Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Kasım 2022

İnsanlığın kurtuluş umudu Türkiye'dir

“Hocaların Hocası” Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu, Osmanlı’nın itici gücünün İslam olduğunu belirtiyor ve “insanlığın bugün kurtuluş umudu Türkiye’dir.” diyor.

3-Mehmet Maksudoğlu_5813b8ac42398ea16a4ef125d2ca5969.jpg

Şüphesiz tarihini doğru olarak okuyan, anlayan ve geçmişteki hadiselerden hisse alan toplumlar daha şuurlu, uyanık olur. Kolaylıkla aldatılamaz, kandırılamazlar. Bunun için tarihimizi bilmeli, gençliğimize mazimizi anlatmalı, çocuklarımıza ecdat sevgisini aktarmalıyız. Gerçek tarihçilerin kaleme aldığı sahih tarih kitaplarına çok ihtiyacımız var. Tarihçi Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu, eserlerinde, insanlarımıza hakikatleri anlatma gayretinde. Bütün derdi tasası, uydurma tarihlerle aldatılmış kitlelere doğruyu göstermek. Yayımlanmış başlıca eserleri arasında Hz. Muhammed Aleyhisselam, Arapçayı Öğreten Kitap, Herkes İçin Arapça, Arapça Dilbilgisi, Osmanlı’dan Günümüze Değişme Maceramız, Arapça-Türkçe Öğretici Sözlük, Hatırladıklarım, Osmanlı Devrinde Tunus, Kırım Türkleri, Osmanlı Tarihi de bulunuyor. Hocamızla, tarihimizi, kültür ve medeniyet dünyamızı konuştuk.

Çok iyi bir eğitim aldınız, pek çok kıymetli hocanız oldu. Bunlar arasında üstünüzde en çok tesir bırakan hocalar kimlerdi?

Hocalarımız, gayretli, iyi niyetli idiler. İçlerinden sadece ikisi Arapça biliyordu: Bosna’lı Prof. Muhammed Tayyib Okiç ve Fas’lı Muhammed Tanci. İkinci sınıfta iken (1957-58 öğretim yılında) İslam Tarihi Hocamız Prof. Neş’et Çağatay, Yurt dışına gidince, onun yerine, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden Prof. Mehmet Altay Köymen geldi. İlk derste dedi ki: “Size Oğuzlar’ın tarihini anlatacağım; fakat sınavda Arapça’dan sorumlu olacaksınız.” Gerçekten, yılsonunda Arapça bir metin okutup tercüme ettirerek imtihan etti. Rahmetlinin bu sözü, Arapçanın değeri, ehemmiyeti, İlahiyat öğrencisi için “olmazsa olmazı” konusunda çok keskin bir uyarı, uyandırıcı oldu.

Diğer uyarıcı, bilinçlendirici Hoca, Prof. Muhammed Tayyib Okiç olmuştur. Hep tekrarlarım: Boşnakların 20. Yüzyılda iftihar edecekleri ilk isim Aliya İzzet Begoviç ise, ikinci isim de Prof. Muhammed Tayyib Okiç’tir. Rahmetli Hadis dersimize geldi, Usul-ı Hadis, el Cerh wet Ta‘diyl öğretti; ama asıl büyük, değerli hizmeti, bizleri, oryantalistler hakkında uyarması, bilinçlendirmesidir. Paris’te toplantılara katıldığını, papazların ve oryantalistlerin tutumlarını anlatırdı. Tunus’ta bulunduğumuz sırada, Talat veya İsmail Beye (ikisi de onun asistanı idi) yazdığı Arapça mektubu gördüm; mükemmel bir Arapça ile yazılmıştı, bir Arap yazmış zannederdiniz, dile öyle hâkimdi. İngiltere’de 1967-70 yılları arasında Cambridge Üniversitesi, Faculty of Oriental Studies’de Türkçe öğrettiğim sırada, oryantalist öğrencilerin nasıl yetiştirildiklerini, kafalarının nasıl formatlandığını görmek nasip oldu. Tayyib Hoca, yerden göğe kadar haklıydı. Her vesileyle, ağzımı doldura doldura oryantalistleri kesinlikle ciddiye almadığımı, onların muhatap kabul edilmemesi gerektiğini, bu konuda, isteyenle tartışmağa hazır olduğumu bildiriyorum. Tayyib Hoca’nın, Ramazan’da biz asistanları lokantada iftara götürdüğü olurdu.

