İnsan(lığ)ın İfsadı
Türkiye’de farklı dünya görüşlerinin meselelere bakışında iki önemli nokta ortaya çıkmaktadır. Birincisi, daha çok sonuçlar üzerinden kısır tartışmalar yapılmakta; her meselede sürekli olduğu yerde patinaj dikkat çekmektedir. İkincisi, dünya ölçeğinde varolan insanlık sorunlarını ıskalamaktadırlar. Dolayısıyla kısa vadede bu dünya görüşlerinden bir sorun çözmesini beklemek iyimserlik olacaktır.
Kur’an-ı
Kerim’deki anlatımlarda Allah, tabiat ve insan arasında kopmaz bir bağ vardır.
Bu, bir yandan insan ve eşyanın tabiatı, diğer yandan her üç kavramın
arasındaki “ahlaki” ilişki bakımından zikredilmelidir. Dolayısıyla tevhid,
bunlar arasındaki bir düalite ve kopuşa baştan izin vermez. Bu açıdan
belirtilmelidir ki, Kur’an’da “din” bir yaşam tarzına atıfta bulunmakta olup,
insanın faaliyet alanlarından bir parçası değildir.
Müslümanların
bugün yanılgıları iki noktada tezahür etmektedir: birincisi, tersini söyleseler
de, pure dini bir alan varsayarak insanlığın sorunlarına mesafeli
durmaktadırlar. Meselâ; emek konusu müslümanları neredeyse hiç
ilgilendirmemiştir. Bugün tüm dünyada “emek”, “rant”ın önünde ezilmektedir.
Halbuki emek aynı zamanda insanın kendisini kendisi olarak korumasıdır. Marx’ın
kapitalizmi sorun olarak gördüğü yer, emeğin alınıp satılan bir meta haline
dönüşmesi dolayımıyla meydana gelen yabancılaşmadır.
Açıkça söylemek
gerekir ki, bugün kimi dini söylemler ve dindarlık biçimleri insanları
yabancılaştırıcı bir işlev görmektedirler. Ben bu fenomeni “Dindarane
Yabancılaşma” başlıklı bir makalemde analiz etmiştim. Halbuki dinin temel
fonksiyonu insan için bu yabancılaşmayı aşmaktır. Yabancılaşma ise, kısaca
insanın kendisi ile arasına girmiş, aracı olan her şeydir. Burada “aracı”
kelimesine dikkat çekmek isterim; çünkü bu kelime Kur’an’ın dikkat çektiği
paganizmin de anahtar kavramıdır.
Bugün temel
sorunlardan birisi, artık insan kendisine ulaşamamaktadır. İronik bir şekilde
iletişimin yoğun olduğu bu çağda, “kendinize ulaşılamamaktadır” mesajı açık ve
örtük biçimde verilmektedir. Halbuki bütün kadim metinler “kendini bil”
mottosundan başlayarak insanı kendisiyle buluşturmayı hedefler. Tekasürle
oyalanmak yerine “gidiş nereye?” sorusunu sormanın tam vaktidir.
İkinci olarak,
başlangıç stratejileri doğru değildir. Kur’anı Kerim’in Mekki âyetleri sürekli
insanlığa dair ortak sorunlar, ortak kelimeler üzerine yoğunlaşmaktadır.
Müslümanların gündemde tutmaya gayret ettikleri konular, çalıştıkları yerden
olduğu için bir avantaj sağlıyor görünse de, çalışılması gereken insanlığa dair
ortak sorunlar ve ıstıraplar artık devasa boyutlara ulaşmıştır. Dünya ölçeğinde
insan hakları ihlalleri, dijitalleşmenin ve yapay zekanın insan özgürlüğü
meselesi açısından zaafiyetleri, kitlesel fakirleşme, borçlanma, tüketim gibi
başlıklar insanların henüz tam anlamıyla farkında olmadıkları fakat aciliyet
kesbeden sorunlar.
Çokça konuşulan
gıda krizi ve giderek suni maddelerden yapılmış insan ve hayvan için üretilen
gıda ve içecekler. Yine temiz suya ve havaya ulaşım meselesi gezegenimizde
alarm vermeye başladı. Bu minvalde genetik üzerine çalışmalarla insanın tabiatı
üzerine oynamalar ve giderek insandan itaatkar robotlar ve corpus haline gelen
plastik bedenler üretilmek istenmektedir. Buraya tabiatın bozulması ve hibrid
tohumları da ekleyebiliriz. Bunların hepsi ortak insanlık sorunlarıdır ki,
bilinç uyandırmak gerekiyor.
Kur’an-ı Kerim “fesad” kavramıyla bozulmaya işaret etmektedir. Tabiat, eşya ve insan giderek bu ifsadı yaşamaya başlamıştır. Dolayısıyla insan(lık) bu ifsad halinin bir nesnesi olarak kriz içindedir. Tam da bu noktadan tüm insanlığa bir çağrı yapılmalıdır.