İnsani kıymetler bakanlığı
Çözülen sorunlarımız var. Çözülememiş sorunlarımız var. Bazen üst üste gelen birçok sorun beraberinde yeni sorunları cebinde taşımakta. Ceptekiler de yan cepte sorunlar getirmekte. Sonuçlar, bizi bazen derinden sarsmakta bazense hafifçe eğip bükmekte. Ne zamana kadar?
Hem insanı hem toplumu hem de kurum insanını maddi ve manevi güçlendirene kadar. Bunlar güçlenince kurumlar, devlet ve ülke zaten güçlenmiş demektir. Güçlenme nedir, nasıldır, ülkenin güçlenmesi meseleleri belki birkaç yıl sonra dosya olarak yayınlayacağımız konular. Ancak aşağıdaki bazı kısa notları birlik isteyen insanlara, siyasetçilere hatırlatmak da şimdilik vazifemiz olsun.
1. Siz birlik olalım diye saf, halis duygularla çağrıda bulunuyorsunuz. Çünkü memleketiniz, devletiniz, gücünüz zayıflıyor diye düşünüyorsunuz.
Asıl birlik olalım diye hedeflediğiniz insanlar, sizi asla duymadıkları gibi ülkeyi sevmeyenlerin daha güçlü bir birlik çağrıları var. Onlar da aralarında birlik olalım diye bağırıyorlar. Birliğe icabet etmeyenleri hain ilan ediyorlar. Çünkü onların güçleri az. Ya kazanacaklar ya da yok olup gidecekler. Siz ülkeniz zayıflamasın diye gayret ederken, onlar hepten yok olmayalım diye mücadele ediyorlar.
2. Bir toplulukta, kurumda karar vericiler vardır, uygulayıcılar vardır. Karar verici bir avuç insandır, uygulayan bir dünya insandır. Kurumdan kopmak asla kolay değildir.
Bir örnekle açıklayalım. Açıklayalım ki meselemiz çok iyi anlaşılsın.
1980 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri bir ihtilal yaptı. Ülke yönetimini ele geçirdi. İhtilâlin yapılacağından haberi olan çok az sayıda insan vardı. İhtilâl yapıldığını öğrendiler. Sayısı yarım milyondan fazla olan subay, astsubay, erbaş ve erlerden bir tanesi bile ihtilâle karşı olduğunu söylemedi. Hâlbuki özgürce fikirlerini söyleme imkânı bulsalardı, birçoğu belki de karşı çıkacaktı.
Kurumlar aynen böyledir. Bir avuç insan karar verir ve diğerleri ya uygular ya da her şeyinden vazgeçer.
Siyasi yapılanmalar, cemaatler, tarikatlar, dernekler, sanatçı kulüpleri, … hepsi böyledir.
3. Bir canlı olarak diğer canlılarla pek çok ortak özelliğimiz var. Örneğin pek çok canlıyla, %50’den fazla genetik özelliğimiz ortak.
Lahana, karnabahar, salatalık ile ortak özelliklerimiz %50 civarında.
At, eşek, fare, maymun ile genetik özelliklerimiz %80 - %98 benzer.
Bir canlı olarak yiyoruz, içiyoruz, barınıyoruz, hastalanıyoruz. Bunlarla ilgili bir sürü bakanlık kurulmuş ve hizmet veriyor. Bugünkü insanlık anlayışı sadece bedeninize endekslenmiş durumda. Tek değer verdiğimiz, bedenimiz ve bedenimizin ihtiyaçları.
Bizler, diğer canlılar gibi sadece canlı özelliklerimizle bir devlet kuramayan, devlet yıkamayan, barış içinde yaşayıp, savaş içinde yaşayıp sorunlarımızı çözme ya da çözememe yeteneklerine sahip değiliz. Biz ancak insan özelliklerimizle diğer canlılardan ayrılıyoruz. Onun için devletler kuruyor, uygarlıklar meydana getiriyoruz.
Aklımızla ve ahlakımızla güzel olan her şeyi yaşar ve yaşatabiliriz. Nefsimizle ise güzel olan her şeyi yok edebiliriz.
Yeryüzündeki bütün belalar (insan kaynaklı), akıl ve ahlakdışı, yani nefs kaynaklıdır.
Sağlıklı, huzurlu, mutlu, güçlü gibi her türlü hayırlı iş mutlaka terbiye edilmiş nefslerle (insan, toplum, kurum insanı) ile mümkündür.
Bir canlı olarak sorunlarımızı, onlarca bakanlıkla çözelim ama bir insan olarak bir tek bakanlık bile bulunmasın. Niçin insani değerler, faaliyetler vs. bakanlığı kurulmaz. Yok olmamız da var olmamız da buna bağlıysa, neden böyle bir gayrete girilmez?