Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İnsanlığın turnusolü Kudüs -1

Etler koktu, sütler bozuldu.

Homo faber bahçıvanın köpeğinden farksız.

Yiyemedi ve yedirmedi.

Cemil Meriç

Kaderine yazılı kutsiyeti işgalcilerce marka malzemesine dönüştürülen, yollarını eşkıyaların kestiği, haraçsız geçit verilmeyen, uzun soluklu huzuru prangalı ablukalarla zapt edilmiş son yüzyılın insanlık turnusolüdür Kudüs. Yeryüzünün kanlı canlı ama yaralı birkaç beldesinden biri. Bu dinmeyen hayat akışı sayesinde, arkaik belleğine indikçe dipten yüzeye uzanan ve hiç bitmeyen yolculuklardan kalma manzaralarını soğukkanlılıkla seriyor insanlığın önüne. Hiç durulmayan suları, yıkık iç surlarıyla medet ummanın yorgunluğunu belli etmeyen ikdamla yükseliyor her çatışmadan. Mağruriyetinden vazgeçmemiş bir yitik o.

Mekânları şereflendiren, onlara değer giydiren insandır, denir: Şerefü'l Mekân Bi'l Mekîn. Beyhude değildir bu söz. Müşerref mekânların her birinin şeref hanesinde kıymetli şahsiyetler kayıtlıdır. Mekân-şeref ilişkisine dair tersi bir bakış da mevcuttur. Muzaffer Ozak’ın, “Şerefü'l-mekîn bi'l-mekân (Kişi bulunduğu mekânla şereflenir) da vardır” dediği aktarılmıştır.[1] Bu söz, kutsî mekânlarla ilişkilendirilebilecek önemdedir. Mevzubahis mekân kutsiyetinden ötürü zaten şereflidir ve edebiyle geleni layık olduğunca şereflendirir.

Peygamber Efendimiz’in (sav) "Üç mescitten başkası için yola düşülmez: Kâbe, benim mescidim ve Mescid-i Aksa."[2] hadisine göre Mekke, Medine ve Kudüs için yola düşmek önceliklidir ve bu sebeple güzergâhları bile kutsal sayılmıştır. "Beyt-i şerif'de (Kâbe'de) eda olunan namazın birisi diğer yerlerdeki namazların yüzbinine ve benim mescidimde kılınan namazın biri, aynı şekilde başka yerlerde kılınan namazların binine ve Beyt-i makdis'te (Mescid-i Aksa'da) kılınan namazın birisi dahi diğer yerlerde kılınan namazların beşyüzüne denktir."[3] hadisiyle de üç mekânın kutsiyetine daha ziyade işaret edilmiştir. Bu noktada “Şerefü'l-mekîn bi'l-mekân” cümlesi, “Şerefü'l-mekân bi'l-mekîn” cümlesiyle bitişir. Müslümanlar için kutsal olduğu hadis ve ayetlerle haber verilmiş bu üç belde Peygamber Efendimiz’in (sav) varlığı ile şereflenmiş, Kâbe ve Mescid-i Aksa İslam öncesinde de kutsal sayıldığı hâlde Kâinatın Efendisi’ni ağırladıklarından Müslümanlar için kutsiyetleri daha da pekişmiştir.

Kur’an-ı Kerim, insanı mekânla mekânı insanla anar. Zira ikisinin de varlığını bir delile dayandıran, anlam veren, onları var eden bu mezcoluştur. Kıssaların tamamı, zaman-insan-mekân bütünlüğü içinde cereyan eden olayları ve diyalogları içerir. Somut, soyut veya mucizevi olayların aktarımında bu denklem değişmez. Tasavvufta zikredilen tayyi zaman-tayyi mekân tabirleri, sıradan zaman ve mekân algısını aşılmasının, iki olgunun da olağanüstü bir akış içinde yaşanmasını anlatan tayy kavramıyla ifade bulmuştur. İlahî lütufla Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz’in bir gecede Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gidişi ve oradan semaya çıkışı olan Miraç hadisesi, Hz. Süleyman Aleyhisselam’ın veziri Berahya’nın Belkıs’ın tahtını Yemen’den Hz. Süleyman’ın sarayına göz açıp kapayıncaya kadar getirişi, Ashab-ı Kehf’in mağarada asırlarca uyuduğu hâlde bu süreyi bir gün gibi hissetmesi ve hiç yaşlanmamaları zaman ve mekânın tay ile değişikliğe uğramasına ve farklı bir boyut kazanmasına dair önemli örneklerdir.[4] Bu hadiselerin ilişkilendiği mekânlar da kutsi ve şerefli sıfatını haizdir.

Yaradılışın her merhalesi, ona uygun biçimde yontulmuş bir mekânla beraberdir. İnsanı dünyaya hazırlayan yaradılış beldesi olan anne bedeni, "Sizi analarınızın karnında üç ayrı karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratır" (Zümer,6) ayetiyle de sabittir ki cismî ve ruhî bir tekâmül mekânı olarak mahremiyetin en kıdemli temsilidir.

İnsanı özüne yaklaştıran, ona kadim geçmişini hatırlatan, manevi bağlarını tazeleyen ve hakikatiyle yüzleştiren mekânlarsa insanlığın bekasına şifrelenmiştir ve kutsallığıyla merkezî bir memba konumundadır. Peygamber Efendimiz’in (sav) işaret ettiği üç kıymetli mekân olan Mekke’de Kâbe-Mescid-i Haram, Medine’de Mescid-i Nebevî ve Kudüs’te Mescid-i Aksa dünya üzerindeki üç Harem-i Şerif’tir. Harem kelimesinin Arapçadaki manası doğrudan mahremiyet ve hürmetle ilişkilidir: “Korunan, mukaddes ve muhterem olan şey veya yer.” Mahrem (Ar. ḥarām “yasaklamak; haram olmak”tan maḥrem)[5] ve harem (Ar. ḥirmān “yasaklamak”tan ḥarem)[6] kelimeleri korumak/korunmak fiilleri gibi yasaklanmak köküyle de birbirine bağlıdır. İnsan, üç Harem-i Şerif’in de yollarına kendi sırrını bulacağı, bu vesileyle maneviyatta kördüğümlerini çözecek, hakikatin kilidi açacak anahtara kavuşacağı ümidiyle düşer.