İnsanı İnsanla Yarıştırma Hastalığı
Gazeteci olmak ile bir gazetede yazmak birbirinden oldukça farklı şeylerdir. Gazeteci kendine has kaynaklardan istifade ederek güncel gelişmeleri takip eder, kulis bilgilerine muttali olur ve elde ettiği haber değeri taşıyan bilgileri yorumlayarak okuyucu kitlesine aktarır.
Gazeteci için haber kaynağını açık
etmemek ve de ulaştığı bilgiyi herkesten evvel doğru/tarafsız olarak kamuoyunun
istifadesine sunmak yapılan işin değerini artırır. Bu iş aynı zamanda bir
meslektir. Bu mesleğe mensup olmak için uzun yıllar habercilik tezgâhında
pişmek ve ustalardan el almak gerekir. Bu mesleği ait olduğu milletin menfaatini
önceleyerek ve hakkını vererek yapan üstatlara ancak saygı duyulur. Ancak şunu
da göz ardı etmemek gerekir ki, gazeteci bakışı hızlı olma esasına göre işler.
Bu nedenle gazetede yer alan bilgiler aktüeldir, dönemseldir. Doğrulanma ve yanılsanma
ihtimali birbirine yakındır.
Bu nedenle çoğu gazete haberi bu
hıza kurban gittiği için bazen gazete haberleri ve bu haberleri yapan
gazeteciler kamuoyunda yalan/yanlış bilgi vermekle itham edilir. Öte yandan
meslek itibarı ile gazeteci olmadığı halde benim durumumda olduğu gibi bir
gazetede köşe yazarlığı yapanlar da vardır. Bu ikincilerin yazdıkları kimi
zaman aktüel değer taşısa da, nitelik ve içerik itibarı ile gündemden haber
verme kaygısı taşımazlar. Şu günlerde elbette ülkenin sıcak gündemi ve sosyolojik
ortamı depremin yaralarını sarma üzerine kurulu. Devlet ve millet el ele
vererek dayanışmanın en güzel örneklerini sergiliyor. Bir de buna seçim gündemi
eklenmiş oldu. Siyaset, bir insan yönetme sanatıdır. Bir toplum, adil ve
becerikli yöneticileri sayesinde milletler sahnesinde diğerlerinden temayüz
eder. Ancak modern dönem siyaseti bütün dünyada olduğu gibi bir insan yönetme
sanatı olmasına rağmen, rekabete dayalı bir karaktere sahip. Rekabet ise bazen
en yakın dostlar arasında bile kırgınlıklara sebep verebiliyor. Bu alan özel
bir alan olduğu için onu kendi mecrasına bırakıyoruz. Bize gelince biz elbette
yönetilen tarafta yer almaktayız. Birer yönetilen olarak ise ya gündelik
hayatta maişetini temin etmeye çalışan bir beşeriz ya da öğrenen ve öğreten tarafta
yer alan ilim ehliyiz.
İnsanın toplum muhteviyatında üç
mevkii bulunur: Yöneticiler, yönetilenler ve ilmi ile topluma yön verenler. Bu,
mutlak bir kategori değildir. Ancak bir gerçeği de yansıtmaktadır. Buna göre
yönetici, yönettiğine karşı hakkaniyetli ve adaletli davranmalı, yönetilen
yöneticisinin doğru ve isabetli kararlarında yanında yer almalıdır. Âlim ise
bilgisi ile her iki kesim arasında köprü vazifesi görerek hakkın ve insafın sesi
olmalıdır. Gerçek âlim, Allah’tan en çok korkan insandır. Çünkü Allah katında onun
sorumluluğu, bilgisi ve bildiklerini amele dönüştürme üzerine kuruludur. Bu
cümleden olmak üzere ortalama bir insan olarak hayatımızı sürdürürken şaşmaz
bazı ilkelerden hareket etmemiz gerekir. Bunlar hayırda yarış, insanlar arasında
sulh, hadiseler karşısında sabır ve metanettir. Nitekim; Allah Teâlâ mukaddes
kitabımız Kuran’da “… Öyleyse hayırlarda yarışın… (Bakara, 148)” diye emreder.
Öte yandan Maide suresi 2. ayetinde “… İyilik ve takva hususunda yardımlaşın.
Günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan korkun …” buyurur. Bir
başka ayette kötülüklerden uzak durmamızı emir buyurur. “Şüphesiz şeytan içki
ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve
namazdan alıkoymak ister… (Maide, 91).”
Bu nedenle erdemli ve ilkeli bir
yaşam düsturumuz olmalı. O hayatın içinde Allah rızası ve insanların gönül
hoşnutluğu esas olmalıdır. Hayatımız; haset, fesat, tahammülsüzlük ve entrika
üzerine değil tam aksine hayırda yarış, kullukta sebat, dünyada imar ve düzen, Ahirette
cennet ve cemalullah iştiyakı üzerine kurulmalıdır.
Prof. Dr. Şevket TOPAL