu
söylüyor. Furkan’ın daha önce sorması gereken soru şu olmalıydı: “Biz bu
dünyaya niçin geldik?” Furkan, bu soruyu sormadan kendini ve dünyayı anlayamaya
çalışmış ve buhrana sürüklenmiştir. Bu soruyu dinî hassasiyetle de sormak
istemiyorum ancak yaratılışın gereği ve amacı olarak sormak gerekiyor. “İnsan
niçin yaratılmıştır ve vardır?” sorusunu cevaplandırmadan, “İnsan nasıl
yaşamalıdır?” sorusunu cevaplandırmak
yanlıştır.
Furkan’ın mektubu edebî
yönden güçlü, psikolojik tahlilleri yerinde, sosyolojik açıdan çizdiği tablo isabetlidir.
Furkan bu karara varmadan önce çevresiyle dolaylı yoldan konuştuğunu ama
insanları zora sokmak istemediğini, sorununu kendi içinde çözmek istediğini
belirtiyor. Anlaşılan o ki kalabalık içinde yalnızlığı yaşıyor.
Merhametli olduğunu
söylüyor. Furkan’ın merhameti, kendisi dışında ne varsa onlaradır ama kendi
canına merhametli davranmıyor. Herkese saygılı davranan, değer veren, empati
yapan Furkan, bize şunu demek istiyor: Siz beni anlamadınız, bana merhametli
olmadınız, hassas davranmadınız, beni yalnız bıraktınız, ben de canıma kıydım.
Evdeki arı veya böceği öldürmeye kıyamayan
Furkan, nasıl olur da kendi canına kıyabilir? Kendisi dışında ne varsa her
canlıya, her varlığa saygıyla, merhametle, incelikle yaklaşan Furkan,
kendisinin katili olabiliyor. Zorbalıktan kaçınan ve zorda kalanlara maddî ve
manevî desteğini esirgemeyen Furkan, en büyük zorbalık ve merhametsizliği
kendisine yapıyor. Furkan ders veriyor: “Daha iyi bir dünya için elimden geleni
yaptım.” Bu cümle şu anlama geliyor aslında: Ben görevimi yaptım ama dünya
istediğim düzeyde değil, yaşamaya değmez, suçlu sizsiniz, sizinle yaşamak
istemiyorum. Evet, biraz da bunu demiyor mu? Ailevi duygulardan yoksun büyüdüğünü,
babası veya abisi ile dertleşemediğini söylüyor Furkan. Şefkat bekliyor ama
bulamıyor.
Furkan’ın mektubunu
pedagojik açıdan da değerlendirebiliriz. Eğitim felsefemizi düşündüğümüzde
sürekli karşımıza çıkan soru şuydu: Çocukların yeteneklerini keşfedebiliyor
muyuz ve kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayabiliyor muyuz? İşte Furkan,
aynı zamanda eğitim kurbanıdır da. “Kendi özümü, yeteneğimi öğrenemedim, bunun
için çok uğraştım ve çaba gösterdim.” diyor. Öyle bir eğitim sürecinin
içindeyiz ki çocuklarımız ne kendilerini tanıyabiliyorlar ne yeteneklerini
ortaya koyabiliyorlar. Furkan gelinen noktada duygusuz yaşamamak için canına son
veriyor. Furkan’ın algıladığı dünya veya Furkan’a çizilen dünya portresi şudur:
Bir ev, bir araba veya başka bir şey. Maalesef insan nereden geldiğini, nereye
gideceğini düşünmeden sadece bu dünyayı cennet kılmak için yaşadığındandır ki
Furkan, her şeyi bu dünyada aradı ve
bulamadı. Burasının imtihan yeri olduğunu anlayamadı. Suçlu sadece Furkan
değildir, bu dünyayı cennet kılmaya çalışan hepimiz suçluyuz. Çünkü cenneti
burada bulamayız! Vesselam.