Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.85
Gram Altın
2973.82
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Temmuz 2022

İnsan(lık) İdeolojiyi aşmalı (II)

Geçen yazımızda din, felsefe ve ideolojiye dair mülahazalardan sonra, din ve ideolojinin insan için nasıl takıntılı bir düşünce haline gelme ihtimalini işleyeceğimizi belirtmiştim. Böyle bir konuyu mesele olarak ele almamızın sebebi ise, günümüz Müslüman toplumlarda din algılayışlarının, dinin insanlık için temel hedeflerinden giderek kopan, statükolaşan bir hüviyete bürünüyor olmasıdır.

Öncelikle din ve ideolojinin ya da felsefe veya dünya görüşünün insanın hedef kazanması, kendisini motive etmesi ve dünyayı anlamlandırması bakımından pozitif işlev gördüğünü belirtmeliyiz. Dolayısıyla eşyaya dair algı ve bilgilerin bir hedef ve anlama yöneltilmediği durumlarda, ortada dağınık bir bilgi yığını kalacağını, anlamsızlığın büyüyeceğini tahmin etmek zor değildir ki, bugün böyle bir sorun da yaşanmaktadır. Nitekim bütün bilgi yığını ve dağınık eşya arasında “fakat ne için?” sorusunu sormak kaçınılmaz hale gelmektedir.

Geçtiğimiz yüzyılda meta anlatı türünden ideolojiler dünyada önemli bir yıkım yarattılar. Nazi Almanya’sı ideolojinin insanlığı yıkıp geçtiğine dair ciddi bir örnek olarak tarihe geçti ve daha da önemlisi Batı modernitesinin sorgulanmasını sağladı. Marksizm ise Sanayileşme ile birlikte insanın köleleşmesi ve metalaşmasına itirazla kariyerine başlamıştı. İnsanın emek ve bedeninin satın alınabilir oluşuna itiraz etmişti. İtirazları aslında bugünlerde dünya ölçeğinde yaşanan köleleşme karşısında kolektif bir ruh birlikteliğini vurgulamaktaydı.

Fakat muhalefet ettiği sürece bir heyecan uyandıran Marksizm, Bolşevik devriminin ardında Lenin ve Stalin Rusya’sında insanlığı biçip geçen bir ideolojiye dönüştü. İnsanı içsel süreçlerinden başlayarak diriltmesi beklenen ideoloji, onu içine çökertti, heyecanını aldı, motivasyonu kaybetti. Netice ideolojiyi doğrulamak adına insanlık kaybetti. İnsanlığa karşı savaş açan tüm ideolojiler gibi Marksizm de kaybetti.

İdeolojiler heyecan ve duygu üreterek kapsayıcı söylemlerle kitleleri peşinden koşturdu. Bu bağlamda ideolojilerin “hakikat” konusunda manipülasyonlar yaparak kendilerine din gibi bir hüviyet vermeye çalıştıklarını görmekteyiz. İdeolojilerin ne kadar takıntılı insan ürettiklerini hem dünyanın hem de Türkiye’nin geçen yüzyıldaki tecrübelerinde izlemek mümkündür.

Dinlerin temel gayesi insanın içsel dinamiklerini “takva” ve “maruf” çerçevesinde açmasını sağlamaktır. Bu açılımın yapılması, tarihsel ve sosyal değişimler muvacehesinde değişen ve yeniden değişen koşullar etrafında insanın bu hedefleri sürekli gözetmesi ile mümkündür. Fakat bunun gerçekleştirilmesi insanın içsel süreçleri, dinamiklerinin diri tutulmasıyla söz konusu olacaktır.

Peki burada nasıl bir sorun çıkmaktadır? Birinci adım olarak, din bir ideoloji haline dönüştürülmektedir. Özellikle geçmiş yüzyıllarda var olan dini bilgi birikiminin mutlak kabul edilerek insan(lık) üzerinde bir tahakküme dönüştürülmesi bu ideolojikleştirmelerden birisidir. Halbuki bütün peygamberler insani açılım imkanlarının tükendiği/tıkandığı yerde devreye girmişlerdir. Dikkat edilirse bu tıkanmalar da pagan bir ideoloji üretimi ile sonuçlanmıştır. Müslümanların farkına varamadıkları şey ise, bizzat dini/İslami söylemlerle de bir pagan ideoloji üretilebileceğidir.

Din insanlığın ortak ıstırabı olan herşeyle ilgilenmek ve insanlığı ıstıraptan kurtarmak üzere düşünce ve pratikler üretmek zorundadır. İnsanlığın ıstırabına kulak tıkayan ve insan üzerinde tahakküme yol açan tüm söylemler insanlığı esir almaya devam etmektedir. Halbuki imanın bile geçerliliği için özgürlük gerek şarttır.

Dolayısıyla din ve ideoloji insan(lık) için vardır; insanı açmak için vardır. İnsanlığın potansiyellerinin açılmadığı yerde, bunlar negatif işlev görüyor demektir.