8-Osmanlı Devrinde Tunus_3b5ec933d5fbd6227a15130e30b58e15.jpg

Üzerimde bıraktığı tesirin sonradan farkına vardığım Rahmetli Rıfkı Melul Meriç Hocadan söz etmeliyim. Galiba Klasik Dini Türkçe Metinler dersine gelmişti, Agâh Sırrı Levend’in bir kitabı sözde ders kitabı idi, ama pek okumazdık. Rıfkı Hoca sınıfa temenna ile girerdi, “Bu nasıl ders?” diye düşünürdüm; belli bir programa uyduğunu sanmıyorum, sınav nasıl olacak, merak ederdim. Sonradan, yıllar geçtikten sonra farkına vardım ki, bize “yerli değerleri”, “bizi, biz yapan” konuları işlemiş. Biz öğrencilerin götürüldüğü bir İstanbul seyahatinde, Bakırköy’deki hastaneyi ve Topkapı Sarayı müzesini görmüştük. Müzede, dış ülkelerden gelen hediyelerin Sultan İkinci Abdülhamid Han’a gönderilmiş olduğunu anlatırken “Hediye, adam’a gönderilir.” demişti. O yıllarda, 1960 öncesi, Sultan Abdülhamid, hâlâ, Ermeni gâvurunun taktığı iftiralı lakapla anılıyordu.

Hocam bizde tarih eğitimini nasıl buluyorsunuz? Bugün bu ilim dalı hangi durumdadır? Tarih ders kitapları geçmişe oranla büyük ölçüde düzeldi diyebilir miyiz?

Bizde, tarih eğitimi, maalesef, “sömürgelerde uygulanan eğitim”e çok benzemektedir. Tarih öğretimi öyle bir yörüngeye oturtulmuştur ki, Türk çocuğu, kendi tarihine, âdeta, Avrupalının baktığı gibi bakmaktadır. Acı gerçeğin ifadesi olan bu iki cümlemdeki hükmün doğruluğundan şüphe edebilecekler için, hemen bir “vakıa”yı -hem de isim vererek- naklediyorum:

04 Ekim 2022 Salı Günü, saat 23.00 te, Tele 1 kanalında, Prof. Dr. Emre Kongar ve Merdan Yanardağ konuşurlarken birisi (hatırımda yanlış kalmadıysa Emre Kongar) -tabii, Türkiye’den bahsediyorlar- Feodal değerler sözünü kullandı; iktidar, o değerlere yaslanıyor veya o değerleri öne çıkarıyor havasında. Bu ünlü ve bir kesim tarafından büyük saygı gören profesör, devamı olduğumuz Osmanlı’nın hiçbir devrinde feodalite olmadığını, Türklerde böyle bir düzenin HİÇBİR ZAMAN uygulanmadığınıbilmiyor demek ki! Feodalite, Ortaçağ Avrupası’na özgü, orada uygulanan, insanlığın yüz karasıbir düzendir. Feodal Düzen’de, halk serf idi, toprağa bağlı köle gibi idi ve bir arazi parçası satıldığında, başkasının mülkiyetine geçtiğinde; üzerinde yaşayan insanlar da, hayvan gibi, sahip değiştirirlerdi. Halktan bir kız evlendiğinde, ilk gecesini kocasıyla değil; Feodal Lord ile geçirirdi, bu, kanundu, adı Jus Primae Noctis(İlk Gece Kanunu). Osmanlı Devleti’nde ise, halk, yönetilenler, ra‘iyyet(riayet edilen, kollanan, gözetilen) idi, “emanet-i ilahi” olarak kabul edilirdi. Osmanlı Tımar Düzenini, oryantalistler, kendi tarihlerindeki Feodal Düzen gibi anlar ve öyle gösterirler. Hâlbuki Tımarlı Sipahi, yönetimindeki halkın -dini, kavmi ne olursa olsun- canını, malını ve namusunu korumaktan sorumlu idi.

Oryantalistlerin yazdığı, Osmanlı tarihi ile ilgili paçavraları bilinçsizce Türkçeye aktarıp okutan malumat depolarına maalesef “Tarihçi” deniliyor. O malumat depolarının yazdıkları tarihleri okullarda okuyup “aydın” kabul edilenler de böyle feciyanlışlara düşüyorlar.

