İnsan yetiştirmek
Kötüler de bir zamanlar çocuktu, birilerinin çocuğuydu. Büyümek, çocukluğunu geride bırakmak değildir. Onu orada bırakarak başka biri olmak değildir. Çocukluk, bir elbise gibi üzerimizden çıkarılmaz, ölüme kadar bizimle gelir, bizimle yaşar, bizimle konuşur, bizimle ölür. Her ölüm biraz da çocuğun ölümü değil midir, kaç yaşında olursa olsun, ölen biraz da çocuk değil midir? Çocukluk hayatın önsözüdür ve önsözler kitabın bütününden bahseder.
Stalin’in çocukluk resmini görmüştüm, yüzünden saflık akıyordu, melek gibi görünüyordu, belki de öyleydi. Ama sonra… Muhtemelen Pol Pot’un çocukluğu da güzeldir ve dünyayı kana bulayan bütün ötekilerin… Hitler’in vahşi bir çocuk olduğunu kim söyleyebilir?.. Çocukluk ve vahşet nasıl yan yana getirilebilir?
Ve sonra onlar büyüdüler, genç oldular, hayata karıştılar. Ve sonra onların bir çevresi oldu, okuduğu kitapları, konuştuğu arkadaşları, seyrettiği filmleri… Kötülük yavaş yavaş sızmaya başladı içlerine. Belki küçük yalanlarla, nasılsa bir kereye mahsus denilerek hafifsenen ihmaller, nasılsa unutur denilerek incitilen yürekler, küçük hak yemeler ve ‘bir kereden bir şey olmaz’ diye yapılan küçük yanlışlarla büyüdü, kocaman oldu kötülükleri de kendileri gibi… Ne ihmaller geride kaldı, ne incitilen yüreklerin sayısı azaldı ne haksızlıklar, hukuksuzluklar bitti. Kötülük de büyür. Nitekim kötülükleri de büyüdü çocuk yürekleri gibi… Ve üstelik metafiziği olduğu için kötülük bedenden çok daha hızlı büyür, dal budak salar. Ve üstelik kötülük iyilikten kolay olduğu, kolay aktığı, ilkesizliğe dayandığı için hareket kabiliyetini artırarak insanı çok daha hızlı vardırır, kolay yoldan mevki makam sahibi yaptırır. Bu yüzden, belki dünyanın önde gelen zalimleri kötülük yerine iyiliği tercih etse şimdi olduğu kadar tarihe mal olmayabilirlerdi, daha küçük, daha mütevazı, daha sıradan hayatları olurdu ama dünya da olduğundan çok daha güzel bir yere dönüşürdü.
Ben şöyle düşünüyorum: İnsan insana düşman olunca, insanın kazanma ihtimali kalmıyor. Her durumda taraflardan birinin diğerinden daha az zayiat verdiği bir mücadele bu. Zarar verirken zarar görmek kaçınılmaz olduğuna göre belki de yapılması gereken ilk iş, insanı seven insanlar yetiştirmek. Daha önce yapıldığı, daha sonra da yapılacağı gibi gerçeklere gözlerini kapayarak ve onunla yüzleşmeyi göze alarak da olsa yine, bir daha hayal kurmak… Gerçek o kadar katı, öylesine acımasız ki insanı gerçeğin bir parçasını dönüştürmekten alıkoyarak hayal kurmaya mecbur bırakıyor. Yazık ki başka pek çok konuda olduğu gibi, insan yetiştirme konusunda da hayal kurmaktan başka çaremiz yok.
Gerçeklerden kaçanlara romantik, onunla mücadele edenlere kahraman denir. Hakikat şu ki kahramanlar çağı bitti, gerçeklerden kaçma ihtimali yok ve ne romantik ne de kahraman olma şansımız kaldı. Yapabildiğimiz tek şey, her sabah uyandığımızda biraz daha eridiğini gördüğümüz insanlık adasına elemli gözlerle, çaresizce bakmak. Çocukluğunu unutmuş, hafızasını büsbütün yitirmiş deli saçması gövdelere bakıyoruz her gün. Dünyayı onlar yönetiyor üstelik. Ve biz pürelem, pürdikkat, pürtelaş bütün bu olup bitenleri sadece seyrediyoruz. Bunun yapmanın dışında elimizden hiçbir şeyin gelmemesinin verdiği şaşkınlıkla doğan her günün umudunu karmaşık yorgunlukların arasında kaybedip gidiyoruz.
Belki insanlık arabası bu kadar rayından çıkmadan önce insan yetiştirmek gerekirdi. Belki çocukları çocukluklarıyla gençliklerine taşımak, o saflığı, o berraklığı kurutmamak için elinden geleni yapmalıydı. Ama olmadı çocuk yetiştirmek yerine çocuk üretmenin başat hale geldiği bir çağın tanığı olduk. Aslında farkında olmadan ömrün çocukluk ve yaşlılık evresinin hayat dışı ilan edildiği yeni bir çağa geçiyoruz. Sadece gençliği öne çıkararak ömrü kısaltan yeni bir proje bu, çocukluk ve yaşlılığı sündürerek gençlikte eriten ama hakikatte her çağın kendine özgü güzelliklerini matlaştıran, soluklaştırıp yok eden…
Modernleşme projesini dijitalizm tamamlıyor. Modernleşme sevgiyi yok etti, dijitalizm onun yerine güvensizlik ve korkuyu koyuyor. İnsanofobik yeni bir dünya kuruluyor. İnsanın insandan korktuğu, korkması gerektiği, var olmak ve var kalmak için toplum ile araya mesafenin konduğu yeni bir atmosfere giriyoruz. Bu, bir yanıyla insanoğlunun bugüne kadar yaptıklarının dehşet vericiliğinden kaynaklı bir durumken, öteki yanıyla çocukluğun ve bağlı olarak sevginin kovulduğu bir dünyada toplumun daha rahat çökertileceğine dair bir hissi de barındırıyor. Evet, insanlık tarihi aynı zamanda savaşların da tarihi. Bilimin, kültürün, üretimin olduğu kadar vahşetin de tarihi. Şeytan ile melek arasında gidip gelen bir sarkaçtan bahsediyoruz. Ölen ve dirilen, düşen ve kalkan bir kımıltıdan…
Çocukluğu ve yaşlılığı tedavülden kaldırıp hayatın önsözünü insanın elinden alan, son sözü söyletmeyen bir kolektif şuur var. Çocukluğu unutturup yaşlılığı kıymetsizleştirerek hayatın sınırlarını daraltan, atmosferin genişliğini yok eden, oksijen düşmanı, iyilik düşmanı bir medeniyet… Hayata yeniden çocukluk eklemeden, yeniden, bir daha çocuk yetiştirme ve yaşlıların itibarını iade etmeden insanlığın insanlığına dönmesi mümkün değil. Ancak çocukluğunu hatırlayanlar ve onu son nefesine kadar taşıyanlar kötülük yapmaz. İnsan yetiştirmek, evet, içindeki çocukluğu öldürmeden…