İnsanlardan Cümle Kuran Üstat: Mahir İz Hoca
O dağlar güvercinin yabanına yuvadır
Hiç solunmamış bir hava üfler rüzgar
Dünya sürü yürüdükçe döner
Çoban sürü için ölmez gelecek sürüler için
Yaşamağa bakar
Kısa süren bir hatıra değildir toplum
Cahit Zarifoğlu
Yaşanılan an içinde birikir hayati hatıralar. Değeri her ne ise o anda biçilir, bedeli o anda ödenir, hangi hüküm verildiyse geleceğe o hâliyle devrolur. Olaylar ve başkişileri, nasıl kaydedilmişse toplumsal ve millî hafızaya öyle aktarılır günden güne, nesilden nesile. Şuurunu muhafaza edebilen toplumlarda hafıza aktarımı sorumluluk sebebidir ve vebal kabul edilir.
Anadolu topraklarında var olduğumuzdan itibaren bizde de durum farklı değildi. Ne zamanki bu varoluşu reddedip İslamsızlaştırmak adına Anadolu’nun kadim medeniyetlerine geri kulaç attık, o zaman iş sarpa sardı. Günümüze nakledilen hafıza mirasının beklendiği kadar şeffaf ve aktarımların yeterince sahih olmadığını, inkılapların darboğazında “çatlak” seslerle başa çıkmak için konulan “sessizlik yasası” kaldırıldığında fark etmeye başladık. “Resmî ideoloji” diye bir kavramla tanıştık. Bu yapı, “biz”i görmezden gelen, hiçe sayan, kâle almayan bir yol izliyordu. Kurgu ve gerçek diye ayrılıyordu tarih verileri. Tarihin gerçek kahramanları hatıratlarında tarih yazıcılarından çok başka şeyler söylüyorlardı. Durumun riyakârlıkla bezenmiş bir vahamet taşıdığının fısıltıları dolaşıyordu etrafta. Yine de özgür ifadenin/iradenin keskin dönemecinde hayal kırıklıklarıyla dolu yüzleşmeler yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Bu gerçek dışı kamusal tarih meselelerini kendimize mal etmeye öylesine alıştık ki… Müstesna bir millet ve devlet temsili olmamızdan ötürü, fikir asimilasyonuna maruz kalan tek bizmişiz gibi bir fikre kapıldık. Dijital dünya, onu meydana getiren küreselcilerin bile ipliğini pazara çıkaracak kadar ivme kazanınca hangi taşın altında ne saklıysa yavaş yavaş ortaya dökülür oldu. Ve evet, yalnız değildik. Kritik köşe başlarını tutan, cevherini muhafaza etmiş, iradi rüştünü ispatlamış, kök salmış ve tarih yazmış her medeniyetin başına örülen çoraplardan bizim gibi payını alan az değildi.
Dışarıda yalnız değildik, ama içeride de yalnız olmadığımız her fırsatta kendini belli ediyordu. Yıllarca insan yetiştirmek için çabalayan, kılı kırk yaran, bin dereden su getiren yasaklara rağmen hakikati kulaktan kulağa, satırdan sadıra yayanlar vardı. Onlar ülkenin/ümmetin kaderine kilitlemişti ufkunu. Cümleleri ses olup yayılacak kadar güçlüydü; işleri de insanlardan cümle kurmaktı. Talebeleri varlıklarından güç alıyor, umutlanıyordu. İnancı ve bakışı ortak olanlar, aynı meclislerde buluşuyordu onlar sayesinde. Yaşadıkları zamanın tanıklığını somutlaştırıyordu. Kaybedişlerimizi ve elde kalanları yorumluyorlardı. Hepsi millî danışmanlığa yükselmiş dimağlardı. İşte onlardan biri de Mahir İz hocaydı.
Mahir İz için öncü, önder, münevver, cüret sahibi bir dimağ denebilirdi. Fakat o, her şeyden evvel hep bir hoca olmayı tercih etti. Hakiki bir muallim, talebelerini umut çemberinde toplayan ve idealizmini arka sokak baskısına rağmen yaşatabilen örnek şahsiyetti. Talebelerinde öyle izler bıraktı ki nesiller boyu devam eden yankısı, sert yüzleşmelerle başa çıkma becerimizi arttırdı. Hakikat cesaretinden ibret çıkaranlar, kurduğu ilim ve kültür köprüsünden geçmekle iftihar etti. Yanında yöresinde nasiplenmiş kim varsa, inşa ettiği irfan izleğine mensup sayıldı, hürmet gördü.
