İnsan ve Anlam İnşası
İnsana, diğer varlıklardan farklı ve önemli bir ayrıcalık olarak kendi
anlam dünyasını inşa etme fırsatı verildi. Bu büyük imtiyaz aynı zamanda içinde
ağır sorumluluklar barındırmakta. Çünkü hakların başladığı yerde sorumluluklar
da başlıyor. İnsana verilen bu ilahi imtiyaz, onun hem kurtuluşu hem de
felaketi olabilir. Yani bu fırsatı doğru kullanabilirse insan sonsuz saadeti
elde eder. Yanlış değerlendirir ise sonsuz azabı.
İnsana, diğer canlılardan farklı olarak yaşamının formunu, anlamını ve
yönünü tayin etme fırsatı verilmiştir. Mesela bir bülbülün, ben artık kuş
olmaktan, daldan dala uçmaktan sıkıldım. Yerim yurdum, işim aşım olsun deme
fırsatı yoktur. Yaşamda bir bülbül olarak var edildi ve yaşamı bir bülbül
olarak, ağaçlar ve güller arasında nihayete erecek. Ya insan öyle mi?
İnsan mağaralarda başlayan yaşamını aklı, yetenekleri ve sorgulamaları
sonucunda; şehirlere, gökdelenlere hatta okyanuslara taşıyabilmiştir. Yaşamın
madde, mobilite ve konfor alanında önemli değişimler ve ilerlemeler oluşturmuştur.
Bununla birlikte özellikle modern insanın yaşamı anlamlandırma becerisinde aynı
düzeyde bir başarıdan söz etmek ne yazık ki mümkün değildir. İnsanın aldanışı
kendi varoluş takvimiyle bir ilerliyor.
Bu yanılgıyı Yüce Allah, Kur’an-ı Kerîm'de şöyle ifade ediyor; “Bu
dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; ahiret yurduna
gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” (Ankebût Suresi 64.
Ayet). İnsan sadece maddi anlamlar ve
sonuçlar peşinde koştuğunda varoluşsal sancılara duçar olmakta, tatminsizlik,
doyumsuzluk ve anlamsızlık girdabında boğulmaktadır.
İnsanın bu varoluşsal sancılardan
kurtulmasının, anlamsızlık ve tatminsizlik girdabından çıkabilmesi, önce
kendini sonra Rabbini bilmesi, yaşamın gayesini idrak etmesi ve kendi anlam
dünyasını Allah’ın istediği doğrultuda inşa etmesiyle mümkündür. Evet insana kendi seçimlerini yapma,
kendi anlamlarını inşa etme ve kendi eylemlerini yönetme imkânı verilmiştir.
İnsanın anlam dünyasını inşa etme yolculuğunda önce duyular, akıl ve
kalp, sonra telkinler ve modeller belirleyici olmaktadır. İnsanın bu süreçteki birincil
ve eşsiz vasfı Mülk Suresi 23. ayette Yüce Allah tarafından; “De ki: “Sizi yaratan, size işitme duyusu,
gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!” denilerek
vurgulanmaktadır. Yaşamı anlamlandırma sürecinin ikinci boyutunda anne baba ve
aile öne çıkmaktadır. Sonrasında öğretmenler, arkadaşlar ve diğer fiziksel ya
da sosyal çevre unsurları etkili olmaktadır.
İnsan anlam dünyasını Allah’ın emrettiği şekilde ve istikamette inşa
ettiğinde, “sahip olmak” sancısından
ve tüm varoluşsal sancılardan kurtulup “olmak”
vasfına erecektir. Hz. Mevlâna bunu, “insan-ı
kâmil olmak” şeklinde ifade
eder. Yani dünyanın geçici, aldatıcı ve
çürütücü haz ve isteklerinden yüz çevirebilmek. Bugün başta kendi nefsim olmak
üzere çok az insanın başarabileceği bir nefis mücadelesi ve bir zirve. Belki
bunu başaramayacak olsak da bu yola talip olabilme isteğini ve iradesini
gösterebilsek, bu da büyük bir zaferdir.
İnsan olarak kavramlara, olaylara, kişilere ve zamana anlamlar
yükleriz. Ve bu anlamlar bizim eylemlerimizi doğurur. İnsan madem ki kendi
anlamlarını, düşüncelerini ve eylemlerini seçme hürriyetine sahiptir öyleyse
tüm bu seçimlerinin sonuçlarından da mesuldür. Çünkü insan, sadece dünya için
yaratılmamış ve başıboş bırakılmamıştır. Yaşamının anlamlarını, Allah’ın
rızasını kazanabilecek şekilde inşa edenlerden olabilmek niyazıyla…
Vesselam…