İnsan olmak sanatı
Uzun metraj diye başladığımız pek çok
film çeyrek metraj. Ev ödevi bitirir gibi zorla bitirdiğimizde giden gecelerimize,
ömrümüze yazık. Göze, nura, zamana… Sonunu değil, yarısını, çeyreğini bile
getirmeye değmez.
Kitap diye elimize aldığımız pek çok
şey artık evlerimizden çekilen soba tutuşturacağı. Taşınırken zücaciyenin
incitilmemesi için işe yarayabilir diye evlerimizde yer işgal etmesine dahi
gerek yok. Çoğu zaman eskiciye, ikinci el pazarına doğru yola çıkıyor. Gerçi
ikinci el pazarlarındaki kimi kitaplara baktığımızda nice güzel eserin, adı
belli kitapların kirli paslı hallerde atılıp satılamadığına da şahidiz. O da
eserin kıymetini bilmeyen, dağ yankılarını, dağ esintilerini alamayan beton
kalpler toplumunun bir göstergesi…
Her ürün sanat eseri olmayı hak etmiyor,
tamam. Üretmiş olduğumuz pek çok şeyin -hemen hemen- bir sanat eseri olduğunu
düşünmemeliyiz. Sadece buna dahi ihtiyaç var duygusu ile daha iyi eserlere
doğru bir aşama, basamak olabileceği telkini birleşiyor. Hatta insan bazı
ürettiklerini bir daha görmek istemeyebiliyor. Onu “evlatlıktan” reddedesi
geliyor. Anlarım. Gelişmek, değişmek ve kendinden daha iyi şeyler beklemek çok
insani. Kendimizi donduramayız. Bir sıcakkanlı heykel olamayız. Kanımız kadar
sıcak dolaşmalı daha iyi şeyler üretme heyecanımız. Baş eserimizi ortaya
koymaya doğru bir yürüyüşümüz var. Ve belki de henüz çok başlardayız.
Gelelim asıl
konuya….
İşin bir başka boyutu daha var. Daha
üst bir hedef! Hepimiz o hedefin mağduru... Mağduru derken; insanı, seni beni
kastediyor, içinde ben de olmak üzere insana üzülüyor, merhamet duyuyorum.
Çünkü hep yenildiğimiz, başarmayı unuttuğumuz bir mevzu bu. Çok güçlü bir iş
insanı olmuş olabiliriz. Bir sanatçı olmayı başarmış olabiliriz. Fakat hiçbirimiz
insan olmayı başardım, diyemeyiz. Desek ve o hedefe dokunmuş olsak bile gerisin
geri düşeriz. “Oldum!” diyenin olmayışının resmidir bu zirve, malum. Fakat
neden hep unutuyoruz bu zirveyi? Neden arada kaynamış oluyor? Neden bu kadar
çok düşüp duruyoruz?
Bir sanatçıyı düşünelim. Çok güzel
eserleri var. Bütün bir toplum, insanlar, hatta dünya o eserlerden yararlanıyor.
O eserlerin açtığı kapılardan insan olma yollarına çıkıyor. Hatta “Bu eser!”
diye başlıyor söze, “Gözlerimi varlığıma açtı. Bir farkındalık yarattı.”
Ressama, yazara, yönetmene, müzisyene hayranlık besliyor bu yüzden.
Sanatçı ise eserinden aşağıya düşüyor. Eserini dünyaya getirirken ki çıktığı zirveden yere kapaklanıyor. Asıl amacına karşı bir dalgınlıkla yaşıyor. Dağılıyor. O amacı herkese hatırlatırken kendisini bir unutkanlık sarıyor. Çünkü insanda; iş, güç, sanat veya basit bir hobi üretiminde bile görünür bir şeyi başarmış ve ortaya koymuş olmakla her şeyi başardığını ve varlık oyununu yeterince oynadığını sanan/sanıcı bir yapı var. Yaptığını tekrar tekrar seyre dalan, marifetine defalarca hayran olan bir yapı. Bir de çevreden merkeze gelen beğeniler ve hayran oluşlar üzerinden kendine aşık olma durumları…
Halbuki insan olma ve insan kalma sanatı diye bir şey var. Biz buna kısaca ömür diyoruz. Herkes gibi. Ömrü olan ve ölecek olan herkes gibi… Bir sanatçı için, bir sanat eseri ortaya koymanın yanı sıra ve ondan da önce…