Tanzimat’tan (1839) sonra tarih yazma usulü de Avrupa’dan alınırken, usulle beraber, Avrupalının Osmanlı’ya karşı görüşleri de Türkçeye aktarıldı, bilinçsizce davranıldı, çünkü 1856’dan beri DURUŞ sahibi olmaktan mahrum edilmiştik; 1856 yılında, “her türlü ayrımı gösteren ifade” yasaklanmış, gâvura ‘gâvur’ demek yasak edilmişti. Giderek,” kendimize, Avrupalının bize baktığı gibi” bakma alışkanlığı yerleşmişti.

Bu zemin üzerinde yetiş(tiril)en tarihçilerimizin durumu da, genellikle böyledir. Malezya’ya gidip Milletlerarası İslam Üniversitesi’nde 4 yıl çalışmamış olsa idim, oradaki, gerçekten seviyeli akademik hava içinde bulunmasaydım, her hafta, çeşitli ülkelerden gelen değerli konferansçıların ufuk açıcı konuşmalarını dinlememiş olsa idim, benim yazdığım Osmanlı Tarihi de, Türkiye’deki benzerlerinin oturtulduğu yörüngede olurdu. Bir yıl için gitmişken, gördüğüm büyük ihtiyaç üzerine 4 yıl kalarak yazdığım Osmanlı History, o üniversite tarafından 1999 yılında bastırıldı ve textbook olarak orada kullanıldı. Dönünce Türkçeye çevirdiğim kitabın 6 baskısı yapıldı, onun bir bakıma özeti mahiyetinde olan ve değerlendirmeler içeren Analitik Osmanlı Tarihi, İnkılâb Yayınları arasında çıktı. Arapça tercümesine yazdığı Takriz’de Prof. Muhammed Harb, bu kitabın bütün dillere, özellikle Müslüman milletlerin dillerine çevrilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Kitabın İngilizcesine Türkiye’de yaptığım “Müesseseler” ekiyle, Ensar Neşriyat tarafından Osmanlı History and Institutions adıyla bastırılan kitap, Arnavutçaya çevrildi, Kosova’da, Tiran’da üniversitelerde okutulmaktadır, 15.000 adet bastırılmıştır. O bölgedekiler, Osmanlı Tarihi’ni, gerektiği gibi öğrenmektedirler. Aynı kitap, yurtdışında basım aşamasındadır. Yine, basılmak üzere Orducaya ve Endonezya diline çevrilmektedir.

Osmanlı Tarihi’nde ASIL MESELE, yabancılar, emperyalistler, açıkça söyleyelim; Osmanlı’nın ölüsünden bile korkan düşmanları tarafından yerleştirilmiş olduğu YÖRÜNGEden çıkarılıp GERÇEK YÖRÜNGESİNE OTURTULMASIDIR. İnancım ve ümidim odur ki, bundan böyle, Osmanlı Tarihi, oturtmak gayretinde olduğum gerçek yörüngesinde ele alınarak incelenecektir.

7-Kırım Türkleri_3ff5aba56745939e4829271974498076.jpg

Aziz hocam Selçuklu ve Osmanlı, büyük medeniyetler tesis ettiler. Bilhassa üç kıtada hüküm süren Osmanlı’nın insanlığa kattığı çok büyük değerler var. Ama bugün hâlâ Osmanlı’ya ters bakan bazı yarı aydınlarımız var. Bunlar niçin düzelmiyor? Dünyanın başka ülkesinde kendi tarihine düşman aydınlar var mı, olabilir mi? Bu husustaki kıymetli fikirlerinizi merak ediyorum.

Teşhisiniz doğru ve “yarı aydın” demekle aslında, “iltifat” ediyorsunuz. Gerçek aydınımız çok azdır, birkaçının adını verirsek yadırganırız. “Aydın” kabul edilen diplomalılarımız, olsa olsa taklid sömürge aydını’dırlar (taklid mücevher gibi). Sömürge aydını, sömürgecinin okulunda imal edildiği için, hiç olmazsa, sömürgecinin dilini (bir Avrupa dilini) çok iyibilir. Çok büyük bir iddiada bulunduğumun farkındayım. İddia sahibi, iddiasını ispatla mükellef olduğu için, hemen ispat edeyim:

