Dolar (USD)
35.27
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2980.18
BIST 100
10007.07
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İnsanın değişimi

Gelişim ve öğrenme psikolojisinin varlığı, insanın değişiminin kaçınılmaz gerçekliği üzerine kurulur. Anne rahmine düştükten ta toprağın rahmine girene kadar insanın büyüme gerçekliği anlatılır.

İnsan evladının yaşam sürecini evrelere ayırarak tanımlamaya çalışır, gelişim ve öğrenme ilmi. Genel parametrelerini bedenin biçimsel değişimi ve zihnin genel görünümü üzerine bina eder. İnsan bu durumun farkındalığını çoğu zaman göremez. Görmeye başladığı zaman ya geç kalır ya da geriye kalan zamanı nasıl daha iyi yaşarım kaygısına kapılır. Halbuki zararın neresinden dönülürse kârdır.

İnsanın değişimini anlatan çok farklı ilim dalları vardır. Lakin şairlerin anlatışı bir başkadır. Cahit Sıtkı Tarancı’nın anlatışı daha bir başkadır.

Önce insanın ömrünü olgun yaş olan 40 yaşın 5 sene öncesine getirir ve yolun yarısında olduğumuzu söyleyerek bu değişimi anlatır. Zamana direnmenin bir faydası olmadığını söyler. Gençlik cevherinin mutlaka gideceğini hatırlatır.

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

Değişimin dayanılmaz trajedisini hemen anlatmaya başlar. Bedendeki biçimsel değişimin onun ardından gelen ötelenme ve yalnız kalma korkusunun insanı bu değişim sarmalının etkisi altına aldığını vurgular. Bu sadece bir inanç zayıflığı değil, aynı zamanda bir gerçekliğin ifadesidir. Değişmeyen cansız nesnelerin yanında sürekli değişen insanın yalnızlığı, bu trajedinin görünen yüzüdür. Aslında yıllarca şairin aynada kendini gördüğü aynaların değişiminden çok, ayna gibi kendisini gösteren menfaatsiz dostların yokluğu bir düşmanlık olarak görülür. Değişimi olumludan olumsuza eviren durum da bu yalnızlıktır.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Değişim aslında her insanın farkında olduğu bir hakikattir. Hem de bazen çok farklı uçlara evrildiği, hatta bulunduğu noktanın tam zıttına savrulduğu bir gerçekliktir. Zihnin ve kalbin gelişimi ile alakalı olan bu değişim inançtan inançsızlığa birlikten hiçliğe sevgiden nefrete, güvenden korkuya, adaletten zulme, iyilikten kötülüğe, şiddetten şefkate daha sayılamayacak nice duyu ve duygulara gidip gelinecek kadar geniş bir yelpazededir. İnsan bu değişim çizgisinde ortalama değerleri yakalayamazsa sürekli kaygı durumunda olur ve olumsuzluğun nihayeti olan intihara kadar sürüklenebilir. Aşina oldukları dahi ona yabancı gelir. Böyle durumlarda aslında hiçbir şeye ihtiyacı olmayana muhtaç olduğunu hisseder. İşte şair bu değişimi çok özlü bir şekilde mısralara döker.

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum, yalan.

Değişim, geçmişli bir geleceğe sürüklemezse, insan sürekli bir romantik geçmiş arayışına düşer ve şikayete başlar. Mazinin en tatlı anları bile ona çocuksu bir hal gibi görünür. Bu durum sadece duygusal anlamda değil, zihinsel anlamda da böyle görünür. Aklın gelişimini maziyi anlamak yerine, onun reddi olarak görmeye başlar. Çatışmalı bir hal ile bütün geçmişiyle kavga eder. Çıktığı yumurtayı beğenmez. Bu çatışmalı haldeyken birden etrafını fark etmeye başlar. Ancak geç kalmıştır. Çünkü dost dedikleri hayatında düşmüş ve yalnızlığı aşikar olmuştur.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız,

Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız...

Düşünen insan için değişim, bedenin yaş almasıyla doğru orantılıdır. Değişimin güzelliğini görememe durumu, eşyanın da fark edilmesini engeller. Hazzın ve hevesin tatmini, varlığın değişimine set koyar. Sürekli damakla meşgul olmak, dimağın görüş alanını daraltır. Damak zevkten düştüğünde, işlenmemiş bir dimağ da görmekten düşer. Durumun vahameti anlaşılmıştır. Ancak insan yine geç kalmıştır.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç fark ettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Değişimin anne rahmindeki serüveni hayatla başlar. Zaman ilerledikçe ölüm hayatın ortağı olur. İnsan varlığa bütüncül baktığında ikisi beraber görünür. Toprağın rahmine yaklaştıkça insan için artık ölüm daha baskındır. Değişim ölüme doğru evrilmiştir. Artık anne rahminden dünyaya gelenlerden çok, toprağın rahminden ahirete gidenler fark edilir olur.

Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Değişimin değişmezliği; insan hayatının yeni bir hayata evrildiği dönemdir, bütün dünya dertlerinin bittiği an olan kaçınılmaz sonda. Herkes eşitlenecektir bu eşitlik caddesinde. Fakat zamanı ve yeri belli değildir bu caddenin. Hayata uyanan ölüme uyuyacaktır. Arkasında bıraktıklarından çok beraberinde götürdükleriyle oyalanacak ve bekleme salonunda ona göre muamele görecektir. Salgından dolayı şimdi bir namazlık saltanat olan musalla taşı da nasip olmuyor ya insana. Ve şair insanın değişiminin değişmezliğini çok trajik anlatarak bitiriyor şiirini.

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında

Değişen insan fark eden insandır. Hem de zihnin ve hissin bütün ölçütleriyle hayatı ve ölümü en anlamlı bir şekilde fark eden insandır. Değişimin bu boyutlarının estetik anlatıldığı şuurlu metinlerden biri de şiirlerdir. Otuz Beş Yaş şiiri de bunlardan biridir. Felsefe, sosyoloji ve psikoloji biliminin ciltlerle anlatmaya çalıştığı insan değişimini şair şiirinde özetlemiştir.