İnsanlık ilerledi mi?
Gündelik hayatta
kullanılan bazı kavramlar vardır ki, görelilik taşıması sebebiyle neliği
tartışılmadan kullanıldığında yanıltıcı sonuçlara sebep olur. Hatta kimi zaman
sorgulanmayan bu kavramlar, bir kutsallık kazanarak neredeyse birçok yargılar
onlar üzerinden şekillendirilmeye çalışılır.
Modernliğin
büyülü kavramlarından birisi olan ilerleme, bir yandan Batı’nın diğer
toplumlardan insanlık tarihinde daha önde olduğunu ima etmekte, diğer yandan
modern anlayışın teknolojide gelinen noktaya vurgu yapmaktadır. Öyle ki,
gelişmiş toplumların dinlerinin de gelişmiş olduğuna dair argümanları ciddi
ciddi savundular. İlerleme Hıristiyanlık içerisinde varolan geleceğin bugünden
daha iyi olacağına dair milenyumcu düşüncelerin sekülerleşmiş bir versiyonu
olarak devreye girmiştir.
Osmanlı’nın son
döneminden itibaren tartışılan kavramlardan birisi de terakki yani ilerlemedir.
O dönemde sorulan sorulardan birisi de “İslam terakkiyi mani bir din midir”
şeklinde formüle edilmiştir. Bu soruya verilen cevaplar muvacehesinde
Batıcılar, İslamcılar ve Türkçüler birbirlerinden farklılıkları ile kristalize
olmuşlardı. Fakat ilginç bir biçimde toplumların çok geniş katmanları bu
ilerleme büyüsünü daha çok teknoloji merkezli çıktılarıyla kabul etmişlerdi.
Hatta bir müddet sonra Batı içinde bile ilerlemenin ideolojik boyutları faş
edildiyse de, Batı dışı toplumlarda bu büyüsellik bir şekilde devam etmiştir.
Hegel tarihsel
süreci insanın mükemmelleşme süreci olarak okurken, benzer bir ilerleme
düşüncesinden hareket etmektedir. Comte’un meşhur “Üç Hal kanunu”na göre din
insanlığın artık en geri aşamalarında yerini alırken insanlığın da giderek
ilerlediği anlaşılmaktadır. Kant’ın Aydınlanma tanımı ise, insanın
mükemmelleşme sürecini kendi yönsemelerini kendisinin belirleyeceği bir
seviyeye doğru getirmektedir. Ona göre insanlık çok uzun bir tarihsel süreçte
Tanrı’nın kutsal kitap ve peygamberler dolayımıyla kendisine yol gösterdiği bir
ergin olmayış durumunu tanımlamaktadır. Bundan sonra insan kendi imkan ve
enstrümanlarıyla böyle bir yol göstericiliğe ihtiyaç duymadan yönünü kendisi
bulacaktır.
Evrim düşüncesi
de ilerlemenin bir varyantı olarak devreye girmiştir. İnsanın primatlardan
başlayan serüvenini homo erectus ve giderek homo sapiens’e doğru evrimleyen bu
düşünce, bugün ilginç bir şekilde kesin bilimsel doktrin olarak onaylanmakta;
hatta sosyobiyoloji gibi yeni gelişen bilimler kendisini evrim üzerine
temellendirmektedirler.
Yeni gelinen
noktada özellikle gelişen teknoloji dolayımlı olarak transhümanizm kavramı bir
başka ilerleme düşüncesi olarak devreye girmiş görünmektedir. Transhümanizm,
elektrik-elektronik, nanoteknoloji, yapay zeka, bilgisayar teknolojileri,
sağlık alanındaki gelişmeler, gen teknolojisi vb. üzerinden insanın gelecekte
daha iyi olacağına dair bir fikri savunmaktadır. Bu, insanın teknoloji dolayımlı
olarak insanın kendi dezvantajlarını gidereceği, ölümü yeneceği ve son kertede
Tanrı’yı aşacağı beklentisi içindedir.
Doğrusunu
söylemek gerekirse, bugün insanlığın Batı merkezli olarak geliştirdiği
teknoloji ortadadır. Belki geçen yüzyıllarda hiçbir şekilde hayal etmeyeceği
şekilde tabiata ve insana müdahale ederek bir dünya yaratma hedefindedir. Fakat
tüm bunlar insanlığın ilerlediğinin bir göstergesi olarak okunabilir mi?
Tüm bunlar
olurken insanlığın yaşadığı anlam kaybını ne yapacağız? Tabiatını kaybetmiş
insan nerede duruyor? Ontolojik güvenlik sorununu ne yapacağız? Ruhumuza
işkence eden parçalanmışlık ne olacak? Hayatını tüketime adayarak dünyaya
borçlanmış insanı nereye yerleştireceğiz? Bu liste çok uzatılabilir. Ancak en
önemlisi insanlıkta yaşadığımız kaybı nasıl telafi edeceğiz?
Hz. Adem ve Havva (AS) kendilerine bir değiş-tokuş olarak sunulan “ebedilik” mitosuna aldanmışlardı. Şimdi ise onun evlatlarına aynı şeyler büyülü söylemlerle tekrar fısıldanıyor.