Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2959.68
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Eylül 2020

İnsanın dünyayı açması/aşması

Geçen yazımızda insanın dünyalı bir varlık olmasından bahsetmiştik. İnsanın dünyalı olması birkaç anlam taşımaktadır. Birincisi, şayet insan için tek anlam ve mekan dünya olarak kalırsa, bu insanın kendisini dünyaya kapatması, kapalı bir sistemde yaşıyor olması anlamına gelmektedir. Nitekim modern dönemde insana dair yapılan bütün kurgular ve anlatılan hikayelerin temel problemi, onun geldiği yer ve dünyadaki anlamına dair bir şey söylememesidir.

Öte yandan insan şu anda sadece dünyayı deneyimlemektedir. Bu bağlamda dinlerin anlatmış olduğu insanın geldiği yer ve öldükten sonra onu bekleyenler henüz deneyimlenmiş değildir. Bu deneyimlememe durumu, insanın dünyada bulunuşunu ve ona bağlanışını kuvvetlendiren bir öge de oluşturur. Dolayısıyla insan için dünyada bulunuşuna dair kuvvetli bir farkındalık yaratmak gerekir ki, epey zamandır dinlerin de zayıflamasıyla birlikte öte dünyanın bir etki olarak flulaşması kendisini daha bariz bir şekilde göstermiştir.

Bugün insan üzerine yazmamızın en önemli sebebi, dünya ölçeğinde insanla ilgili yaşanan krizdir. Bir kere tabiat kirlenmiş, insan tabiattan kopmuştur. (dolayısıyla bu durum kolay bir şekilde Tanrı’dan da kopuşu getirmektedir) Üstelik tabiattan kopuş sadece insanın çevresine değil kendisine (kendi tabiatına) yabancılaşmasını da sonuçlamıştır. Bunun da ötesinde daha iyi bir dünya yaratmak isterken, ürettikleri kendi eliyle kendi felaketini hazırlamaya devam etmektedir.

Bu krizin elbette sosyal, siyasal, ekonomik vb. birçok tezahürleri var. Bu tezahürlerin insan üzerinde meydana getirdiği etki ise, Foucault’nun analizlerinde ortaya çıktığı şekliyle insanın ruhen daha fazla baskılanmasıdır. Bilindiği gibi Foucault, modern zamanlarda cezanın artık bedenlere değil ruhlara uygulandığını belirtmekteydi. Aslında Foucault’nun analizlerindeki iki boyutu görmek gerekir. Birincisi, Jeremy Bentham’dan mülhem Panopticon görüşüyle insanlar üzerinde geliştirilen gözetleme (ki içinde bulunduğumuz çağda artık bu bir sorun bile değil). İkincisi de, global aktörlerin hedeflediği yeni öznelik biçimleri içerisinde bireyin kendisini yeniden kurması ki, bu aynı zamanda bireyin kendisini sıkıştırması, içine kapanması, istenen şekle gelmesini ifade etmektedir. Global aktörler medya ile nasıl bir öznelik kipliğini hedeflediklerini zaten kitlelere sürekli aktarmaktadırlar.

Geçen yazımızda en son Habermas’ın insanın krizi olarak bahsettiği, her şeyin ekonominin diline dönüşmesi problemine atfını zikretmiştik. Ekonomi insan hayatının gerçekliğinin bir parçası olmakla birlikte, günümüzde insanlar arasındaki sosyal ve kültürel

bütün dilleri dönüştürerek gündelik hayata hakim olmaya başladı. Şayet 1980’den itibaren Türkiye’nin yaşadığı dönüşümleri bile zihninizde gözden geçirirseniz bunu daha net görebileceksiniz. Habermas’ın deyişiyle, bütün hayatın ve oradaki ilişkilerin artık kar-zarar ve rasyonel çıkar üzerine dayanması giderek “insan” dediğimiz varlığı kendisini kılan nitelikleri ortadan kaldırmaktadır. Merhametin, dayanışmanın, komşunun, insanın yeri giderek kayboluyor ve hayat biyolojikleşiyor.

Burada Habermas modernitenin başarısız olduğu bir noktayı hatırlatıyor; o da anlam problemi. Ona göre bu anlamı ancak dinler verebilmektedir. Dolayısıyla dinlerden anlam transferi yapılabilmelidir. Son kertede Habermas’ın dine karşı aynı tavrı koruyarak anlam transferi yapılabileceği önerisinin başarılı olacağı kanaatinde değilim. Fakat bu bahs-i diğer. Burada önemli olan insanın bu anlamı kaybettiğinde nelerin olabileceği ki, hep birlikte krizi derinleşen böyle bir dünyayı yaşıyoruz.

Bazıları anlam problemini oldukça küçümsüyorlar ve bir tek anlam için dine başvuruların gereksizliğini vurguluyorlar. Fakat onlar dinin dünyaya verdiği anlam ve dünya ile nasıl irtibat kurulacağı düşüncesini zihinlerinden silerek (ki içinde yaşadıkları kültürde bunu hazır alıyorlar) dünyaya bir daha baksınlar.