İnsan(lık) İdeolojiyi aşmalı (I)
Öncelikle
sorunu doğru ortaya koyabilmek adına birkaç soruya vereceğimiz cevabı bir
altvarsayım olarak zemine yerleştirmeliyiz. Bu bağlamda ilk sorumuz, “düşünce”
kavramı açısından ideolojinin durduğu yeri saptamak. İkincisi ise,
insan-ideoloji ilişkisini özellikle modern dönemde insan ve toplum üzerindeki
pratikleri bağlamında maddeleştirmek.
Çok
genel bir kavram olan düşünce, insanın zihinsel faaliyetlerinin bütününe şamil
olup; kendisi, eşya ve evrene dair tüm soruları ve cevapları ile
şekillenmektedir. İnsan gereke kendisi gerekse kendisi dışındaki eşya ile
kuracağı ilişkiyi düşünce faaliyetleri ile belirler. Dağınık görüntülü (kesret)
eşyanın anlam ve içeriklerini kendi zihni çerçevesinde düzenli ve anlamlı
kılmaya çalışır. Böylece dış dünya ve eşya ile nasıl bir ilişki ve etkileşim kuracağını
da belirlemiş olur.
Elbette
yeryüzünde yaşayan insanların her biri eşyanın anlam ve içeriklerine dair
derin, kapsayıcı ve anlamlı düşünceler geliştiriyor değillerdir. Fakat neticede
tüm insanları bir şekilde etkileyen ve onların ilgisini çeken “eşyayı açıklama
biçimleri” kendilerini sunarlar. Din, felsefe ve ideoloji bu açıklama
biçimlerinden üçüne tekabül etmektedir.
Her
üçünün de ortak özelliği bir meta anlatı olmasıdır. Felsefenin bu bağlamda
istisnaları olabilir. Din aşkın, metafizik ve gaybi kaynakları dolayısıyla
diğer ikisinden ortaya koyduğu bilgiler bakımından ayrılır. Dinin son kertede
“gaybe iman” üzerine kurulu olması, onun söylemlerinin her halükarda
doğrulanabilmesi olasılığını artıran bir faktördür. Bir yandan fenomenal
dünyada karşılıklarının bulunması söz konusudur. Fakat metafizik ve aşkın
boyutlarına yapılan sürekli gönderme ve onların fenomenal açıdan
denetlenememesi, dini söylemin aşkın karakterinin insan üzerindeki etkilerinin
sürekliliğini gündeme getirmektedir.
Dini
söylem bu açıdan insan için bir inanç konusu olarak külli bir bakış açısı
oluşturmaktadır. Dinin mümini de tümdengelimci bir yaklaşımla her yerde
inancını doğrulamaya çalışmaktadır. Doğrusu din insan ile evren arasında bilim
ve felsefenin bıraktığı boşlukları her türlü doldurabilmektedir. Sonuçta din
insanlar nezdinde bir bakış açısı ve evrenle ilişki kurma bağlamında büyük bir
güç haline gelebilmektedir.
İdeoloji
de gerçekte insanın kendisi ve evreni bir açıklama denemesi olarak devreye
girmektedir. İdeolojinin din gibi metafizik ve aşkın uzantıları olmamakla
birlikte, ideolojilerin bir müddet sonra kitleler üzerindeki metafizik
etkilerini görmekte gecikmeyiz. Zaten ideoloji bilim gibi bir açıklama biçimi
değildir. Bu açıdan kendi sınırları içinde kalmakta zorlanır. Dolayısıyla külli
bir açıklama biçimi olarak kendisini gösterince metafizikleşir. Geçen yüzyılda
tüm dünyada daha etkindiler. Fakat bugün aslında ideolojilerin esnek formları
kendilerini göstermektedir. Söz gelimi; Tüketim toplumları formu esnek ve fakat
etkinliği açısından çok kuvvetli bir ideolojiye dayanmaktadır. Tam da bu
sebeple ideolojiler çağının geçtiği iddiasını çok gerçekçi bulmuyorum.
Felsefe
elbette insan aklının imkanları doğrultusunda ve sınırlarında yine insan ve
evrene dair açıklama modelleridir. Felsefe bunu belirli yöntem ve araçlarla
yaptığından belki din ve ideoloji gibi metafizikleşmez. Kendi yöntemini
terk ettiği zaman felsefi olmaktan çıkar.
Din,
ideoloji ve felsefeye dair bu mülahazaları yapmamızın bir sebebi aralarını
tefrik etmekti. Bir diğeri de özellikle dini ve ideolojik söylemlerin metafizikleşerek
insan(lığ)ı tıkayacak kadar takıntılı hale gelmesidir. Onu da İnşaallah gelecek
yazıda ele alalım.