İnsanlığın turnusolü Kudüs -1
Etler koktu, sütler bozuldu.
Homo faber bahçıvanın köpeğinden
farksız.
Yiyemedi ve yedirmedi.
Cemil Meriç
Kaderine yazılı kutsiyeti işgalcilerce marka malzemesine
dönüştürülen, yollarını eşkıyaların kestiği, haraçsız geçit verilmeyen, uzun
soluklu huzuru prangalı ablukalarla zapt edilmiş son yüzyılın insanlık
turnusolüdür Kudüs. Yeryüzünün kanlı canlı ama yaralı birkaç beldesinden biri.
Bu dinmeyen hayat akışı sayesinde, arkaik belleğine indikçe dipten yüzeye
uzanan ve hiç bitmeyen yolculuklardan kalma manzaralarını soğukkanlılıkla
seriyor insanlığın önüne. Hiç durulmayan suları, yıkık iç surlarıyla medet ummanın
yorgunluğunu belli etmeyen ikdamla yükseliyor her çatışmadan. Mağruriyetinden
vazgeçmemiş bir yitik o.
Mekânları şereflendiren, onlara değer giydiren insandır,
denir: Şerefü'l Mekân Bi'l Mekîn.
Beyhude değildir bu söz. Müşerref mekânların her birinin şeref hanesinde
kıymetli şahsiyetler kayıtlıdır. Mekân-şeref ilişkisine dair tersi bir bakış da
mevcuttur. Muzaffer Ozak’ın, “Şerefü'l-mekîn bi'l-mekân (Kişi bulunduğu mekânla
şereflenir) da vardır” dediği aktarılmıştır.[1]
Bu söz, kutsî mekânlarla ilişkilendirilebilecek önemdedir. Mevzubahis mekân
kutsiyetinden ötürü zaten şereflidir ve edebiyle geleni layık olduğunca
şereflendirir.
Peygamber Efendimiz’in (sav) "Üç mescitten
başkası için yola düşülmez: Kâbe, benim mescidim ve Mescid-i Aksa."[2]
hadisine göre Mekke, Medine ve Kudüs için yola düşmek önceliklidir ve bu
sebeple güzergâhları bile kutsal sayılmıştır. "Beyt-i şerif'de
(Kâbe'de) eda olunan namazın birisi diğer yerlerdeki namazların yüzbinine ve
benim mescidimde kılınan namazın biri, aynı şekilde başka yerlerde kılınan
namazların binine ve Beyt-i makdis'te (Mescid-i Aksa'da) kılınan namazın birisi
dahi diğer yerlerde kılınan namazların beşyüzüne denktir."[3]
hadisiyle de üç mekânın kutsiyetine daha ziyade işaret edilmiştir. Bu noktada “Şerefü'l-mekîn
bi'l-mekân” cümlesi, “Şerefü'l-mekân bi'l-mekîn” cümlesiyle bitişir.
Müslümanlar için kutsal olduğu hadis ve ayetlerle haber verilmiş bu üç belde
Peygamber Efendimiz’in (sav) varlığı ile şereflenmiş, Kâbe ve Mescid-i Aksa
İslam öncesinde de kutsal sayıldığı hâlde Kâinatın Efendisi’ni
ağırladıklarından Müslümanlar için kutsiyetleri daha da pekişmiştir.
Kur’an-ı Kerim, insanı mekânla mekânı insanla anar. Zira
ikisinin de varlığını bir delile dayandıran, anlam veren, onları var eden bu
mezcoluştur. Kıssaların tamamı, zaman-insan-mekân bütünlüğü içinde cereyan eden
olayları ve diyalogları içerir. Somut, soyut veya mucizevi olayların
aktarımında bu denklem değişmez. Tasavvufta zikredilen tayyi zaman-tayyi
mekân tabirleri, sıradan zaman ve mekân algısını aşılmasının, iki olgunun
da olağanüstü bir akış içinde yaşanmasını anlatan tayy kavramıyla ifade
bulmuştur. İlahî lütufla Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz’in bir gecede Mescid-i
Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gidişi ve oradan semaya çıkışı olan Miraç hadisesi, Hz.
Süleyman Aleyhisselam’ın veziri Berahya’nın Belkıs’ın tahtını Yemen’den Hz. Süleyman’ın
sarayına göz açıp kapayıncaya kadar getirişi, Ashab-ı Kehf’in mağarada
asırlarca uyuduğu hâlde bu süreyi bir gün gibi hissetmesi ve hiç yaşlanmamaları
zaman ve mekânın tay ile değişikliğe uğramasına ve farklı bir boyut kazanmasına
dair önemli örneklerdir.[4]
Bu hadiselerin ilişkilendiği mekânlar da kutsi ve şerefli sıfatını haizdir.
Yaradılışın her merhalesi, ona uygun biçimde yontulmuş bir
mekânla beraberdir. İnsanı dünyaya hazırlayan yaradılış beldesi olan anne
bedeni, "Sizi analarınızın karnında üç ayrı karanlık içinde yaratılıştan
yaratılışa geçirerek yaratır" (Zümer,6) ayetiyle de sabittir ki cismî ve
ruhî bir tekâmül mekânı olarak mahremiyetin en kıdemli temsilidir.
İnsanı özüne yaklaştıran, ona kadim geçmişini hatırlatan, manevi bağlarını tazeleyen ve hakikatiyle yüzleştiren mekânlarsa insanlığın bekasına şifrelenmiştir ve kutsallığıyla merkezî bir memba konumundadır. Peygamber Efendimiz’in (sav) işaret ettiği üç kıymetli mekân olan Mekke’de Kâbe-Mescid-i Haram, Medine’de Mescid-i Nebevî ve Kudüs’te Mescid-i Aksa dünya üzerindeki üç Harem-i Şerif’tir. Harem kelimesinin Arapçadaki manası doğrudan mahremiyet ve hürmetle ilişkilidir: “Korunan, mukaddes ve muhterem olan şey veya yer.” Mahrem (Ar. ḥarām “yasaklamak; haram olmak”tan maḥrem)[5] ve harem (Ar. ḥirmān “yasaklamak”tan ḥarem)[6] kelimeleri korumak/korunmak fiilleri gibi yasaklanmak köküyle de birbirine bağlıdır. İnsan, üç Harem-i Şerif’in de yollarına kendi sırrını bulacağı, bu vesileyle maneviyatta kördüğümlerini çözecek, hakikatin kilidi açacak anahtara kavuşacağı ümidiyle düşer.