Dolar (USD)
35.13
Euro (EUR)
36.63
Gram Altın
2970.38
BIST 100
9920.37
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Aralık 2019

İnsanı sadeleştirmek

Mevlâna’nın bir sözüdür; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Bu sözde iki noktaya dikkat çekebiliriz. Birincisi, insanda içerik (oluş) ile görüntü gibi iki boyut vardır. İkincisi, insanın bir biçimde içerik ve görüntü olarak uyumlulaşması gerektiğidir.

Burada esas üzerinde duracağımız nokta; görüntünün her zaman için hatta büyük oranda içeriği yansıtmayabileceğidir. Bunun farklı alanlardaki kavramsallaştırmaları ve formlarını söyleyebiliriz. Söz gelimi; sosyolojide “maske takmak” dediğimiz bir şey vardır. Buna göre, insanlar birbirileri ile ilişkilerinde maske takarlar, yani nasıl görünmek istiyorlarsa, öyle bir görüntü, davranış, jest ve mimiğe girebilmektedirler.

İnsanın içine ulaşmak o kadar kolay değildir. Oraya gidebilmek için epey katmanlardan ve görüntülerden geçilir. Meselâ; kıyafeti, konuşmaları, davranışları, gündelik faaliyetleri vb. hep bu katmanları oluşturur. Doğrusu bu katmanlar girift ilişkiler ağı içerisinde ideolojiden, sınıfsallığa kadar bir dizi referansa kadar bizi götürür. Bunları tek boyutlu olarak çözümlemek, belli düzeyde indirgemeciliği getirmektedir.

Burada daha çok kılık kıyafetten başlayarak gündelik görünümleri besleyen ideolojiler ve dindarlıklar üzerinden insanı anlamaya yönelik çabalara biraz bakmak ve eleştiriler yapmak istiyorum. Önce şunu belirtelim ki, görüntü kitle için çok önemlidir. İnsanlar büyük oranda dış görünüşleriyle birbirileri ile ilgili yargıda bulunurlar. Görüşmenize pahalı bir elbise ve arabayla gittiğinizde bıraktığınız etki, kendi özgül ağırlığının çok ötesinde olacaktır.

Toplumda insanların kendilerini ait hissettikleri ideolojiler, felsefeler, dinler ve mezhepler vardır. Bunların ortaya koydukları yaşam biçimi, kılık kıyafetler, eyleyiş biçimleri görülür. Bu ideolojik ve dinsel angajmanlar, aslında bir noktadan sonra insanı anlama konusunda bir örtüye dönüşmektedir. Söz gelimi; sol bir jargonla konuşan ve kendine uygun biçimde giyinen solcunun “özel mülkiyet” edinmediğini mi düşünmeliyiz? Yine Cübbe giyinen, sakal bırakan bir kişinin tamamen asketik bir hayat yaşadığını mı anlamalıyız?

Burada en yanıltıcı olan şey; insanı bir insan olarak düşünmemektir. Onu tüm ideoloji, din, kültür ve tininden bağımsızlaştırdığımızda geriye sade bir varlık olarak insan kalmaktadır elimizde; hırsları, arzuları, düşünceleri vb ile. İşte benim insanı sadeleştirmek dediğim şey budur.

Gündelik hayata baktığımız zaman, gerek tek başına insan gerekse toplum konusunda büyük hayal kırıklıklarından bahsedilir. Hayal kırıklıkları, gerçekte büyük beklentiler sebebiyle oluşur ancak bu beklentileri oluşturan şey, insanın görüntüsü, maskesi, ideoloji ve dine referanslarıdır. Beklentilerin orta ve yüksek seviyesi de idealardır. İnsanı anlamak için, onu tüm görüntüsünden bağımsız olarak, sade bir insan olarak algılamak gerekir. Kur’an-ı Kerim, insana dair farklı nitelikleri belirtir. Ancak nirengi nokta; “…nefse ve onu biçimlendirene, ona fücuru ve takvasını verene (andolsun)” (91/Şems, 7-8) şeklindedir. Burada insanın çift yönlü boyutuna bir atıf vardır.

Peki bu durum bugün nasıl bir tavır almamızı gerektirmektedir. Bir kere insan, hırsları, arzuları, iyi ve kötü boyutlarıyla tarih boyunca hep aynıdır. Yalnız form olarak bugün “arzu” ve hırslar” eskisine göre farklı enstrümanlar üzerinden daha örgütlü biçimde insan üzerinde tazyikte bulunmaktadır. Bu durum, görüntü ve içerik arasındaki mesafeyi daha da artırmaktadır. Modern keşişlik, ise maddi yalnızlıktan öte tüm bu süreçlerle baş edebilecek bilgi ve zihinle mümkün olacaktır.