Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Haziran 2023

İnsanın kendisine esareti

İçinde yaşadığımız dünyada maddi ya da kültürel boyutlarda gerçekleşen tartışmalara baktığımızda, birkaç bileşen etrafında odaklanan ancak yine de neredeyse “teknoloji” gibi bir sonucun belirleyici öge olduğu bir durumu gözlemlemekteyiz.

Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren biriken modernleşme tecrübesi, modernitenin algılanmasında teknolojinin önemli oranda belirleyici olduğunu bize göstermiştir. Nitekim modernlik eleştirileri gündeme geldiğinde, “teknoloji” neredeyse modernitenin karşı çıkılmaz boyutu olarak söylemlere yansımaktadır. Neticede teknoloji bir teknik üzerinden dünya görüşü ve perspektiflerle yakından ilintilidir. Ancak özelde Batı dışı toplumların algılamalarında bu boyut neredeyse hiç gündeme gelmez.

Sanayileşme ile giderek hız kazanan teknolojik gelişmeler, bugüne gelinceye kadar ciddi bir mesafe katetmiş ve “dijitalleşme” dediğimiz süreçle birlikte hayatın her alanı neredeyse otomasyonun belirleyiciliği altına girmiştir. Daha da ötede dijital teknolojinin yarattığı değişimin, sadece gündelik hayatın maddi ögeleriyle sınırlı olmadığını, yeni sosyaliteler yarattığını görmekteyiz. Pandemi sürecinin bu minvalde yarattığı sosyal değişimin –ki dünya sisteminin asıl bunu hedeflediğini düşünmekteyim- boyutu ve içerikleri henüz net bir şekilde ortaya çıkmış değildir. Bunun ilerleyen zamanda hasar tespiti daha net yapılabilecektir.

Bu bağlamda etkilerinin diğerlerine göre daha fazla olduğunu düşündüğüm birkaç değişim ve onların sonuçları üzerinde durmaya çalışacağım. Birincisi, Descartes 1600’lü yıllarda kitabındaki “makinalar düşünebilir mi?” şeklindeki sorusunu bir fantezi olarak mı dile getirdi bilmiyoruz. Fakat geldiğimiz noktada, gelişen bilgisayar teknolojisi ve giderek cep telefonlarının birleştirilen çoklu fonksiyonları ve en önemlisi “enformasyon” kaynağı haline gelmesi şu anda bir gerçek. Fakat tabii ki bu durum, makinaların düşünebildiğini gösteren bir done değil hala.

Zaten yeni teknolojisi ile insanların yaptığı birçok işi robotların yapması söz konusu. Ancak insanın yerine ve hatta ondan daha iyi bir şekilde makinaların düşünmesi söz konusu olacak mı? Şu anda yapay zeka programları eldeki mevcut bilgileri ile bir konuda hem optimal tercihlerde bulunuyor, hem de düzgün metinler yazabiliyor.

Hatta gelecekte insanda varolan duyguların da bu makinalardaki yansımalarının olacağı dile getiriliyor. Tabi bu gelişmelerden yola çıkarak, insanın bittiğine dair komplo teorileri ya da umutsuz söylemler üretilmeye başlandı bile. Temel korkulardan birisi, robotların insanın işini elinden alması ise, bir diğeri makinaların inansı iptal ederek onların yerine düşünmeleri. Kimi iddialara göre, bizim neslimiz son biyolojik insanlar. Diğer yandan transhümanizm üzerinden insan hayatının bilhassa tıbbi gelişmeler çerçevesinde daha iyi bir hale getirileceği ve hatta insanın ebedi olacağı dile getiriliyor.

Tüm bunlar çerçevesinde insan geleceğe dair kötümser mi iyimser mi olmalıdır? Bir kere geleceğe dair farklı distopik görüşlerle birlikte düşünüldüğünde kötümserlik daha ağır basıyor görünmektedir. Doğrusu “geleceği” Tanrı’nın elinden alarak, oraya projeksiyon geliştiren bir insan söz konusu. Ancak bu insan aynı zamanda geçen yüzyıldan bu yana ciddi yıkımlar da yaşamaya devam etmektedir.

Kanaatimizce burada insanı bekleyen en önemli tehlike, geliştirdiği teknolojinin giderek kendisini esir almaya başlamasıdır. Burada esirlik, insanın makinaların optimal tercihlerine kendisini teslim etmesi anlamına gelmektedir.

Makinaların kendilerine enjekte edilen enformasyonla söyledikleri, “hikmet”ten hala yoksun. Tam da bu sebeple “insani”liğin geri çekildiği bir mekanikleşme ve “hikmet”in geri çekildiği bir enformasyon yaşıyoruz. Fikr-i takibi yapılması gereken ise; “insanın bir eşref-i mahlûkat” olduğudur.