Alman aydını, Goethe’yi okur ve anlar. İngiliz aydını (halktan söz etmiyoruz) Shakespeare’i okur ve anlar (yüzlerce yıldır dilin kelime biçimi ve telaffuzu değişmiştir, ama öğrenir). Fransız Aydını, Voltaire’i okur ve anlar. İspanyol aydını, Cervantes’i okur ve anlar. İranlı aydın, Gülistan’ı, Bostan’ı okur ve anlar. Rus aydını, Çehov’u, Tolstoy’u, Dostoyevski’yi okur ve anlar. Türk aydını Kâtip Çelebi’yi okuyup anlar mı? En koyu Atatürkçünün yanında Nutuk orijinalinden okunsa, % 15’ini anlar mı? “Aydın” kabul edilen “diploma sahibi” kaç kişi, ‘İstiklal Marşı’mızı orijinalinden okuyabilir? “Herc ü merc etdiğin edvar” sözünden ne anlar?

“Yarı aydın” diye aslında iltifat ettikleriniz için sorduğunuz “Niçin düzelmiyor?” sorusuna yanıt çok kısa ve açıktır: DÜZELMEK için, önce, durumun FARKINA VARMAK gerekir.

Dünyanın başka hiçbir ülkesinde, kendi tarihine düşman aydın olduğunu sanmıyorum. Olsa olsa, bazı eski sömürge ülkelerinde, efendileri öyle uygun görüp bir eğitim/imalat uygulamış ve başarılı olmuşlarsa, oralarda olabilir.

Türk dünyasını en iyi bilen akademisyenlerimizdensiniz. Bugün Türk dünyası ile Türkiye arasında çok samimi ve sıcak münasebetler kurulmaya başlandı. Kültürel, ekonomik ve sosyal ilişkileri yeterli buluyor musunuz, daha başka neler yapılabilir?

Türk Dünyası ile ilişkilerimiz kuvvetleniyor; Türk Devletleri Teşkilatı kurulmuş olması çok sevindirici; ırmak, yatağını buluyor. Burada, Türk bilimcilere (Türkologlara) büyük görev düşüyor: Türk lehçeleri arasında yakınlık sağlamak, bir lehçede kullanılan bir sözü, diğer lehçelerde de dolaşıma sokmakgibi. Sözgelişi, Kırım Tatarcasında lider’karşılığı kullanılanyolbaşı’kelimesi yaygınlaştırılabilir, yine Kırımlıların kullandığı “imek” fiilinin kullanığı yayılabilir. Türkistan’da veya kuzeyde, ‘değil’karşılığı ‘imes’kullanılır, Özbekistan’da ‘bekçi’yerine ‘karavul’denildiğini işittim. Türk Dünyası ile ilişkilerde, yakınlaşmada, İsmail Bey Gaspıralı’nın koyduğu prensip mühimdir: “Dilde, Fikirde, İş’de Birlik!”

Bu sırada Merkez Türkiye isimli eseriniz yayımlandı. “İnsanlığın kurtuluş umudu Türkiye’dir ve Türklerdir.” diyorsunuz. Siz bir ilim adamı olarak ülkemizin bugünkü durumu, geçmişi ve geleceğiyle ilgilisiniz. Bu konuda da mesuliyet hissi duyan mümtaz bir münevverimiz ve âlimimizsiniz. Size göre bugün Türkiye nerede duruyor? Küresel bir güç olma yolunda ilerlediği görülüyor. Artık kendi savunma sanayiimizi kuruyoruz. Dünyanın diğer büyük ülkeleriyle aynı mesafede ve seviyede görüşmeler buluşmalar yapılıyor. Bu müspet gelişmelerde şimdiki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katkıları nelerdir?

Evet, kanaatim, görüşüm budur: farkına varsa da varmasa da bütün insanlık, kurtuluş, insanca yaşamak için Türkiye’yi, bizi beklemektedir. Batı medeniyeti ölmüştür, ağlayanı yoktur, farkına varanı azdır. Türkiye’nin kendine gelmesi, hâkim güçleri korkutmaktadır; içeride ve dışarıda sahneye konan maskaralıkların temelinde bu korku yatmaktadır. Saygıdeğer Recep Tayyip Erdoğan, milletle orduyu, devleti barıştırdı, Türkiye’yi olması gereken yere doğru emin adımlarla, kararlılıkla götürüyor. Allah, yardımcısı olsun. Türk Milleti liderine kavuştu, fakat beyni yıkananlar, kafası şartlananlar ve medyanın olumsuz etkisinden kendini kurtaramayanlar, işin farkında değiller.