İnsanın kendisine esareti
İçinde yaşadığımız dünyada maddi ya da kültürel boyutlarda
gerçekleşen tartışmalara baktığımızda, birkaç bileşen etrafında odaklanan ancak
yine de neredeyse “teknoloji” gibi bir sonucun belirleyici öge olduğu bir
durumu gözlemlemekteyiz.
Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren biriken modernleşme
tecrübesi, modernitenin algılanmasında teknolojinin önemli oranda belirleyici
olduğunu bize göstermiştir. Nitekim modernlik eleştirileri gündeme geldiğinde,
“teknoloji” neredeyse modernitenin karşı çıkılmaz boyutu olarak söylemlere
yansımaktadır. Neticede teknoloji bir teknik üzerinden dünya görüşü ve
perspektiflerle yakından ilintilidir. Ancak özelde Batı dışı toplumların
algılamalarında bu boyut neredeyse hiç gündeme gelmez.
Sanayileşme ile giderek hız kazanan teknolojik gelişmeler, bugüne
gelinceye kadar ciddi bir mesafe katetmiş ve “dijitalleşme” dediğimiz süreçle
birlikte hayatın her alanı neredeyse otomasyonun belirleyiciliği altına
girmiştir. Daha da ötede dijital teknolojinin yarattığı değişimin, sadece gündelik
hayatın maddi ögeleriyle sınırlı olmadığını, yeni sosyaliteler yarattığını
görmekteyiz. Pandemi sürecinin bu minvalde yarattığı sosyal değişimin –ki dünya
sisteminin asıl bunu hedeflediğini düşünmekteyim- boyutu ve içerikleri henüz
net bir şekilde ortaya çıkmış değildir. Bunun ilerleyen zamanda hasar tespiti
daha net yapılabilecektir.
Bu bağlamda etkilerinin diğerlerine göre daha fazla olduğunu
düşündüğüm birkaç değişim ve onların sonuçları üzerinde durmaya çalışacağım.
Birincisi, Descartes 1600’lü yıllarda kitabındaki “makinalar düşünebilir mi?” şeklindeki
sorusunu bir fantezi olarak mı dile getirdi bilmiyoruz. Fakat geldiğimiz
noktada, gelişen bilgisayar teknolojisi ve giderek cep telefonlarının
birleştirilen çoklu fonksiyonları ve en önemlisi “enformasyon” kaynağı haline
gelmesi şu anda bir gerçek. Fakat tabii ki bu durum, makinaların
düşünebildiğini gösteren bir done değil hala.
Zaten yeni teknolojisi ile insanların yaptığı birçok işi robotların
yapması söz konusu. Ancak insanın yerine ve hatta ondan daha iyi bir şekilde
makinaların düşünmesi söz konusu olacak mı? Şu anda yapay zeka programları
eldeki mevcut bilgileri ile bir konuda hem optimal tercihlerde bulunuyor, hem
de düzgün metinler yazabiliyor.
Hatta gelecekte insanda varolan duyguların da bu makinalardaki
yansımalarının olacağı dile getiriliyor. Tabi bu gelişmelerden yola çıkarak,
insanın bittiğine dair komplo teorileri ya da umutsuz söylemler üretilmeye
başlandı bile. Temel korkulardan birisi, robotların insanın işini elinden
alması ise, bir diğeri makinaların inansı iptal ederek onların yerine
düşünmeleri. Kimi iddialara göre, bizim neslimiz son biyolojik insanlar. Diğer
yandan transhümanizm üzerinden insan hayatının bilhassa tıbbi gelişmeler
çerçevesinde daha iyi bir hale getirileceği ve hatta insanın ebedi olacağı dile
getiriliyor.
Tüm bunlar çerçevesinde insan geleceğe dair kötümser mi iyimser mi
olmalıdır? Bir kere geleceğe dair farklı distopik görüşlerle birlikte
düşünüldüğünde kötümserlik daha ağır basıyor görünmektedir. Doğrusu “geleceği”
Tanrı’nın elinden alarak, oraya projeksiyon geliştiren bir insan söz konusu.
Ancak bu insan aynı zamanda geçen yüzyıldan bu yana ciddi yıkımlar da yaşamaya
devam etmektedir.
Kanaatimizce burada insanı bekleyen en önemli tehlike, geliştirdiği
teknolojinin giderek kendisini esir almaya başlamasıdır. Burada esirlik,
insanın makinaların optimal tercihlerine kendisini teslim etmesi anlamına
gelmektedir.
Makinaların kendilerine enjekte edilen enformasyonla söyledikleri,
“hikmet”ten hala yoksun. Tam da bu sebeple “insani”liğin geri çekildiği bir
mekanikleşme ve “hikmet”in geri çekildiği bir enformasyon yaşıyoruz. Fikr-i
takibi yapılması gereken ise; “insanın bir eşref-i mahlûkat” olduğudur.