Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2964.61
BIST 100
9654.08
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Eylül 2020

İntihar Mektubu...

“Kendi özümü, yeteneğimi öğrenemedim, bunun için çok uğraştım ve çaba gösterdim. Neyi sevdiğimi bilmiyorum, ne olmak istediğimi bilmiyorum, ne okumak istiyorum bunu dahi bilmiyorum.”

Furkan Celep, ardında bir mektup bırakarak dünyaya veda etti. Mektubunu defalarca okudum. Furkan, içinde fırtınalar kopan, arayış içinde olan, kimliğini bulamamış, yorulmuş ve derin buhranlar yaşayan bir genç. Furkan, dünyadan gitmek için bahaneler, gerekçeler oluşturmuş ve içinde büyük boşluklar olan, büyük sızılar, ıstıraplar yaşayan ve bunun şifasını kendi canına kıymakta gören bir gencimiz.

İntihar bir mesaj idi. Gerçekten hepimizi sarsan, kendimizi sorgulatan bir mektup. Bu mektup edebî, psikolojik ve sosyolojik yönleri olan ve derin travmalar yaşayan bir gencimizin son düşüncelerini içeriyor.

Kendini isteyerek öldürmek… Bu intihar, bu dünyada, bu yaşanılmaz dünyada yavaş yavaş ölmektense, hayır, sizin beni öldürmenize izin vermeyeceğim! Beni öldürmeye gücünüz yetmeyecek. Ben, kendimi size bırakmayacağım ve size de gerekli mesajı vererek canıma kıyacağım demektir.

Her intiharın bir veya birden çok sebebi olabilir. Kişi mahkûmiyet alabilir, sefalet içinde olabilir, çok sevdiği birisini kaybetmiş veya ondan ayrılmış da olabilir. İntihar konusunda oldukça farklı tanımlar yapılmıştır. Dikkatimi çeken tanım Schilder’in şu tanımıdır: “İntihar, bir diğer insana yöneltilmek istenen kızgınlığın kişinin kendi üzerine çevrilmesinin yanı sıra, sevgisini esirgeyen bir insanı cezalandırma veya onunla bir tür barış yapma isteğinin ve de aynı zamanda baş edilemeyen güçlüklerden kaçışın anlatımıdır.” Bu tanımda temelde cezalandırma duygusu vardır.

Kişi intiharıyla kendisini mi, yoksa kendisinin dışındaki insanları ve dünyayı mı cezalandırmak istiyor? Bunu anlamak kolay değil. Furkan’ın intihar mektubunu incelediğimizde benzer bir durum var gibidir. Henüz 18 yaşında olmasına rağmen Furkan, oldukça yaşlı biri gibi hayatın her cephesini görmüş, deneyim elde etmiş, hayatı anlamaya çalışmış, kendisini tanımaya çalışmış ancak başarılı olamamış veya olmak istediği noktada olamadığından canına kıymıştır.

Tek suçlu asla Furkan değildir. Furkan’ı bu duygulara iten sebepler düşünüldüğünde bu hayat oyununda hepimizin rolü vardır. Furkan’ın mektubunu incelediğimizde onun psikolojik yapısı son derece dikkat çekicidir. Düşüncelerine bakınca aslında böyle bir insanın canına nasıl kıyabileceğini anlayamıyorsunuz. Bir araba veya ev için bu dünyanın yaşamaya değmeyeceğini ve gitmenin daha mantıklı olduğunu söylüyor. Furkan’ın daha önce sorması gereken soru şu olmalıydı: “Biz bu dünyaya niçin geldik?” Furkan, bu soruyu sormadan kendini ve dünyayı anlayamaya çalışmış ve buhrana sürüklenmiştir. Bu soruyu dinî hassasiyetle de sormak istemiyorum ancak yaratılışın gereği ve amacı olarak sormak gerekiyor. “İnsan niçin yaratılmıştır ve vardır?” sorusunu cevaplandırmadan, “İnsan nasıl yaşamalıdır?” sorusunu cevaplandırmak yanlıştır.

Furkan’ın mektubu edebî yönden güçlü, psikolojik tahlilleri yerinde, sosyolojik açıdan çizdiği tablo isabetlidir. Furkan bu karara varmadan önce çevresiyle dolaylı yoldan konuştuğunu ama insanları zora sokmak istemediğini, sorununu kendi içinde çözmek istediğini belirtiyor. Anlaşılan o ki kalabalık içinde yalnızlığı yaşıyor.

Merhametli olduğunu söylüyor. Furkan’ın merhameti, kendisi dışında ne varsa onlaradır ama kendi canına merhametli davranmıyor. Herkese saygılı davranan, değer veren, empati yapan Furkan, bize şunu demek istiyor: Siz beni anlamadınız, bana merhametli olmadınız, hassas davranmadınız, beni yalnız bıraktınız, ben de canıma kıydım.

Evdeki arı veya böceği öldürmeye kıyamayan Furkan, nasıl olur da kendi canına kıyabilir? Kendisi dışında ne varsa her canlıya, her varlığa saygıyla, merhametle, incelikle yaklaşan Furkan, kendisinin katili olabiliyor. Zorbalıktan kaçınan ve zorda kalanlara maddî ve manevî desteğini esirgemeyen Furkan, en büyük zorbalık ve merhametsizliği kendisine yapıyor. Furkan ders veriyor: “Daha iyi bir dünya için elimden geleni yaptım.” Bu cümle şu anlama geliyor aslında: Ben görevimi yaptım ama dünya istediğim düzeyde değil, yaşamaya değmez, suçlu sizsiniz, sizinle yaşamak istemiyorum. Evet, biraz da bunu demiyor mu? Ailevi duygulardan yoksun büyüdüğünü, babası veya abisi ile dertleşemediğini söylüyor Furkan. Şefkat bekliyor ama bulamıyor.

Furkan’ın mektubunu pedagojik açıdan da değerlendirebiliriz. Eğitim felsefemizi düşündüğümüzde sürekli karşımıza çıkan soru şuydu: Çocukların yeteneklerini keşfedebiliyor muyuz ve kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayabiliyor muyuz? İşte Furkan, aynı zamanda eğitim kurbanıdır da. “Kendi özümü, yeteneğimi öğrenemedim, bunun için çok uğraştım ve çaba gösterdim.” diyor. Öyle bir eğitim sürecinin içindeyiz ki çocuklarımız ne kendilerini tanıyabiliyorlar ne yeteneklerini ortaya koyabiliyorlar. Furkan gelinen noktada duygusuz yaşamamak için canına son veriyor. Furkan’ın algıladığı dünya veya Furkan’a çizilen dünya portresi şudur: Bir ev, bir araba veya başka bir şey. Maalesef insan nereden geldiğini, nereye gideceğini düşünmeden sadece bu dünyayı cennet kılmak için yaşadığındandır ki Furkan, her şeyi bu dünyada aradı ve bulamadı. Burasının imtihan yeri olduğunu anlayamadı. Suçlu sadece Furkan değildir, bu dünyayı cennet kılmaya çalışan hepimiz suçluyuz. Çünkü cenneti burada bulamayız! Vesselam.