İnsan ve çağ, hangisi yara hangisi yaralı…
O kadar çok dokunulacak yara, konuşulacak mevzuu, temas edilecek mesele var ki hangisinden başlamalı ya da hangisine eğilmeli diye kararsız kalıyor insan. İnsan tarifsiz bir istila ile karşı karşıya. Bu gerçekle yüzleşmek istemiyor insan. Elbette her demin ve dönemin kendine has imkân ve sorunları olmuştur. Biz de kendi asrımızı tanımaya ve tanımlamaya çalışıyoruz. Çağımız can çekişiyor. Buna kim sebep oluyor, bunu kim yönlendiriyor. Can çekişen bir çağın biz neresindeyiz. Biz ne kadar vebal ve sorumluluk taşıyoruz, buna mukabil can çekişen bu çağın, biz neresinden yaralıyız. Asıl mevzuu bu. Bunu düşünmüyor, bunu sormuyor, bunu merak etmiyoruz. Kendimize dair bir fikrimiz olmadığı için, asrımıza dair gerçekçi yorumlar yapamıyoruz. İnançlı olduğunu söyleyenlerin bir kısmı, inançsızlığa dair ne varsa eylemekten geri durmuyor. İnançtan kasıt, sizi temsil eden, size yakın olan, size yakıştığını düşündüğünüz, inanç diye bellediğiniz her ne ise odur. Bakıyorsunuz adam saydığınız meğer kişiymiş. Çıkmış menfaatini kendine mezhep, ideoloji, yol, inanç eylemiş. Dinini çağa, dinini mezhebine, dinini fikrine, dinini menfaatine uyarlamış kendi kendine bambaşka bir inancı din bellemiş ve başkasına belletme gayretinde farkında değil, veya farkında; çünkü işine öyle gelmekte…
Sırf haklı olmak için, sırf beğenilmek için, sırf kazanmak için, sırf sahip olmak için girmediği kılıf kalmıyor. Sözünü tartmadan konuşan konuşana. Ukalalık virüs gibi yayılırken, diğer yandan şarlatanlık en iyi prim aracı. Benim doğrum bu, buna rağmen ben buyum diyebileni ne sıklıkta görüyorsunuz…
Maskesi inince de insanları tanıyamıyorsunuz; çünkü maskeler altında maskeler bitmiyor. Kozmetik fikirler, romantik inançlar, çağı mahkûm etmiş keskin bir bilinmezliğin mahpusluğuna.
Çağımız… Anlaşmalı evlilikler, anlaşmazlıklar doğurduğunda neden şaşırıyoruz. Pazarlık ve menfaat namına sınırsız her yol mubah görülürken, dostluğun kalmadığından neden şikâyet ediyoruz. Sohbet ve paylaşım namına tek kelam etmezken, sosyal medyada insanı ve insanlığı bulamamaktan şikâyetçiyiz. Gönül denen melekeyi her birimiz bir yanından kurban etmişiz, sonra kalkıp kalp hastalıkları için başvurmadık doktor bırakmıyoruz. Tüm bu çelişkileri kim izah edecek, kim kabul edecek...
Bütün değerlerin sadece yitirildiği değil aynı zamanda çiğnendiği bir çağdayız. Madde her nasıl olduysa bir çeşit tapınma aracı ve tapınak vazifesi görüyor... Baharı ayrı, kışı ayrı özlemiyor insanlar, baharda da kışta da sığınacak bir dört duvar nasılsa buluyor insan... Duygusunu duyularına rağmen yitirmiş bir çağın nesli olmanın acısı da bir başka dram… Bakıyorsunuz herkes ayrı bir koldan apayrı bir şeye esir, bir türlü özgür olamıyor insan; çünkü özündeki gürlüğü tanımıyor. Özünü ve özgürlüğünü, fıtratındaki ilkelerle harmoni edemediği için insan mahkûm, insan, can çekişen çağa mahpus.
İnsan ve çağ, hangisi yara hangisi yaralı…