İnsanlara insan olduklarını daha çok hatırlatmalıyız
Adrei Rublev, Tarkovsky'ninmuhteşem yapıtlarından biridir. Rublev, istemeden de olsa birini öldürür. Artık o karşı çıktığı şeye dönüşmüş olmanın vebali altındadır. Konuşmama yemini eder bu yüzden. Etrafında gördüğü kötülükler karsısında çaresizdir. Rublev için insanlığın dibe vurduğu bir dünyada yaşamanın ne denli zor olduğu ortadadır. İnsanlara insan olduklarını daha çok hatırlatmalı der. Her yer kötülük dolu.. Değişen bir şey yok sevgili dostlar.. Öyle ki ahlak, erdem, vicdan ve aklı ileri seviyede diri tutmanın ne denli gerekli olduğu bir zaman dilimindeyiz. Sanki şiddete, savaşa ayarlanmış diğerlerini yok etmek için programlanmış robotlara benziyoruz. Teknik bir sorun yaşıyor insanlık. Düşünme var olma merhamet ve sevgi kanallarının tıkandığı berbat bir durum bu. Ünlü eğitimci Krishnamurti'nin ifadesiyle zekanın psikolojik isyanı. Aynı cümleleri tekrar ediyor aynı küfürlerle birbirimize saldırıyoruz. İnsanın başlı başına bir değer olduğunu göremiyoruz.
İcat ettiğimiz ve sürekli yenilenen korkularımız var. 20.yüzyıl korku çağıdır demişti Albert Camus. İnsanlığı küçülttüler, geleceğe dair umutları, güvenleri, aralarındaki muhabbet yok oldu. Kafka'da sık sık insanın kuşatılmışlığından ve çağa egemen olan korkudan bahsetti. Çaresizlik içinde korkunun/korkularının esiri haline geldi insanlık. Dışsal olanı değil üretilen içsel yapay korkularından da kendini kurtaramadı. Oysa kendine doğru bir adım atsa belki sıyrılacak korkularından. Süku00fbnetle, acelesiz ve insana yaraşır bir olgunlukla. Hayatın karışıklığını aklıselim ve duru bir zihinle çözme basireti göstererek.. Her gün fotoğraf makinasını aynı yere koyarak 4 binden fazla fotoğraf çeken ve bunları bir albüm haline getiren Auggie (1995 yapımı Smoke) albümünü arkadaşına göstermek ister. Dostu; "Bu inanılmaz bir şey" der. Hep aynı resimler. Ve albümü hızla çevirmeye başlar. Auggie tam o sırada; "Yavaşlamalısın dostum" der. "Yavaşlamazsan anlayamazsın." "Resimlere bakmıyorsun bile çok hızlı geçiyorsun." u00c2ma hep aynı resimler.. Oysa resimler aynı değildir. Her biri farklı bir güne ait olan kimi güneşli kimi soğuk ve karlı günlere ait olan resimlerdir. Bazen paltolu bazen galoşlu bazen gömlekli ve şortlu olan ve farklı farklı yüz ifadelerine sahip insanların resimleri bulunmaktadır. Hızlı geçiyoruz hayatı.
Aracı amaç haline getiriyoruz sıklıkla.. Hiroshi Teshigahara'nı yönettiği 1964 yapımı Kumların Kadını adlı filmde kadına soruyorlar; "Kumları yaşamak için mi kürüyorsun yoksa küremek için mi yaşıyorsun?" "Küremek için yaşıyorum" der kadın.. Aracı amaç haline getiriyorum demeye getirir. İnsanın kendi kendine kendi içinde inşa ettiği totaliter bir yapıdır bu. Bu çelişkili, acı çeken ruh halinden kurtulmak için evvela bilgiyle, pratik hayatla kurduğumuz ilişkiyi mekanik düzlemden çıkartmak gerekiyor.
