İnsan krizi
Aslında başlıkta "Tanrı krizi" ifadesini mi kullansam diye aklımdan geçti. Aslında neticede çok fazla bir şey değişmeyeceği için insan krizi olarak kaldı. Peki bu ifade ile ne demek istiyoruz?
İnsan hayatında pratiklerin, teorik arkaplanları ya da karşılıkları vardır. İster teoriden pratiğe, isterse pratikten teoriye gidilsin farketmez. Bu bağlamda benim önemli gördüğüm ve iki boyutlu olarak üzerinde ayrı ayrı düşüneceğimiz anahtar kavramlar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, gerçekliğin kaynağı olarak idea ve madde. Bununla bağlantılı olarak, ideoloji ve dinlerin "mutlak" fikrine yaklaşımları önem taşır. İkincisi, Tanrı-insan ilişkisi ve bu ilişkinin nasıl kurulduğu?
İlkinden başlayalım. İdeoloji ayrımlarına dikkat edersek, bu ayrımların temel kaynak olarak düşünce, (zihin) ya da madde (materyal) almak bakımından birbirinden farklılaştırıldıklarını görmekteyiz. Buna göre, gerçekliğin kaynağını zihinde görenler idealist düşünce taraftarları olmaktadır. Bunun karşısında ise, gerçekliğin kaynağını madde olarak görenler karşımıza materyalistler olarak çıkmaktadır.
Burada temel sorun, madde yani dış dünya ile karşı karşıya kalan insanın (duyuları, zihni, düşünce gücü, aklı vb.) bütün araçlarıyla bu dünyaya nasıl bir anlam yüklediğidir. Bu dünyanın "gerçekliği"ni nasıl kurduğudur?
Burada "mutlak" düşüncesinin özel anlamı devreye giriyor. Zira kendisi dışında verili olan bu dünyada bulunan insanın, kendi gelip geçiciliği karşısında "mutlak" bir varlığın imkanını dile getirdğini görmekteyiz. Materyalistler, bu anlamda gerçekliğin kaynağını tamamen madde olarak görürlerken, mutlağı da bu minvalde kurmaktadırlar. İdealistler merkezi rolü "idea"ya verirken, düşünceyi bir gerçeklik yaratmak anlamında mutlaklaştırmaktadırlar.
Aslında bu ayrımları yapanlar, dini düşünceyi de idealizmin içerisine dahil etmektedirler. Bunun haklı bir boyutu vardır. Ancak dini düşünce, hakikatin kaynağını zihin ve materyalin dışında "Tanrı"da gördüğü ve "mutlak"lık fikrini de yegane Tanrı üzerinden konuştuğu için idealizmden ayrılan bir boyutu vardır ve bu boyut kanaatimizce oldukça önemlidir.
Şimdi ilk başta belirttiğimiz ikinci boyuta geçebiliriz ki, bu da Tanrı-insan ilişkisidir. Burada temel sorun, Tanrı ve insanın konumlarıdır. Tanrı, mutlak, insan ise mümkün bir varlıktır. Bu cümle, neticede Tanrı-insan ilişkisini mahiyeti itibarıyla farklılaştırmaktadır. İslam düşünce tarihi ve dini düşüncenin konuyla ilgili tartışmalarında arkaplanı oluşturan problematiğin "güç" olduğunu söyleyebiliriz. Zira Tanrı'nın birçok sıfatında olduğu gibi gücünde de mutlak olması, ister istemez Tanrı-insan ilişkisinin hangi zemin üzerine kurulacağını önümüze bir sorun olarak çıkarmaktadır.
Bu konuda da, gerçekliğin kaynağı olmak bakımından ikili bir tasnif yapmak mümkündür. Tanrı'yı hakikatin yegane merkezi olarak alan yaklaşımlar ki, dini düşünce bu minvalde değerlendirilebilir. İkincisi de, hakikatin kaynağını insan olarak düşünen yaklaşımlardır. Bunları Tanrı merkezli ve insan merkezli evren ve dünya görüşü şeklinde ifade etmek te mümkündür. Bu bağlamda, özü itibarıyla materyalist yaklaşımları da, tanrı merkezli olmaması bağlamında diğerinin içine sokmak mümkündür.
Bugün yaşadığımız dünyada, insan ciddi bir kriz içerisinde yaşamaktadır. Bu krizleri dünya ölçeğindeki tekil pratiklerin hepsi üzerinden ortaya koyabilir ve tartışabiliriz. Önemli olan bu krizlerin temel kaynağı ile ilgili analizleri ifade etmektir. Biz burada, temelde Tanrı-insan ilişkisinden kaynaklanan bir kriz olduğu varsayımından hareket ederek bunları incelemek istiyoruz.
Bu girişten sonra, esas sorunu İnşaallah diğer yazımızda yapacağız.