İnsanın görevi, öküzlük… (!)
İnsan, birçok canlı ile benzeşmekte ve bazı
durumlarda bu oran yüzde doksanlara kadar çıkmaktadır. Ancak benzeştikleri,
kendi görevlerini layıkı ile yapabilmekte insanın kendisi yapmamaktadır.
İnsanlardan görevini yapanlar var olsa da sayısı maalesef yeterli değildir.
Kalem, söz,
eser kılıçtan keskindir. Yazar
olan ortaya bir yazı döker, cümle âlemin vicdanları titrer. Siyasetçi olan
ortaya bir iş, bir söz çıkarır, binlerce belki de milyonlarca insan ölür.
Sanatçı olan ortaya bir eser meydana getirir, onlarca merhametsiz imâna gelir.
Vicdanları harekete geçiremeyen, imâna
götüremeyen, merhameti çoğaltamayan her ne varsa ve o işin sahibi her kimse o
iş, o eser, o söz ne hayır getirir ne de iyilik çoğaltır. Yeryüzünde her ne
varsa hayır getirmesi, iyilik çoğaltması beklenir. Vicdan karartan, zulüm
çoğaltan, iyilik azaltan bir şeyse bunlar, o zaman insanlık da ölmüş demektir.
İnsan, yaratılmışların içinde koca bir âlemin
nüvesi olarak sadece bir canlıdır. En önemli özelliği, kendisine verilmiş olan
akıldır, düşünmedir. Akıl ve düşünme nimetleri kendisine verilmemiş olsa
insandan şehvet, yeme, içme, çoğalma, hâcet giderme haricinde ne beklenir ki?
Yesin, içsin, çoğalsın ve hâcet gidersin. Sonrasında da ölsün bitsin.
Ancak durum böyle değil ki. Olamaz ki.
Olmamalı tabii ki. İnsanın sanki hayvanlar âlemini anlatan bir belgesel
filmdeki gibi yiyen, içen, vicdandan yoksun savaşan, zalimce öldüren bir canlı
olması beklenemez, beklenmemelidir. İnsanın iyilik getiren ve çoğaltan, vicdana
ve izana uygun bir hayatının, görevinin olmaması hiçbir akla, hiçbir kurala da
uygun değil.
Yaratılış itibari ile beşerin üzerinde bir
halife olan, beşerin dokunduğu somutları değiştirme, dönüştürme yetisi ve
yetkisi olan, arzı imar etme görevlisi olan bir canlı türüdür insan. Yani
yaratılış itibari ile “önce insan’dır.” Sonrasında ona “sen bir
kul’sun” denilmiştir. “Senin Yaratana görevlerin, insana ve insanlığa
yapman gerekenler var” ikazı yapılmıştır.
Allah insana apartmanlar kadar büyük bir
vücut, erik ağacı gövdesi kadar da kol vermemiş. Nice nebat nice hayvanat
insandan daha kuvvetli ve daha dayanaklı. Ancak insanın aklı ve düşüncesi var.
Hayvanat ve nebatat ne irade kullanabilir ne aklı vardır ne de düşünce
sahibidir. Yeryüzünde olan ne varsa ne taşın ne öküzün ne de dağın emrine
verilmiştir. Her ne varsa sadece insanın emrine verilmiştir.
Göğün ve yerin kabul etmediği, dağın
kaldıramadığı, öküzün ve erik ağacının yüklenemeyeceği bu görev yükünü
insanoğlu gayet tabi kabul etmiştir. Kabul ettiği bu görevi cehalet ve
cesaretle kabul etmiş ve bu görev için ilk zaman verdiği bir söz vardır.
Söz veren elbette ki sözünü tutmakla mükelleftir. Ancak insan, bu sözünü
unutmuş dünyanın adaleti de vicdanı da bozulmuştur.
İnsanın görevi öküzlük(!), sözü de insanlıktan
çıkmak değildir ki. Görev dediğiniz, teslim olmanızdır. Tabiatınıza,
fıtratınıza münasip olabilmeniz ve öyle de kalabilmenizdir. Yaratıcının sizden
istediğini bilmek, anlamak, çalışmak ve yaşamak için elinizden geleni
yapmanızdır. Görev dediğiniz kulluktur.. kul kalmaktır.
Dünya ancak insan ve insanlık görevini
unutmayanlarla ayakta kalabilir. İnsanlar, şehvetine ve hırsına düşkün öküzden
aşağı sefillerle değil görevini yapan insanlar ile ancak huzur
bulabilir. İnsanların canı sıkkın, mutsuz ve şekvacı olmasının yegâne sebebi
görevini unutmasıdır. Dünyanın vicdansız ve huzursuz olmasının, toplum ve
ülkelerin kargaşa, savaş ve zulüm içinde yaşamalarının yegâne sebebi de
insanlığın noksan kalmasıdır.
Dünya, “halife neydi, insan neydi, insanın görevi neydi?” sorularını sorup, anlayıp, yapan kulların sayesinde vicdana ve huzura kavuşacaktır. Adil bir dünya, yeni bir dünya, kuzunun kurttan emin olduğu bir dünya ancak böyle olacaktır. Bunu da ancak görevini, kul olmaklığını hatırlayanlar başarabileceklerdir. Başka çıkar yol da kimse de yoktur.