İnsanın değişimi
Gelişim ve öğrenme psikolojisinin varlığı, insanın değişiminin kaçınılmaz gerçekliği üzerine kurulur. Anne rahmine düştükten ta toprağın rahmine girene kadar insanın büyüme gerçekliği anlatılır.
İnsan evladının yaşam
sürecini evrelere ayırarak tanımlamaya çalışır, gelişim ve öğrenme ilmi. Genel
parametrelerini bedenin biçimsel değişimi ve zihnin genel görünümü üzerine bina
eder. İnsan bu durumun farkındalığını çoğu zaman göremez. Görmeye başladığı
zaman ya geç kalır ya da geriye kalan zamanı nasıl daha iyi yaşarım kaygısına
kapılır. Halbuki zararın neresinden dönülürse kârdır.
İnsanın değişimini anlatan
çok farklı ilim dalları vardır. Lakin şairlerin anlatışı bir başkadır. Cahit Sıtkı Tarancı’nın anlatışı daha
bir başkadır.
Önce insanın ömrünü olgun
yaş olan 40 yaşın 5 sene öncesine getirir ve yolun yarısında olduğumuzu söyleyerek
bu değişimi anlatır. Zamana direnmenin bir faydası olmadığını söyler. Gençlik
cevherinin mutlaka gideceğini hatırlatır.
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Değişimin
dayanılmaz trajedisini hemen anlatmaya başlar. Bedendeki biçimsel değişimin
onun ardından gelen ötelenme ve yalnız kalma korkusunun insanı bu değişim
sarmalının etkisi altına aldığını vurgular. Bu sadece bir inanç zayıflığı değil,
aynı zamanda bir gerçekliğin ifadesidir. Değişmeyen cansız nesnelerin yanında
sürekli değişen insanın yalnızlığı, bu trajedinin görünen yüzüdür. Aslında
yıllarca şairin aynada kendini gördüğü aynaların değişiminden çok, ayna gibi
kendisini gösteren menfaatsiz dostların yokluğu bir düşmanlık olarak görülür.
Değişimi olumludan olumsuza eviren durum da bu yalnızlıktır.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Değişim aslında her insanın farkında olduğu bir hakikattir. Hem
de bazen çok farklı uçlara evrildiği, hatta bulunduğu noktanın tam zıttına savrulduğu
bir gerçekliktir. Zihnin ve kalbin gelişimi ile alakalı olan bu değişim
inançtan inançsızlığa birlikten hiçliğe sevgiden nefrete, güvenden korkuya,
adaletten zulme, iyilikten kötülüğe, şiddetten şefkate daha sayılamayacak nice
duyu ve duygulara gidip gelinecek kadar geniş bir yelpazededir. İnsan bu
değişim çizgisinde ortalama değerleri yakalayamazsa sürekli kaygı durumunda
olur ve olumsuzluğun nihayeti olan intihara kadar sürüklenebilir. Aşina oldukları
dahi ona yabancı gelir. Böyle durumlarda aslında hiçbir şeye ihtiyacı olmayana
muhtaç olduğunu hisseder. İşte şair bu değişimi çok özlü bir şekilde mısralara
döker.
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum, yalan.
Değişim, geçmişli bir geleceğe sürüklemezse, insan sürekli bir
romantik geçmiş arayışına düşer ve şikayete başlar. Mazinin en tatlı
anları bile ona çocuksu bir hal gibi görünür. Bu durum sadece duygusal anlamda
değil, zihinsel anlamda da böyle görünür. Aklın gelişimini maziyi anlamak
yerine, onun reddi olarak görmeye başlar. Çatışmalı bir hal ile bütün
geçmişiyle kavga eder. Çıktığı yumurtayı beğenmez. Bu çatışmalı haldeyken
birden etrafını fark etmeye başlar. Ancak geç kalmıştır. Çünkü dost dedikleri
hayatında düşmüş ve yalnızlığı aşikar olmuştur.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız...
Düşünen insan için değişim, bedenin yaş almasıyla doğru
orantılıdır. Değişimin güzelliğini görememe durumu, eşyanın da fark edilmesini
engeller. Hazzın ve hevesin tatmini, varlığın değişimine set koyar. Sürekli
damakla meşgul olmak, dimağın görüş alanını daraltır. Damak zevkten düştüğünde,
işlenmemiş bir dimağ da görmekten düşer. Durumun vahameti anlaşılmıştır. Ancak
insan yine geç kalmıştır.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Değişimin anne rahmindeki serüveni hayatla başlar. Zaman
ilerledikçe ölüm hayatın ortağı olur. İnsan varlığa bütüncül baktığında ikisi
beraber görünür. Toprağın rahmine yaklaştıkça insan için artık ölüm daha
baskındır. Değişim ölüme doğru evrilmiştir. Artık anne rahminden dünyaya
gelenlerden çok, toprağın rahminden ahirete gidenler fark edilir olur.
Ayva sarı, nar kırmızı
sonbahar!
Her yıl biraz daha
benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen
kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm
tarumar?
Değişimin değişmezliği; insan hayatının yeni bir hayata
evrildiği dönemdir, bütün dünya dertlerinin bittiği an olan kaçınılmaz sonda. Herkes
eşitlenecektir bu eşitlik caddesinde. Fakat zamanı ve yeri belli değildir bu
caddenin. Hayata uyanan ölüme uyuyacaktır. Arkasında bıraktıklarından çok
beraberinde götürdükleriyle oyalanacak ve bekleme salonunda ona göre muamele
görecektir. Salgından dolayı şimdi bir namazlık saltanat olan musalla taşı da
nasip olmuyor ya insana. Ve şair insanın değişiminin değişmezliğini çok trajik
anlatarak bitiriyor şiirini.
Neylersin ölüm herkesin
başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında
Değişen insan fark eden insandır. Hem de zihnin ve hissin bütün ölçütleriyle hayatı ve ölümü en anlamlı bir şekilde fark eden insandır. Değişimin bu boyutlarının estetik anlatıldığı şuurlu metinlerden biri de şiirlerdir. Otuz Beş Yaş şiiri de bunlardan biridir. Felsefe, sosyoloji ve psikoloji biliminin ciltlerle anlatmaya çalıştığı insan değişimini şair şiirinde özetlemiştir.