İnsan, mekân ve imkân bolluğu içinde hakikatin aktarıcısı hakiki muallim kuraklığı yaşadığımız; tekniği, teoriyi ve tecrübeyi mezcedenlerimizin azaldığı; eğitim adına tuttuğumuz her dalın kırıldığı; nehir akaklarının orman dehlizlerine itildiği; dijital çağla birlikte bilginin akıl almaz ulaşım hızına rağmen bilgiyi muhakeme etme, hazmetme ve işleme noktasında tökezleyip durduğumuz bir devrede “muallim” kavramını tekrar tekrar düşünmeye yol açan duruşuyla karşılaşıyoruz Hoca’nın. Mahir İz, sohbet ve bilgiyi hayatın içinde işlemede bize hâlâ önderce bir duruş sergiliyor.
Bugünün kimi eğitimcilerinin, öğretmenlerinin Mahir İz hazinesinden habersizliği yahut reddi miras inadı yüzünden insani yaklaşımları ve sohbet usulü ile dünyanın en kaliteli eğitimini sunan üstat, eğitim camiasınca bir yere konulmuş ya da yaygın manada rehber tayin edilmiş değil. Hız çağının avareliğinde, elindeki gencecik cevheri işleme ve aksaklığı düzeltme kabiliyeti bulamayan birçok okul idarecisi de bu örnek düsturdan nasibini alamıyor. Bakışımız Avrupa’ya ve okyanus ötesine kenetlenmiş, kökten habersiz bir idrak tembelliği yaşamıyor olsak Mahir İz gibi parmakla gösterilen, insanlardan cümle kurmayı başarabilmiş nice muallimlerimiz olurdu.
Bugünün genci sorabilir: Mahir İz neden önemlidir?
Mahir İz ve onun gibi hocalar, bizi yasak hattının kırıldığı, özgür ifadeyle yüzleştiğimiz bugünün kritik dönemecine hazırladı. Yaklaşık son kırk yıldır köpüren ve bugün devasa bir boyuta eriştiğini gözlemlediğimiz hakikat dalgası, öyle hissettiriyor ki çevik bir hamleyle üstünde son sürat gidebileceğimiz bir vasıta verimliliğine dönüşemezse “biz”i dağıtıp parçalayacak. Onu verimli bir vasıtaya dönüştürmek ise hakiki ve mutlak olanı en kıvamlı, en sahih hâliyle ve dünyadaki bütün tezatların düşmanlığını ortaya koyarak yeni nesillere aktarmamızla mümkün olacak. İşte Mahir İz de bunun hep bilincinde olarak satırdan sadıra erişecek eserlere gayret etti ve gençleri etrafında düzenli halkalar hâlinde besledi. Bu örneklik, bütün somutluğu ve uygulanabilir imkânlarıyla karşımızda duruyorken üstümüze uymayan ve kat kat giyindiğimiz üniformalardan arınmak ne kadar zor olabilir ki…
Ülkenin kaderine kilitlenmiş, olmuşlardan ders çıkarmış, kıyasıya bir medeniyet imhası süregelirken imhasız inşa faaliyetlerinin peşine düşmüş, alabildiğine rahatını bozmuştu. Bunu sünnetin bir gereği olarak, irfani birikiminden yola çıkarak tesiri mutlak sohbetleri aracılığıyla yapmıştı. Zira sohbet ehliydi. Kayıp satırların izinin de tozunun da kulakta ve kalpte saklı kalacağını, tecrübî hayat yürüyüşünde gayet iyi anlamıştı. Onun işi, takip ettiği istikametin uyarı levhalarını, ilim membalarını, irfani kuytularını ortaya koymak ve hepsinden istifade edebilecek, arayışını sürdürecek, fazlasına ihtiyaç duyacak nesiller yontmak, geçmişe iz süren ve geleceğe kulaç atan idraki canlı tutmaktı.
Cahit Zarifoğlu’nun şiirindeki gibi ölümsüz hatıralara adanmış, gelecek sürüler için yaşamağa bakan bir çobandı Mahir İz. Zaten bu yüzden muallimlikten emekli olmasına rağmen köşesine çekilmeyip Yüksek İslâm Enstitüsü’nde hocalığa devam etti, irfanı kürsüye taşıdı, müstesna ve seçkin sohbetleriyle ilim, irfan ve sanat yüklü dimağını talebeleriyle paylaştı. Hitabetiyle, kıssadan hisse gayretiyle, hem şifahi hem de yazılı yöntemlerle ölümsüzlüğe yol aldı.