Dolar (USD)
35.28
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2978.38
BIST 100
10028.54
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

İnsanı anlamak

İnsanın neliği ve doğası üzerine klasik İslam literatüründe ve Batı’da (özellikle modern zamanlarda) önemli çalışmalar yapılmıştır. İnsanı anlamaya yönelik çabaların iyi değerlendirilmesi gerekiyor. İnsanın özünde iyi bir varlık olduğunu söyleyenler olduğu kadar, Mark Twain gibi menfaatçi bir varlık olduğunu beyan edenler de vardır.

Şimdiden geçmişe bakınca, 20’li yaşlarımızda insanlarla geliştirdiğimiz ilişkilerin ilkelerden yoksun olduğunu; bunun da doğrusu insanı tanımamaktan geçtiğini düşünmeye başladım. Zira o yaşlarda bazı insanların bazı şeyleri asla yapamayacağını düşünüyordum. Şimdi geldiğim noktada her insanın her şeyi yapabileceğini düşünüyorum.

Meselâ çocukluğumda çok net hatırladığım duygularımdandır: Sakallı bir insanın asla yalan söylemeyeceğini düşünürdüm. Bir solcunun emeğe daha çok saygılı olmasını beklediğim gibi. Fakat hayat tecrübesi, bunların böyle net kategorilerle ifade edilemeyeceğini bana gösterdi. Şimdi insanları ideolojik ya da dinsel sembollerinden arındırarak, sade insan olarak düşünmeye ve algılamaya çalışıyorum.

İnsan, arzuları, talepleri, kibri vesair nitelikleri ile bütüncül bir varlık. Belki insanı anlayabilmek için önce insanın kendisinden başlaması gerekiyor. Yani kendisinin de talepleri, arzuları olduğunu, yanlış algılayabildiğini, yanlış düşünebildiğini; hasılı zafiyetleri ve imkanları ile bir varlık olduğunu. Böylece tüm insanların da kendisi gibi, kendisinin de tüm insanlar gibi olduğunu kavrayabilme.

İnsanı kavrayamamanın ortaya çıkardığı ciddi sorunlar ve hatta ileride buna bağlı travmalar kendisini gösterir. Ciddi hayal kırıklıkları, aşırı güvenin arkasında duygusal yaralanmalar ve hasarlar vb.

Acaba böyle bir kavrayış, baştan ciddi bir güvensizlik ve insanın kendisini yalnız bir yaşama mahkum etmesi anlamına mı gelir? Doğrusu bu, kişinin hayatını nasıl bir mentaliteyle kurduğuna göre değişmektedir. Görebildiğim kadarıyla, bizim toplumumuzda “duygusallık” aşırı belirleyici olduğundan, ya sonsuz kredi ve güven ya da ebedi bir sırtını dönme şeklinde cereyan ediyor gibi.

Gündelik ilişkiler kadar dini ilişkilerde bunları izlemek mümkündür. Meselâ; bir kimsenin din adına bütün söylediklerine güven nereden gelmektedir? Yine bir şeyhin Allah dostu olduğuna sonsuz inanç nasıl bir şeydir? Şayet insan gerçekten kavranabilseydi, ilişkilerin de sürekli inşa edilmeye devam edildiği ve bu minvalde sorgulanması gerektiği de bilinirdi. Tabii ki güvendiğimiz insanlar vardır; ama herkesin her an yanlış yapma ihtimalini göz önüne alarak ve zihni arkaplanda tutarak güven oluşur ve pekişir.

İnsanı kavrayabilen bilge kişiler, bir kişinin yanlışından dolayı hemen onu gözden çıkarmazlar ve “insaniliğin” durumlarını hatırlarlar. Hz. Peygamber’in (SAV) güzel bir sözü vardır: sevdiğini ölçülü sev, bir gün ona kızabilirsin. Kızdığına da ölçülü ol, bir gün onu sevebilirsin.” Doğru tavır, insana karşı her zaman ölçülü olmayı gerektiriyor.

Zaten benim önereceğim ilke de şöyle: İnsanlara baştan güvensizlik beslememek ve aşırı da güvenmemek gerekir. Onları dinlemek, onlara her zaman fırsat vermek ilk adım olacaktır. Fakat bu tavırların hepsi bir ilke ve ölçülülük prensibine göre geliştirilmelidir. Belki o zaman ilişkiler daha az zarar görecek, hasarlar azalacaktır.

Bugün ilim dünyasında gökelere çıkarılan ve yerin dibine geçirilen alimler vardır. İşte bu da insanı anlamamanın bir başka göstergesi. İlim adamı da bir insan olarak yanlışlar yapar ve yanlış söyleyebilir. Biz onu kritik edersek ancak doğrularına ulaşmış oluruz.