Duru bir zihne sahip olmak... Bu inanın yabana atılır bir şey değil. İnsan kardeşini yıkmak, yok saymak üzere programlanmış robotlar üreten mekanik fabrikaları yıkan bir zihinden bahsediyorum. Şiddete ayarlı bir zihni tasfiye etmenin çıkar yolunu söylüyorum. Bu basit, sıradan, bayağı dünyayı yıkmalıyız diyorum kısaca. İnsan bir devrim yapacaksa eğer bunu kendi içinde yapmalı. Kalbini merhametle kuşatmalı, özünü-cevherini gürleştirip, ilahi pırıltının bir yansıması olarak belirmeli ve var olduğunu idrak etmelidir. Bu düzenin adı; Kendini Bilme Düzeni'dir. İnsan kendisi için kendi içinde yeni bir sistem inşa etmelidir. Özgür olmak da deriz buna.. İsmet Özel'in ifadesiyle özgürlük, öz'ün gürleşmesidir. Özgürlük insan olarak aslımızdan bizim halis cevherimizde, fıtratımızda bulunan şeyin fışkırması, serpilip hayat bulmasıdır. İşte bu tür bir özgürlük bizi kuşatan içsel baskılardan, totalitarizmden kurtaracak olan bir özgürlüktür. Başka bir deyişle insanın kendi kendine inşa sürecidir bu. İnsan pratik hayatın yasalarıyla teslim olduğu güdülerinden, esiri olduğu alışkanlıklarından da kurtulma sürecidir. Evet, insan zihnini, özünü, güdülerine, alışkanlıklarına tercih etmemelidir. Şimdi alışkanlıklarımız oldu her birimizin.
Alışkanlıklarımız belirliyor hayat nizamımızı. Bunlardan kurtulmak gibi bir gayretin içine giremiyoruz. Çünkü bunun bir bedeli var. Ekstra bir yük-vebal yükleyecek omuzlarımıza. Andrzej Jakimowski'nin yönettiği muhteşem bir film var. İzlemeyenler için tavsiye ederim. Filmin adı; İmagine.. Lizbon'da görme engelli kişiler için hizmet vermeye gelen kör bir öğretmen ile öğrencileri arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Öğretmen Ian diğer körlerin aksine baston kullanmıyor. Her gece yürüyerek şehre iniyor, eğleniyor ve geri dönüyor. Hiçbir ayrıntıyı da kaçırmıyor. Lakin Ian'ın yüzünde ve dizlerindeki küçük yara bere izleri dikkat çekiyor. Baston alışkanlıklarımızı temsil ediyordu filmde. Alışkanlıklarımızdan kurtulmanın elbette bir bedeli de olacak. Ian bu bedeli göze aldığı için kimsenin göremediği işte o vapuru görüyor.
Pratik, güdüsel, geçmişten edinilen alışkanlıkların esiri olan insanların sahip olduklarını zannettikleri bilgi ve tecrübe yüksek irfana, ilme ve cevhere dayanmıyor. Olması gereken değil mevcut olan günlük yaşamsal olayların çizdiği kurallar çerçevesinde belirliyorlar standartlarını. Bu yüzden sahip olunan bilgi bilgeliğe, ilim irfana, ahlak da var oluşa dayanmıyor. Bu yüzdendir ki en iyi okullarda eğitim de görseniz, kitaplarla dolu bir odanız da olsa, ileri seviyede konuştuğunuz dillere de sahip olsanız Ian'ın gördüğü vapuru göremiyorsunuz. Çünkü bilgiyle kurduğumuz doğrusal mekanik ilişki bizi irfana sürüklemiyor. Ahlak, erdem, vicdan ve insan değerleriyle buluşturmuyor. İnsanı bir varlık olarak değil nesne olarak görmeye başlıyoruz. Yani bir değer olarak yer almıyor dünyamızda.
Dücane Cundioğlun'ndan okumuştum Amiş Efendi'yi..Amiş Efendi, ben namazdan çok namaz kılanı, oruçtan çok oruç tutanı ibadetten çok abidi severim derken işte tam da bunu kastediyordu. Yani önce insan demek mecburiyetimiz söz konusu. Yoksa küçük bir kaşıkla birbirimizin mezarını kazmaya devam edeceğiz.
Twitter.com/sivildemokrat