Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İnsanlığın Turnusolü Kudüs-2

Hayatı kayda alan medeniyeti başlatan da yine insandır ve arkeoloji bilimi de insan varlığının başlangıç noktasına azmetmiştir. Varoluş izlerine erişildikçe geçmişten bugüne akseden aidiyetlere de kapı aralandığı görülür. Bu tarihî akış içinde aldığı rol ve biçimlendirme dürtüsünün ifası mizacına, gidişatına, değişimine işaret eder. Medeniyetlerin temelinde de insanı özüne ve Yaradan’a yaklaştıran/bağlayan yerler dinî merkezler ve mabetler yer alır. Kişi, buralarda hakikatiyle karşılaşma, hanesine yazılmış vazifeyi yerine getirme isteği beraberinde, insaniliğine dair yol kat etme, yani olduğundan daha iyi hâle gelme, iyileşme/tazelenme arzusu taşır. Beklentisi, temaşanın tekâmülüne vesile olması ve kalıcı izler bırakmasıdır. Bu esnada insan yalnızca mekânla karşı karşıya gelmez, benzer amaçla bir araya gelmiş birçok insanla bir araya gelir ve o “büyük” resim içinde kendini görme sırrına erişir, âdeta bütün insanlıkla cem olur. Üç merkezî mekânın (harem-i şerif) kutsiyeti içinde kendi sırrına erişme muştusu da mahremiyete dair başka bir bahistir.

Yazılı verilere göre dört bin yıllık geçmişine erişilebilen Kudüs’ün tarihi Mısırlılarla başlar. Birçok isimle anılan şehrin MÖ 14. yüzyıla ait belgelerdeki adı Urusalim, Geç Asur metinlerinde Urusilimmu/Ursalimmu, İbranicede Yruşlm/Yruşlym/Yerûşâlayim, Eski Ahid’in Aramice metinlerinde Yerûşâlêm’dir. Yunancada kutsallığını vurgulayan Hierosolyma ismi, Latincede Jerusalem ve Jerosolyma’dır. Batı dillerindeki adı Jerusalem’dir. Moriya, Yebus, Sion, Dâvûd’un şehri ve Ariel isimleriyle de anılır. Arapçadaki adı ve Müslümanların en çok kullandıkları isim olan Kuds, mukaddes şehir (‘ir haqqodeş) isminden gelir. Kur’an-ı Kerim’de Kudüs ismine yer verilmeyip müfessirlerce “el-Mescidü’l-Aksâ” (el-İsrâ 17/1), “mübevvee sıdk” (Yûnus 10/93) ve “el-arzü’l-mukaddese” (el-Mâide 5/21) tabirler aracılığıyla işaret edildiği belirtilmiştir. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren kullanılan Mescid-i Aksa ismi, zaman zaman Kudüs yerine kullanılsa da aslen Harem-i Şerif’e verilen bir isimdir.[1] Kudüs’ün Müslümanlar bakımından kutsiyetini inkâr eden Yahudi tarihçilerin iddialarının, şehre kutsiyet muhtevalı kelimelerle işaret eden ayetler ve üç mescide işaret eden hadis-i şerif başta olmak üzere başka hadisler sebebiyle de geçerliği yoktur.[2]

Kudüs beş tepeli bir şehirdir. Birincisi; Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra’nın üzerinde bulunduğu Moria veya Sahra tepesi. İkincisi; Harem-i şerif’in güneydoğusundan Silvan köyüne bakan Zuhur (Zuhra) tepesi. Üçüncüsü; Kudüs’ün güneybatı köşesindeki Sultan göletine bakan üzerinde Davud Şehri kalesinin bulunduğu Sion Dağı. Dördüncüsü; Sahire Kapısı’ndan Amud Kapısı’na kadar uzanan Zeyta Tepesi. Beşincisi; Hristiyan mahallesinde Kıyamet Kilisesi’nin yakınında bulunan Ekra tepesi. Şehir zamanla genişlemiş, Zeytin Dağı, Cebelü’l-Meşârif (Meşhed), Katamun, Mükebbir bölgelerini de içine almıştır.[3]

Yahudiler kendilerini Kudüs’ün en eski toplumu olarak görürler ve tarihleri de böyle yazılmıştır. Fakat Kenanlılar ve Yebusilerden sonra beldeye yerleşirler ve kısa bir süre sonra hem kıtlık sebebiyle hem de Kenanlılar ve Filistinlilerle geçimsizlikten ötürü bölgede kalamayarak Hz. Yusuf Aleyhisselam’ın yardımıyla MÖ 17. yüzyılda Mısır’a göç ederler. Beş yüzyıl boyunca Mısır’da Firavunlara kölelik yaptıktan sonra çöllerde 40 yıl boyunca amaçsızca dolaşırlar ve nihayetinde Hz. Yuşa Aleyhisselam’ın yardımıyla Filistin topraklarına yerleşirler. Önceleri kendi içlerinde süren kabile kavgaları yüzünden birlik kuramazlar. MÖ 11. yüzyılda krallıklarını ilan ederler. İlk kral Saul’un ölümünden sonra Hz. Davud Aleyhisselam İsrailoğullarının kralı olur, Kudüs’ü fetheder ve kurdukları Hâkimler devletine başkent yapar. Hz. Davud Aleyhisselam’a Allah bir mescit yapmasını emreder. Ancak yaptığı her mescit inşadan hemen sonra yıkılmaktadır. Oğlu Hz. Süleyman Aleyhisselam’ı ölmeden tahta geçirir ve Beytü’l-makdis’i yapmasını vasiyet eder. Hz. Süleyman Aleyhisselam tahta geçince vakit kaybetmeden İbranilerin ilk mabedi olan Beytü’l-Makdis’i (Süleyman Mabedi) inşa eder. Vefatından sonra krallık çekişmelere boğularak bölünür.[4]

Peygamber Efendimiz’in (sav), "Davud oğlu Süleyman, Beytü’i-makdis'in yapımını bitirdikten sonra Allah'tan üç dilekte bulunmuştur. Allah'ın hükmüne uygun düşecek şekilde hüküm vermek. Kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat. Mescid-i Aksa'ya sırf namaz kılmak niyetiyle gelenlerin analarından doğdukları gündeki gibi günahsız hale gelmeleri. Allah Süleyman'a bunlardan ilk ikisini vermiştir, üçüncü niyazının da kabul edilmiş olmasını ümit ediyorum"[5] hadisi de yine mabedin kutsiyetine işaret eden hadislerden biridir.



[1] “Kudüs” Maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, 26. Cilt, Ankara 2002, s.323.

[2] Hande Nuran Alparslan, “Üç Mescid ile İlgili Rivayetler ve Değerlendirilmesi”, İZÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2019, s.1.

[3] A.g.e, s.15.

[4] A.g.e, s.25-26-27-28.

[5] Ahmed bin Hanbel.